*

  • bu eylemin kutsandığı bir düzene, binlerce yıldır bir alternatif oluşturamadığımızdan, tüm insanlık alemi ruh hastaları olarak dolaşıyoruz.
  • bir faaliyette, icraatta bulunmaktır. boş boş oturmamak, oturduğu yerden sallamamaktır. hatta bir görüşe göre yerinde saymak bile ayakta öylesine durmaktan iyidir.

    bazen olur ki, birine kızar, köpürürüz. o kızdığımız kişinin çeyreği kadar iş yapmamışızdır. hatta, kızdığımız şahsın yaptıklarının aksi istikametinde bile bir gayretimiz olmamıştır. sonuçta olan, eleştiri kültürüne (!) daha fazla katkıda bulunmaktan başka bir şey değildir. keşke onu da hakkıyla yapabilsek.

    derler ki, bizans'ı gayrımemnunlar güruhu yıktı. yani, yapılan hiçbir işi beğenmeyip, sadece kendini haklı gören, kendinden başka herkesi işe yaramaz kabul eden zihniyetin temsilcileri.

    bazen klavye başında geçirdiğim vaktin miktarı biraz artınca kendime kızıyorum. neticede ukalalığım tutup ona bir kulp takma, şuna bir bahane bulma derken zaman geçiyor. hem de küfrettiğim, kulp taktığım insanlar hala iyi-kötü "iş yapmaya" devam ederken...
  • yaptığınızın ne olduğundan bağımsız olarak, verdiği işe yarama ve/veya bir şey yaratmış olma duygusu ile yaşadığınızı hissetmenizi sağlar. sonuçta hissettirdikleri açısından bakılacak olursa bağımlılık yaratıcı bir durumdur.

    burada "iş" derken sadece maaş aldığınız, profesyonel mesleğiniz değil kastım. çok zaman onun içinde hiçbir kişisel tatmin duygusu yoktur*. tersi de geçerli olabilir ama iş bağımlılığından bahsetmiyorum. benim asıl anlatmak istediğim tamamen boş ve aylak geçirilebilecek zamanlarda iş yapmak. cumartesi pazar günleri/tatilken okumak, yazmak, temizlik, ütü, belki hamur yoğurmak, örgü örmek, tamir yapmak... özünde öyle doyurucu bir haldir ki iş yapmak, biraz boş oturunca sıkılmanıza, kendinize öfke duymanıza, boşa geçen zamana küfretmenize yol açar. yıllık izinde her şey dahil bir mekana gidip ayaklarınızı uzatma fikri kabuslara yol açar, plajda uzanamaz, bütün gün orada oturabilenlere "neler hissediyorlar acaba" diye merakla bakarsınız.

    bugüne kadar yazdıklarımla çelişiyor gibi bu yazım. yıllardır, belki ilkokul yıllarımdan beri, kendimi tembel olarak tarif etmekten hep gurur duydum, çünkü doğru olan buydu. ev toplu/temiz olsun, derslere sıkı çalışılsın, yüksek ortalamalarla mezun olayım, mutfak temizlenmeden uyumayayım, yatak toplanmadan evden çıkmayayım kaygılarım olmadı hiç. yapmak içimden gelmediğinde, yapılması gerekenleri erteledim. tembellik hakkı'nı savundum. ama tüm bunları yaparken yapılması gerekenin yerine o an çok da öncelikli olmayan başka bir iş yapmaktan geri durmadım. final haftalarında ders çalışmak yerine romanlar okudum, evde işler birikmişken bahçe ile uğraştım...

    tatil günleri erkenden büyük bir enerji ile uyanıp ev işine gömülmekten veya çiçeklerin saksılarını elden geçirip sözlüğe yazmaktan zevk alıyorsanız, yapılacak milyonlarca işin arasında canınızın hangisini yapmak istediğini bulamadığınızda sıkıntıdan/boşluk hissinden içiniz kararıyorsa kulübe hoş geldiniz.
  • "meğer polis dairesine kapatmışlar. şimdi kerhaneye atmışlar. rum kızı 'ben yerimi buldum. bağlarda baskın korkusuna gezmektense işte burada namusumla iş yaparım*,' diyormuş." kemal tahir - karılar koğuşu

    (ilk giri tarihi: 21.10.2016)

    (bkz: çalışmak), iş görmek
    (bkz: iş tutmak)
    (bkz: iş yaparken dili dışarıda kalan insan)
    (bkz: toy günü durdu da dolu günü bezendi)
hesabın var mı? giriş yap