• dini görüşün olmazsa olmazıdır.

    bu fikre göre evrendeki her şey insana yararlılığı üzerinden değerlendirilir. kaçınılmaz sonuç olarak varılan da etrafta insan yararına bu kadar şeyin (besin, koşul vs) var olmasının tesadüfi olamayacağı, bunun ilahi bi kudret sonucu oluşmuş olabileceği fikridir.

    aslında mantıklı bi fikirdir. şöyle ki, cidden evreni incelerseniz her şey sanki insan var olsun, varlığını devam ettirsin diye özel olarak şekillenmiş gibidir. din inanırları da bu durumu çok kullanırlar. özellikle islam inancı da bu fikir üstüne çok vurgu yapar.

    doğadaki besin kaynaklarının insan yararına var olmaları, neye ihtiyaç duyuyorsak onları doğada bulabiliyor olmamız, hatta dünya üstünde hayatın oluşabilmesi için bütün koşulların elverişli olması eğer tesadüflerle açıklanacaksa bütün bu şeraitin varoluş olasılığı katrilyon kere katrilyonda, kısacası sonsuzda birdir. eh bu kadar düşük bi olasılığın da kendi kendine oluşması akıl alır değildir. o zaman bi tanrı bütün bu sistemi ayarlamıştır. bütün bu süreçleri de evrimle, tesadüfle açıklayanlar da işte bu yüzden saçmalamaktadırlar.

    kabul etmesi, benimsemesi son derece kolay bu fikrin tabii ki karşısında duruyorum ve bahsettiğim süreçleri tesadüflerle açıklayanların da saçmaladıklarını düşünmüyorum. örnekler vererek açıklamaya çalışacağım.. hadi bakalım.
  • olasılık hesaplarıyla kendisini sağlamlaştırmaya çalışan bi fikirdir. biz öncelikle sonsuzda bir ihtimal denen bi olayın kendi kendisine oluşmasını inceleyim.

    diyelim ki bi bilgisayar programınız var. birden ona kadar rakam tutuyor ve siz enter’a her bastığınızda rastgele bi rakamı monitörde gösteriyor. o zaman soru,

    siz enter’a basmadan önce ekranda 4 rakamının görünme olasılığı nedir?
    onda birdir.

    şimdi programı daha geliştirelim ve birden sonsuza kadar bütün rakamları tuttuğunu düşünelim. soru,

    siz enter’a basmadan önce ekranda 4 rakamının görünme olasılığı nedir?
    sonsuzda birdir, kısacası sıfırdır.

    yani enter’a basmadan önce 4 rakamının gelmesini isterseniz ve cidden 4 rakamı gelirse ortada ya bi hile vardır ya da ilahi bi kudret.

    peki insanoğlunun bu dünyada var olması, doğanın tam da onun varlığını sürdürmesi için gereken koşulların şekillenişinin şu anki gibi olmasının olasılığı nedir. sonsuzda bir. e ama olmuş işte. demek ki ilahi bi kudret özellikle biz var olabilelim diye bu evreni bu şekle mi sokmuş. biz bilgisayar örneğimize geri dönelim.

    enter’a basmadan önce kafanızda her hangi bi rakam tutarsanız o rakamın gelme olasılığı imkansızdı. soruyu değiştirelim. kafanızda bi rakam tutmadığınızı düşünün. enter’a basarken hangi rakam geleceğini önemsemiyorsunuz. o zaman soru şu oluyor. enter’a bastığınızda herhangi bi rakamın gelme olasılığı nedir?

    yüzde yüzdür.

    ister 4 gelsin, isterse 459 665 474 gelsin, illa ki bi rakam gelecektir. ve gelen rakam neyse, o rakamın enter’a basmadan önceki gelme olasılığı yine sonsuzda bir, yani sıfırdır.

    yani, diyelim ki hiiiç umursamadan enter’a bastınız ve 192 sayısı geldi. bu sayı geldikten sonra birinin çıkıp şunu demesi ne derece mantıklıdır?

    “biz enter’a basmadan önce 192 gelme olasılığı sonsuzda bir, yani sıfırdı. ama yine de geldi, demek ki ilahi bi güç bu rakamı getirdi”

    karşı tez tabii ki şöyle gelir,
    “yahu illa ki bi sayı gelecekti, 192 değil de 5478547 de gelebilirdi. sonsuzda bir diye olmayacak diye bi şart yok ki”

    evrenin bu şekilde var oluşunun tesadüfi açıklamasının özeti işte bu örnekteki gibidir. evren sonsuz tane olasılıktan birini rastgele seçmiş, ona göre şekillenmiş, bu seçeneğin sonucunda da var olabilmişiz. şimdi her şey olmuş bitmişken kalkmış diyoruz ki, bizim var olma şansımız sonsuzda birdi, ama yine de olduk. demek ki tesadüfle bu süreç açıklanamaz.

    şu yukardaki örnekte yazdığım karşı tezin aynısını diyebilirsiniz.
  • doğadaki besin kaynaklarının insan yararına bu kadar güzel şekillenmiş olması en büyük tezidir. protein mi istiyoruz, etraf et dolu, süt dolu, yumurta dolu. karbonhidrata mı ihtiyacımız var, buğday var, nişasta var, omega 3 mü lazım, deniz mahsulleri var, vitamin mi lazım, meyveler var, var oğlu var. neye ihtiyacımız varsa dünyada var. yeşil ot yiyip beyaz süt çıkaran inekler var. yahu her şey bizim için yaratılmış sanki.

    ama zottirik diye bi meyve yok. bu zottirik meyvesi öyle bi meyve ki, yediğiniz zaman bi haftalık protein, her türlü vitamin, karbonhidrat, kısacası vücudun gerek duyduğu her besin maddesini içeriyor. bundan haftada bi tane yiyen adam aşırı derecede sağlıklı oluyor. ama yok. peki biz bu zottirik meyvesi yok diye "aa doğa da insan için şekillenmemiş bak zottirik’i oluşturmamış" diyor muyuz.. demiyoruz.

    çünkü sadece zaten var olanlara bakıyoruz. var olmayan şeylerle ilgilenmiyoruz. bu düşünce işte bu an patlıyor. çünkü aslında evren, doğa insan için şekillenmemiş, insan bu evrene, doğaya ayak uydurduğu için var olabilmiş.

    zottirik gerçekten var olsaydı, bugün din inanırları "zottirik olmasaydı biz ne yapardık, nerden alırdık bu besinleri, koşarak antilop avlamak zorunda kalırdık" falan gibi argümanlar ileri süreceklerdi. biz de diyecektik ki, yoo olmasaydı biz yine doğaya, var olan koşullara ayak uydurur, uydurumazsak da yok olurduk. doğanın bizi var etmek için uğraştığı yok ki. milyonlarca nesli tükenmiş diğer türler gibi bizim de neslimiz tükenirdi, doğanın da zerre umrunda olmazdı.

    bugün elma var, turunçgiller var, bu sayede c vitamini alabiliyoruz. olmasalardı belki başka bi maddeden çıkaracaktık c vitamini ihtiyacımızı. ya da çıkaramayıp ölüp gidecektik.

    zaten varlığımız doğadan geliyor, doğada hangi maddeler varsa biz o maddelerden oluşuyoruz. ihtiyacını duyduğumuz şeyler de bu doğadaki maddeler oluyor haliyle. bu dünyada var olup satürn’deki bi maddeye aşerecek değildik ya.
  • iki adam düşünün. ilerliyorlar. önlerine binlerce kapının olduğu bi duvar çıkıyor. rastgele bi tanesini seçiyorlar. bu işlemi milyonlarca kez tekrarlıyor, her defasında da rastgele bi kapıyı seçiyorlar. binlerce yıl sonra o yolu nasıl katettiklerinin hikayesini çıkartmak istiyorlar. diyelim ki ilerlerken arkalarında bi siyah çizgi bırakmış olsunlar.

    bu çizginin aldığı yolu modellediklerinde neyle karşılaşırlar. o an var oldukları nokta her neresiyse, bazen o noktadan uzaklaşan, ama her defasında var oldukları noktaya dönen bi çizgi.

    adamlardan biri bu çizgiye bakar ve şey der,
    “yahu bazen çizginin çok uzaklara gittiği bile olmuş, ama sonra illa ki şu an var olduğumuz noktaya dönmüş. sanki özellikle buraya gelmeye çabalamış. bence adımlarımıza ilahi bi güç eşlik etti ve biz buraya geldik. yoksa binlerce yıl, milyarlarca kapıdan rastgele seçimlerle bu noktaya gelmemiz sonsuzda bir olasılıktı, imkansızdı”

    diğeri ne der,
    “e iyi de biz şu an bu noktadayız, tabii ki arkamızda bıraktığımız çizgi illa ki bu noktaya gelecek. ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın bazen, mutlaka buraya gelecek. çünkü şu an burdayız. ha burda önemli olan şu. biz başka bi yerde de olabilirdik. o zaman çizgi oraya gelebilirdi. ya da kapılardan birini açıp bi uçurumdan aşağı da düşebilirdik ve bu tartışmayı hiç yapamazdık. evet burda olmamızın olasılığı sonsuzda bir, ama yine de tesadüfen buraya geldik”

    bunun yaşadığımız hayattaki izdüşümü şudur.

    misal taaaa ilk hücrelerin ne şekilde var olabileceğine dair bi modelleme yapmışlar. çok uzun bi hikaye ama elimden geldiğince kısa özetleyeyim.

    güneş ışınları, denizdeki suyu elektroliz ediyor, boşta kalan oksijen atmosferde birikiyor, biriken oksijen ozon tabakasını oluşturuyor, bu ozon tabakası da belli dalga boyundaki güneş ışınlarının da geçmesini engelliyor. bu bir.

    ama oksijen oksitlenip azalınca bu ışınlar bi daha geçiyor, elektroliz yine oluyor, yine oksijen atmosferde birikiyor, ozon tabakası yine eski haline geliyor. bu iki.

    diyorlar ki, bu öyle bi denge tutturuyor ki, güneşin geçmesine izin verilmeyen o ışınları tam da amino asitlere, proteinlere zararlı olan ışınlardan.

    şimdi bu bi model. illa böyle olmuştur denmiyor. fakat bu model hemen din inanırına şunu dedirtiyor. yahu bu denge niye tam olarak böyle oluşmuş. bi santim daha yakın olsak güneşe başka miktar ozon birikecekmiş atmosferde. dünya daha büyük olsa, küçük olsa, su daha az olsa vs. hayat amino asitlerin, proteinlerin üstüne şekillenmeyecekmiş bu dediğiniz modele göre. tamamen tesadüfi açıklamak isterseniz sonsuzda bir yahu dediğiniz şey. eğer bu modelse doğru olan, asıl o zaman siz tanrıya inanmalısınız.

    işte bilimadamı şey der,
    yahu şu an biz varız biz.. etten kandan canlılar. amino asit bazlı canlılar var dünyada. e tabii ki bu çizgi bize doğru ilerleyecek. tabii ki doğanın tesadüfi seçimleri bize yaramış şeyler olacak. tabii ki biriken ozon miktarı tam da bize yarayan miktar olacak. ha olmasaydı, biz bu tartışmayı yapamazdık. burası mars gibi bi yer olurdu. dünyanın bizi oluşturmak için özel bi çabası olmadı. ama başlangıcından bugüne bi çizgi çizersen, o çizgi illa ki bize doğru gelecektir.

    başka olasılık mı var?
  • olasılık hesaplamaları ile dayanak noktasını oluşturur ve bu konuda en büyük örneklerden birisi rastgele harf seçerek shakespeare sonesi yazan maymun örneğidir.

    ana konudan biraz uzaklaşmış olsak da alakalı olduğu için bu örnekten de bahsetme gereği hissediyorum. bu örneğe göre bi maymunun milyonlarca harf dolu bi çuvaldan rastgele harfler seçerek bi sone, bırak soneyi anlamlı bi kelime oluşturmasının ne kadar düşük bi olasılık olduğundan bahsedilir ve sonrasında bi kelimeyi ortaya çıkarmanın bile bu kadar düşük olasılık olmasının üstüne şu evrenin hem de tam insan yararına şekillemiş olmasının tesadüf eseri olamayacağı iddia edilir. ben bu iddiaya daha en baştaki örneğe karşı çıkarak anti tez yazmaya çalışacağım.

    elinize bi kalem alın. bu kaleme şu andan itibaren kalem değil, “tanımlanamayan obje” diyeceğim. milyonlarca harf dolu çuvalları da bi maymun önüne koyun ve maymun rastgele harf seçerek yanyana dizsin ve elinizdeki objeyi tanımlayacak kelimeyi oluştursun.

    nedir buradaki olasılık. kolaylık olsun diye buna da sonsuzda bir diyelim. maymunun k, a, l, e ve m harflerini doğru sırayla seçip yanyana dizmesi sonsuzda bir ihtimal olsun. n’oldu, iddia kanıtlanmış mı oldu o zaman? bence hayır. çünkü maymunun elimizdeki objeyi tanımlayan bi kelime oluşturma ihtimali bana göre neredeyse yüzde yüzdür. nasıl mı?

    maymun hangi harf kombinasyonunu seçerse seçsin ortaya çıkardığı kelimeyi elimdeki objenin adı olarak seçersem o zaman olasılık birden yüzde yüz olur. mesela,

    maymun f, a, d ve u harflerini yanyana dizdi. fadu diye bi kelime elde ettik. o an diyorum ki, tamam, elimdeki bu objenin adı bundan sonra fadu’dur. niye maymunun illa ki kalem diye bi kelime ortaya çıkarma zorunluluğu olsun ki. ne çıkarırsa onu kabul edeceksek, o zaman maymunun anlamlı bi kelime çıkarma olasılığı yüzde yüz oluyor.

    çünkü doğanın bu maymun gibi tesadüflerle bi şeyler yaratması örneği işte benim dediğim şekilde gerçekleşiyor. sürekli devinim içinde bi evren, önüne milyarlarca olasılık (harf dolu çuvallar) çıkıyor, ve rastgele harfler seçip yanyana diziyor.

    bi gen dizilimi ortaya çıkarıyor (hiç bi ön amacı olmadan) ve ortaya bi canlı çıkıyor. hayat bu canlı üstünden şekillenme yolunu seçiyor o zaman (elimizdeki objenin adı fadu oluyor ve onun üstüne devam ediyoruz). hatta bazen doğa kötü dizilimler yapıyor, ortaya çıkan canlı evrene ayak uyduramıyor ve yok oluyor, bugüne kadar dünya üstünde yaşamış canlı türlerinin yüzde doksan dokuzundan fazlasının (evet fazlasının) neslinin tükenmiş olduğunu biliyor muydunuz?

    yani maymun bazen öyle harfler dizmiş ki yanyana, ortada hiç sesli harf yok mesela. qtyhskl diye bi kelime dizmiş, okumanın mümkünatı yok. eh okuyamadığımız için de bu kelimeyi hangi objeye vermek istemişsek elimizde patlamış, o objeyi tanımlayamamışız.

    doğa bu rastgele seçimlerinin yüzde doksan dokuzunun fazlasında çuvallamış, saçma sapan şeyler seçmiş, ve seçtiği gariplikler (ki aslında garip değiller, sadece evrene uyumsuzlar) yok olup gitmişler.

    yani evren gerçekten de maymun, evrim de cidden bu rastgele harf seçimi oluyor. ha sonuçta biz olmuşuz ya, bizim oluşumuzun ihtimali de sonsuzda bir ya, şimdiden geçmişe bakıp maymunun bunu yapmasının mümkün olmadığından bahsediyoruz. oysa bilim sadece şunu iddia ediyor.

    maymunun bizi oluşturmak gibi bi amacı yoktu ki, o rastgele harf seçiyordu. biz olmayabilirdik de, al bi örnek daha vereyim.

    galiba böcekler dörtyüz milyon yıldan fazladır dünyadalar. fakat bu kadar yüzyıldır hala bildiğin böcek formundalar. bi türlü evrimleşip daha gelişkin bi canlıya dönüşemediler. neden?

    doğa, evrim, maymun, her ne ise, harfleri rastgele seçerken bu canlı için iç iskelet yerine dış iskelet seçti ve tabiri caizse sıçtı. dış iskelet yüzünden böcekler doğrudüzgün işe yarar bi mutasyon geçiremediler, daha büyüyemediler, büyüyemedikleri için yeterli bi sinir sistemi gelişimleri olmadı, bilinç oluşturamadılar. kaç yüz milyon yıldır salak salak dolaşıyorlar dünyada.

    haa maymun daha akıllı bi dizilim yapsaydı, bunlara dış değil de iç iskelet seçseydi o zaman belki de şu an sekiz dokuz kollu kocaman ve akıllı böcekler tartışıyor olacaklardı dünyada. bok böceklerinden biri diyecekti ki, bak şu tanrıböceğin işine, inek yeşil ot yiyor ama mis gibi tezek ortaya çıkarıyor. evren sanki sırf biz bok böceklerine yarasın diye dizayn edilmiş. bundaki mucizeye nasıl şaşırmaz bi insan.

    ateist bok böceği de itiraz edecekti. yahu biz var olmayabilirdik bile, belki de dört kollu yaratıklar olacaktı dünyada, onlar da ineğin sütüyle besleneceklerdi belki de tezek yerine. doğanın bizi yaratmak gibi bi amacı yoktu ki..

    ya da hiç bi şey olmayabilirdi. ne böcek ne insan. mars’ta şu an canlı yok diye tanrının yokluğuna kanaat getiriyor muyuz. iki tane yok olan canlı kendi aralarında tartışıyorlar mı, “bak biz yokuz, demek ki tanrı yok.. maymun o kadar kötü harfler seçti ki, bırak bilinçli canlıyı, tek hücreli canlı bile oluşturamadı, biz de var olamadık” diyebiliyorlar mı…
  • olasilik hesaplariyla hicbir ilgisi olmayip tasavvufi bir saptamadir.insan allah'in yeryüzündeki akisleridir. o yuzden denir herşey insan icin yaratilmiştir.
    ayrıca da tamam eyvallah evrim falan da yüzyıllardır inanan , inanmayan bir suru filozof "töz" falan biseyler demis simdi siz yok maymun harf secti aha da töz möz de yok mu diyosunuz (bkz: kolay gelsin agalar)
  • modifiye edilmiş hali de çok sık kullanılır. her şey insan için değil, şu an dünyada yaşayan tüm canlılar için yaratılmıştır, tüm canlılar birbirleri için yaratılmışlardır, bi ahenk vardır ve kaçınılmaz soru, bu ahenk tesadüfi olabilir mi..

    olur, bal gibi de olur, çünkü aslında bi ahenk falan yoktur. bok gibi bi düzen vardır dünyada, evrende. o kadar bok gibidir ki bu evrene bakınca ben tanrının varlığına değil, tam tersine yokluğuna dalaletler görüyorum bile diyebilirim.

    sivrisineğe kan gerekiyor, etraf kan emeceği hayvanlar dolu.
    arıya bal özü gerekiyor, etraf çiçek dolu.
    tırtıl yaprak içinde koza yapmak istiyor, gidiyor yaprağın dalını ısırıyor, yaprak büzüşüp boru şeklini alıyor. tırtıl bunu nerden biliyor, gitmiş işine yarayacak bi pratiği tamamen tesadüfen nasıl öğrenebilmiş. mümkün mü böyle bi şey..

    mümkün.. eğer milyarlarca canlıyı evrene salarsanız bunlardan en az birinin işe yarar bi pratiği tesadüfen öğrenmesi mümkündür çünkü. şöyle diyeyim,

    eğer şu an dünyadaki milyonlarca tür canlı, dünya üstüne gelmiş bütün canlı türleri olsaydı o zaman gerçekten de bi ahenkten bahsederdik. mucizevi pratiklerinden bahsederdik ve illa ki ilahi bi güce inanmak zorunda kalırdık. oysa şu basit gerçek birden yok ediyor bu fikri.

    bu dünyadaki canlılar, bugüne kadar dünya üzerinde var olmuş canlıların yüzde birinden daha azdır. milyarlarca diğer canlı türü bu dünyadan gelmiş geçmiş ve nesilleri tükenmiştir. bu diğer canlılar ne dünyaya ayak uydurabildiler, ne işlerine yarayan bi pratik geliştirebildiler, patır patır yok oldular. madem ilahi bi güç bu hayvanlara bu düzene ahenk veriyordu, neden bu milyarlarca canlı türüne yardım etmedi.

    samanyolu tv'de belgesel seyredince hayvanın tekinin saklanma işini ustaca yapışı üstüne şaşırıyor, yahu bunu nasıl öğrenmiş işin içinde ilahi bi kudret yoksa diyor insan. e iyi de öğrenemediği için başkalarına av olmuş başka milyonlarca canlı türü var. onlardan neden bahis açılmıyor..

    tanrının o diğer canlılara gıcığı mı vardı. böcek örneğine geri döneyim. tanrı böcekleri yarattığında o da mı sevmedi böcekleri, bu ne böyle altı yedi kollu, bunlara dış iskelet vereyim de yüz milyonlarca yıl evrimleşemesinler, salak salak dolaşsınlar.. mı dedi.

    dünyaya ayak uyduramayan o milyonlarca canlıda deneme yanılma mı uyguluyordu? dünya hani üstünde yaşayan canlıların yararınaydı, hani ahenk vardı? bana ahirette karşılaşırsak, dünyaya bakıp bana niye inanmadın derse, ben de, yahu bu kadar beceriksiz bi tanrı fikri bana saçma geldi dersem bana ne diyebilir ki..

    "senin inancını test etmek için onları engel olarak öne sürmüştüm.. sana da gıcığım çünkü.." ancak bunu diyebilir herhalde..
  • at gözlüğü ile net olarak görülebilen fikirlerden biridir. başlamadan önce

    (bkz: tümevarım)
    (bkz: tümdengelim)

    bir sürecin sonucuna(ya da ortasına) bakarak başlangıcına ilişkin kehanetlerde bulunmak sağlıklı bir yöntem değildir. o sonuca ulaşılmasına neden olan dinamiklerin incelenmesi, üstelik o zamanın koşulları göz önüne alınarak incelenmesi gerekir.

    elimizde işleyen bir sistem var. kendisine has dengeleri olan bir sistem. bu dengeye nasıl gelindiğini anlamaya çalışmak bilim insanının işidir. skor tabelasına bakıp yorum yapan spor yazarları gibi “denge şahane, tesadüfler bahane” demek ise din adamının işi.

    güneşin tam da olması gerektiği yerde olması bugün burada bunları tartışabiliyor olmamızın sebebidir zaten. biz tartışabilelim diye güneş orada durmuyor. güneş zaten orada duruyordu, birtakım organizmalar “ulan mis gibi ortam bulduk, serpilelim” dediler. aksini düşünmek evrenin merkezinin insan olduğunu düşünmektir. zaten din ile bilimi temel olarak birbirinden ayıran tek fenomen budur.

    zürafa heyvanını ele alalım örnek olarak. diyelim ki zürafalar bundan milyonlarca yıl önce uzunlu kısalı boylarda hayvanlardı. ortamda beslenebilecekleri çeşit çeşit meyveler, ağaç yaprakları vardı. ama bir meyve vardı ki bunu yiyen zürafa bir ay açlık hissetmiyor, dirençli, süpersonik bir zürafaya dönüşüyordu. tek sorun bu meyvenin en kısası on beş metre olan fetullah ağacının tepesinde yetişiyor olmasıydı. bu durumda bu meyveyi yiyebilen zürafalar mutlu mes’ud yaşar iken, bodur zürafalar açlıktan kırılmakta, hızlı koşamamakta ve diğer yırtıcılara yem olmakta idi. hayatta kalan uzun zürafaların çiftleşmesinden doğan yavrular, genetik olarak uzun olmaya yatkın olduklarından nesil giderek uzadı. kısa doğan çocuklar az yaşamaya, uzun doğanlar ise fetullah meyvesini sömürmeye devam ettiler. haliyle milyonlarca yıl içinde yavru zürafanın uzun boylu olması ihtimali logaritmik olarak arttı ve nesil uzadı. zürafa uzun boylu bir heyvana dönüştü.

    şimdiii... geldik zurnanın zırt dediği yere. skor tabelası yorumcusu diyor ki “yumurtaya can veren rabbim, sen nasıl da muhteşem bir sistem kurmuşsun ki, zürafa heyvanını bu fetullah meyvesini yiyebilecek boyda dizayn etmişsin”. gidiş yoluna not veren matematik hocası ise karşılık olarak “olur mu lan, bu zürafalar böyle dizayn edilmemişti ki! bunlar böyle irili ufaklı ibişlerdi. gudik olanları ortama ayak uyduramadığından yok olup gitti. kala kala bu sırıklar kaldı” diyor. işte aradaki fark budur.

    unutmadan bir de şu var. evrenin merkezinin insan olduğunu düşünmek tabiat anaya hakarettir. çünkü insan bu işleyen sistemin bir ara ürünüdür öznesi değil. kaldır bakalım plutonu güneş sisteminden insan diye birşey kalıyor mu? o zaman ben de evrenin merkezi plutondur diyeyim. ha pardon ama biz insanlar plutonu gezegenlikten çıkarmıştık değil mi? hmm. sonsuz diye nitelendirdiğimiz evrende insanın evren için önemi, kanalizasyondaki bok tanesinin benim için önemi kadardır. sıfıra yakınsar. bir yaratıcının ol(a)mayacağı fikrine dahi tahammül edemeyen insanlara anlatmak zor tabi bunları. neyse denizin buz gibi soğuk sularından gelen bir atasözü ile bitiriyorum;
    (bkz: anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az)
hesabın var mı? giriş yap