• 1953 tarihli hitchcock filmi. insanı whodunit kasılmalarına sokmadan ilkin katilin açıklanmasıyla ilginç şekilde başlayan öykü, kuvvetli kamera kullanımıyla, geriye dönüşlerle ilerler fakat biçimi anlamlı kılacak kadar iyi bir senaryosu olmadığından hitchcock'un klas filmlerine pek yaklaşamaz. zira suç etrafında oluşturulmuş bir gerilim yerine yine suç etrafında ahlaki bir mesele tartışılır ki north by northwest'e alışmış bünye sıkılır. alt bi janr açmak gerekirse dini noir denebilir.
  • 1953 yapımı bir alfred hitchcock filmi. usta filmin açılış jeneriğinden hemen sonra merdivenlerin tepesinden geçerek cameo görevini ifşa edip ardından da cesedi göstererek olaya bodoslama girer. oha hemen cinayete girdiler falan derken katil pedere günah çıkartır ve cinayeti itiraf eder. orada açıkçası biraz hevesimiz kırılır. katili hemen öğrenmek işimize gelmez. sonrasında ise peder ve bir hatun arasında ortaya çıkan eskiye dayalı ilişkiler ve pederin bir anda sanık konumuna gelmesi, pederin günah çıkarma seansında söylenenleri açıklamakla açıklamamak arasındaki ikilemi, mahkeme falan derken bir çırpıda film bitiverir. allah ömür verirse yakında dalya diyecek ölümsüz aktör karl malden polis dedektifini oynarken, montgomery clift peder rolünde döktürmüş. katil kimden öte pederin söylemleri üzerinden yürüyen bir gerilim. geriyor mu, ben gerildim valla.
  • hitchcock'un favori teması yanlışlıkla suçlanan masum adam'a sahip, ancak pek bahsedilmeyen 1953 tarihli filmi. hızlı bir başlangıçla, ilk sahnede ceset ikincide itiraf gelir. filmin göz ardı edilmesinde en önemli sebep klasik hitchcock geriliminin bu filmde tersten işlemesi. suçlanan masum adam bir katolik rahip, ve daha ikinci sahnede gerçek katil ona günah çıkararak ne yaptığını anlatmış durumda, bu nedenle rahibin onun günahını açıklama şansı yok. açıklamak bir yana, onu işaret edecek herhangi bir ipucu vermesi bile inançlarına aykırı. oysa normalde yanlışlıkla suçlanan masum adam gerçek suçluları ortaya çıkarmak için olmadık hengamelere dalar, buradaysa rahipten bir aksiyon gelmesi imkansız. o zaman gerilim nasıl ilerleyecek? masum adamla empati kurup nasıl heyecanlanacağız? gerçeğin ortaya çıkması ya da çıkmaması tamamen diğerlerinin elinde, ana karakterin kendi kaderi üzerinde zerre hükmü yok. velhasıl-ı kelam, bu film empati kurmaya meraklı seyircide korkunç bir çaresizlik hissi bırakıyor.

    bir de şu var, geçmişi araştırıldığında en masum adamın bile hataları bulunabilir ve bunlar tesadüfle veya normalde anlamı olmayacak çeşitli olgularla bir araya geldiğinde herkesi bir anda sanık kürsüsüne yollayabilir.

    hamiş: hitchcock hiç kasmayıp kendini ilk planda sokakta yürürken gösteriyor. quebec film çekimi için harika bir mekan olmuş, bu nedenle film enfes kent fotoğraflarıyla dolu. hüzün efsanesi montgomery clift dolu dolu bir oyunculuk sergiliyor, fazla konuşamayacağı için gözleriyle anlatıyor herşeyi. ve rahiple gerçek katilin karşılaştığı her sahne, ahlaki çatışma gösterisi olmuş.
  • baş karakter rahip açık bir isa figürüdür. başkalarının günahları için çektiği acıların yanında, bir çok sahnede hitchcock görsel olarak da buna işaret eder. örnek mi istiyorsunuz, hemen veriyorum: omuzları çökük bir halde quebec sokaklarında polis istasyonuna doğru yol alan rahibi, isa'nın yanında romalı askerlerle ve sırtında çarmıhla golgotha'ya giderkenki halini tasvir eden bir heykelle birlikte verir ki fotograf estetiği açısından müthiş bir sahnedir. yine rahibin katili saklaması gerektiği anlarda kadrajda illa bi çarmıhta isa figürü belirir. mahkeme çıkışından taksiye kadar aldığı yol, yine isanın golgotha yolculuğuyla bir çok açıdan benzerdir. yaklaşık 45 yıl sonra, ben mesihim diye ortaya çıkan dijital bi hacker'ın görsel açıdan, saç traşından kostüme kadar, baş karakterin tıpkısının aynısı olması ise tesadüflerle açıklanacak bir durum değildir, tabii ki mevzu sinema ise. (bkz: matrix)

    elbet bi nebze farklıdır diğer hitchcock filmlerinden. mizah sıfırdır, feci karanlıktır. ve inancın, dini olması mühim değil bir değere duyulan inancın övgüsüdür film, bu sebeple yönetmenin tüm filmografisinde benim için de yeri ayrıdır.
  • a hitchcock'un en başarılı filmlerinden. peder logan'ı canlandıran montgomery clift'in enfes oyunculuğu ile karakterin yaşadığı iç hesaplaşma daha iyi anlatılmazdı.
  • cinayet odaklı bir filmden çok karakter odaklı bir film. hitch amca gene döktürüyor. hitch bu kez kimin, nasıl öldürüleceği ile ilgilenmiyor. filmin başında kimin öldürüldüğünü ve bu kişiyi öldürenin kim olduğunu gösteriyor. böylelikle cinayet arka plana alınıyor ve filmin esas mevzusu önplana geçiyor. cinayet önemli tabi ki ama asıl önemli olan papazın durumu. kilisede çalışan ve para için adam öldüren otto bu cinayeti gider kendisine sürekli yardım eden papaza anlatır ama günah çıkarırken anlatır. hıristiyan inancına göre papaz kişilerin günahlarını açıklayamaz, bu konuda yukarıdan kesin bir emir var. açıklamayacaksın! gençliğinde kiliseye giden ve epey dindar (hatta fazlasıyla dindar) olan hitch de bunu bir filmle sorgulamak istemiş besbelli. bir süre sonra papaz, otto'yu açığa çıkaramayacağı için ihalenin ona kalacağını fark ederiz, olaylar gelişir. hitch diğer filmlerinde de masum olmasına rağmen suçlu durumuna düşen karakterleri anlatmıştı. bu filmin farkı ise masum karakterin kendisini aklayamayacak bir durumda olması. bu açıdan farklı bir noktada duruyor bu film hitch'in filmografisi içerisinde. bir diğer fark ise dini ve hz.isa'yı bu denli yoğun kullanıp diğer filmlerinin çoğunda bulunan (en dramatik filminde dahi) mizaha hiç yer vermemesi. mizah hiç yok, ki şaşırtıcı, zira dediğim gibi hitch mizahı sürekli kullanan birisi. mizah yok, masum karakter kendisini aklayamıyor, din ve hz. isa önplanda. papazı hz. isa'ya benzetmemek gerçekten mümkün değil. önünde onca kötülük olmasına rağmen sesini çıkarmayan, bir tokat yedikten sonra öbür yanağını çeviren birisi papaz. doğal olarak akla hemen isa geliyor, isa gibi adamsın papaz. gibisi fazla aslında. belli ki hitchcock isa'yı anlatmak istemiş.

    başarılı bir film, etkileyici de. ama şahsen ben de mizahı bol olan filmlerini daha çok seviyorum. o yüzden bu film mi north by northwest mi diye sorulursa ikinciyi seçerim.
  • kötü adamın olmadığı bir cinayet filmi. katil bellidir, cinayet sebebi bellidir ama yine de kendini izletir. sonlardaki klas mahkeme sahneleri kendisinden sonra gelecek "courtroom drama" filmlerinin (bkz: witness for the prosecution) (bkz: 12 angry men) (bkz: to kill a mockingbird) habercisi gibidir.

    gelgelelim pederin yaşadığı çatışma ve diğer pek çok sahnesiyle izlenmeye değer olsa da hitchcock dünyasında 2.lige aittir.
  • bir hitchcock filmine göre fazla ciddi ve yetersiz buldum. aslında oldukça ilginç bir film, fakat baş karakterin bir rahip olması filme zarar verdiği gibi, tüm filmin rahibin mesleğiyle ilgili tek bir tema üzerinden dönmesi de film içerisindeki senaryosal diğer öğelerin bütüne hizmet etmesini engelliyor ve sadece kurguya katkı sağlıyor. hitchcock gibi bir yönetmen açısından da bu durum bir sorun teşkil ediyor. özellikle hz. isa figürünün rahiple birleştiği o ünlü yürüyüş sahnesi, fazla gösterişli bir şekilde seyrediyor.

    i confess, kimi nefis çekimleri ve ilginç konusu haricinde içerik-bütünlük olarak -kimi hitchcock öğerleri hariç- hitchcock sinemasını pek yansıtamayan bir yapım. dini temaya sahip bir diğer filmi the wrong man(1956)'i çok daha başarılı bulurum.
  • 1953 yapımı adalet, ahlak ve güven temaları arasına sıkışmış siyah beyaz bir alfred hitchcock eseri.

    filmde vicdanını kendine yastık yapan bir rahip var, vakur ama aynı zamanda çekingen, tutuk. aynı yıl çekilen from here to eternity'nin de yıldızı olan montgomery clift, bu rolde bakışlarıyla bile izleyenlere büyük bir ağırbaşlılık hissettiriyor. zamanında filmi izlerken açılış sahnesinde yerde yatan cesedi ve birkaç dakika içinde belli olan faili görünce nedense kırmızı pazartesi kitabı aklıma gelmişti. hani işleneceğini herkesin bildiği halde engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı, halkının büyük bir basiret bağlanması yaşadığı o garip hikaye.

    ayrıca rahibin soruşturmasını yürüten müfettiş karakterinde karl malden'i izlemek de pek keyifliydi. onun on the waterfront'taki rahip rolünden aşina olduğum o sakin ve babacan tutumu buraya da bulaşmış bir şekilde. bazı insanlara kibir, öfke ve hırs sahiden hiç yakışmıyor.
  • kendi hayatının kirletilmesi pahasına hakikatten,idealistliğinden ödün vermeyen genç bir rahibin, evlenmiş olmasına rağmen rahibe olan aşkını yokedememiş kadının, rahibin onca yardımına rağmen ilk fırsatta onun kişiliğini, saygınlığını bozacak iftiraya maruz bırakan hizmetçinin arasında geçen siyah beyaz bir adalet masalı...
    neden acaba başroldeki kadını bu kadar benimsedim?
hesabın var mı? giriş yap