• kendisi "bayan"dir. evet evet, bayan ekonomist. cok da basarilidir. cagdasi olan bir cok ekonomist kendisinden korkmustur. korkutucu bir elestiri zekasina sahip oldugu soylenir.
  • 1983'de vefat etmi$tir.
  • 1903’de surrey’de dünyaya geldi. cambridge’de gilton college’deki iktisat öğrenimini 1935’te tamamladı. kendisi gibi iktisatçı olan eşi austin robinson ile birlikte üç yıl hindistan’da kaldıktan sonra cambridge’e döndü ve 1937 sonlarında bu okulda ders vermeye başladı. izleyen on yıl içerisinde üç kitap ve sayısız makale yazarak yetenekli bir iktisatçı olduğunu gösterdi. buna karşın 1965 yılına kadar profesör yapılmadı.
    çoğu iktisatçının tersine iktisadın yalnızca bir bölümünde yoğunlaşmadı. çok çeşitli konularda kitap ve makaleler yazdı.
    joan robinson, iktisatta cambridge ekolü ya da yeni keynesçi ekol gibi adlarla anılan akımın kurucularından ve en önemli temsilcilerinden biri sayılır. başlangıçta keynes’in izinden gidiyordu ve “genel teori.” üzerinde yoğunlaşmıştı. döneminin egemen iktisat ekolü olan yeni klasikleri çok etkili bir biçimde eleştirdi. yeni klasik iktisatçıların, tam rekabetçi denge varsayımıyla kendilerini fildişi kulelere hapsedip yaşamdan ve gerçeklerden koptuklarını gösterdi. 1933 yılında bu konuyla ilgili olarak “the economics of imperfect competition-eksik rekabet ekonomisi” adlı yapıtını yayımladı ve yeni klasiklerin tam rekabetçi modellerinin yerine, pierro sraffa’nın görüşlerinden de yararlanarak, kendi eksik rekabetçi denge modelini geliştirdi.
    marks’ı incelerken ricardo’yu da incelemek gerektiğine karar verdi ve ricardo’nun birikim ve bölüşüm teorilerini geliştirdi. batılı akademisyenler arasında marks’ın bir iktisatçı olarak önemine dikkat çeken ilk iktisatçıdır. 1942’de kaleme aldığı “an essay on marxian economics-marksçı iktisat üzerine bir deneme” adlı yapıtı iktisat tarihinde çığır açacak önemdeydi. akademik kariyerinin ileriki dönemlerinde, sürekli olarak marksçı iktisatla keynesçi iktisadın bir sentezini oluşturmaya çalıştı. bunu yaparken polonya asıllı bir iktisatçı olan michael kalecki’nin görüşlerinden de yararlandı.
    1953 yılında yazdığı “production fonction and the theory of capital-üretim fonksiyonu ve sermaye teorisi” adlı yapıtıyla yeni klasiklerin sermaye teorisini büyük ölçüde hırpaladı ve gözden düşmesini sağladı.
    yukarıda da değinildiği gibi, robinson, iktisadın hemen hemen bütün alanlarıyla ilgilenen ve yapıtlar üreten “komple” bir iktisatçıydı. 1956 yılında bu kez de “accumulation of capital-sermaye birikimi” adlı yapıtını yayımlayarak kendi büyüme teorisini geliştirdi. yapıtının adı, ünlü alman marksist düşünür rosa lüksemburg’un yapıtıyla aynıydı.
    dünya görüşüyle ve akademik düşünceleriyle tutarlı politik tavırlar geliştirebilen saygın bir bilim insanı olan joan robinson, yaşamı boyunca üçüncü dünya ülkelerinden yana oldu ve onların haklarını bıkmadan savundu. 1983 yılında yaşama gözlerini kapattı.
  • iktisat dünyasının, duygu asena ları olmadığı için..çok önemli, tarihi ekonomik tespitler yaptığı halde, nobel ödülü verilmeyen iktisatçıdır kendisi..
  • neo klasik sentezcileri piç keynesyenler olarak niteleyen ağzı bozuk, kafası çalışan hanımefendi.
  • iktisat felsefesi adlı kitabını okumadan iktisat mezunu o-lu-na-maz.. okuyun, dağıtın, anlatın, hediye edin.

    buyrun e-book şeklinde*

    http://www.scribd.com/…an-robinson-ktisat-felsefesi
  • bim üst düzey yöneticisinin bahçeli'ye hitaben söylediklerini düşününce hatırladığım ingiliz ekonomist.

    kavramlara ve kalkınmaya verdiği önemden etkilenmiştim. bu iki noktayı çağdaş iktisatçılardan ha joon chang'de de görmüştüm. kavramları doğru izah edemezseniz; olayları sağlıklı şekilde yorumlayamaz, problemin sebebini bulamaz ve çözüm üzerine kafa yoramazsınız.

    kalkınma ise apayrı bir konu. hepimiz sabahtan akşama kadar faiz ve kur denklemine hapsolmuş biçimde gelişmeleri takip ediyoruz. bir de son dönemde enflasyonu ekledik. sonuçta istatistiksel büyüme değerlerini önümüze hedef diye koyuyorlar. veri açıklandığında ise çoğumuz "ülke yüzde x büyümüş fakat ben bunu hissetmedim." diye yakınıyoruz. ülkemizde verilerin doğruluğu tartışılır ama varsayalım ki doğru: büyümenin vatandaşa - topluma yansıması için aynı ölçüde kalkınmış da olmak lazım. bu ikisi farklı kavramlar. detaya girmeden örnekleyeyim; ekonomik büyüklük endeksinde türkiye isviçre'nin önünde. peki kalkınmışlıkta öyle mi? isviçre ikinci, türkiye ellili sıralarda... basit bir örnek bu.

    robinson, kalkınmak için verimliliği önemser. "kişi başı çıktıyı arttırmanın yolu ekipman ve eğitim sağlamaktır. az gelişmiş ülkelerde çok düşük bir üretkenlik düzeyinde istihdam edilen ya da neredeyse hiç istihdam edilmeyen işçi kitleleri vardır. onları makul bir üretim düzeyi için donatmak ve eğitmek büyük bir iştir.

    ulusal otoriteler kalkınmayı yönlendirme işini üstlendiğinde, yatırım özel teşebbüsün dalgalı hayvanî ruhlarını takip etmek yerine bilinçli bir planla kontrol edilmek zorundadır. az gelişmiş bir ekonominin karakteristik sorunu, mevcut birikim hızının çok düşük olmasıdır. bu tür ekonomilerin önünde büyüme oranlarını yükseltmek gibi ağır bir görev vardır. bu ülkelerin halklarının büyük bir kısmı çoğunlukla çalışma verimliliği için gerekli olan asgari geçim seviyesinin altında yaşamaktadır.

    enflasyonist olmayan bir kalkınmanın sırrı, zorunlu büyük planları destekleyecek yeterli miktarda bir arz fazlası üretmek için tüketim malları sektörüne (özellikle tarıma) doğru miktarda, hızlı getirili, sermaye tasarrufu sağlayan yatırım tahsis etmektir. enflasyona ilişkin ipucunun bulunacağı yer, 'cari açığın finanse edilmesi' aldatmacasından çok bu tür bir analizdir.

    tek amaç kalkınmadır. sanayiyi değil tarımı, iç üretimi değil ihraacatı, ağır değil hafif sanayiyi denemeniz gerektiğini söyleyenleri dinlemeyin. siz her zaman ikisini de isteyin."

    robinson'a göre iktisadın doğası milliyetçiliğe dayanır: "uluslararası rekabet ve ulusal politika, ekonomik kalkınma için büyük bir teşvik olmuştur. bütün kapitalist ülkelerin hükümetleri laissez faire teorisi maskesiyle ticareti ve üretimi arttırdı, topraklar fethetti ve kendi vatandaşlarının avantaj elde etmesine yardımcı olacak kurumlar oluşturdu."

    robinson aynı zamanda ahlakçıydı: "iktisatçılar için ilk esas; sadece parayla ölçülebilen değerlerin, hesaba katılması gereken değerler olduğunu iddia eden ideolojiyi teşvik etmek değil onunla savaşmaktır."
hesabın var mı? giriş yap