• interpol'den tanıdığımız paul banks'in solo albümü. kendisini de julian plenti adıyla anıyor. albümde interpol tadı veren birkaç şarkı olsa da apayrı ve yepisyeni muhteşem şarkılar da yok değil. albümde birkaç vasat şarkı olsa da ağustosta çıkan bu albüm 2009'un en iyi albümlerinden tartışmasız.
    (bkz: games for days)
    (bkz: fly as you might)
    (bkz: skyscraper)
  • ağustos ayında çıkmasına rağmen yeni yeni dinlediğim ve son günlerimin favorilerinden olan albüm. interpol'den ayrı bi noktada duruyor paul banks bu projede. gerçi yaptığı son açıklamada yeni interpol albümünün de öncekilerden farklı olacağını hatta orkestral kısımlar barındıracağını belirtmişti. "julien plenti is... skyscraper" yine de karanlık notaların bulunduran bir albüm.
  • interpol'den arta kalan zamanları böylesi işlerle doldurmasını çok takdir ediyorum paul banks'in. açıklamasına göre albümdeki bazı şarkıları interpol albümleri çıkmadan önce yazmış zaten. bu albümün devamının da geleceğini söylüyor. bakalım daha neler çıkacak senden mr banks, kirli çıkı seni..
  • paul banks'in gerçekten yapmak istediği midir, new york'un canlı-kalabalık şehir hayatını müziğine yansıtmasından bıktığından dolayı yaptığı bir albüm müdür, amerika'nın southern yaşantısına özenip de bir türlü yaşayamamasından mıdır, mevzu bahis southern havasının nezdinde bıraktığı ve müziğine yansıtmak istediğinden midir bilinmez, ama paul bu albümü yaptı. ve albüm çıkmadan önce ortamlara sızan üç akustik, tek-oturuşta-kaydedilmiş parçasından*** anladığımız kadarıyla paul'de ukte olarak kalmış bir southern-country atmosferine yakın bir müzik icra etmek. zaten paul banks'likten julian plenti'liğe geçiş aşaması sadece müzikal bir süreç değil. imaj olarak da horn-rimmed gözlükler olsun, kot pantolon olsun, oduncu gömleği olsun, altın kolye olsun bir southern havasına kaçış, new york'tan bir uzaklaşma vardı. bunu çok iyi kullandı paul. kendine sadece bir yan proje, bir yan sound edinmedi. tamamiyle ayrı bir kişilik edindi. zaman zaman metropolün, new york'un metrolarından*, kaldırımlarından* kaçıp sığınabileceği bir kişilik yarattı. bu kendisine ne kadar yaradı bilinmez, ama dinleyicilerine kendi elleriyle bir başucu eseri daha bıraktı. julian plenti'nin interpol olmak gibi bir iddiası yoktu, hatta teorilerimle anlattığım kadarıyla interpol'lükten kaçtığını öne sürebilirim. bu bağlamda albümü interpol'le kıyaslamak pek de akla yatmıyor. interpol'ün müziğini -söylediğim üzere- metropol, şehir hayatı* olarak niteleyecek isek, julian plenti'yi bu metropole gelip 5-10 yılını geçirip memleketine dönmüş bir redneck olarak nitelemekte bir beis görmüyorum. her vuruşunda, gitarında, liriğinde gökdelenler hayal etmiyorsunuz julian plenti'nin. albümün isminin dahi ironik olduğunu savunabilirim bu noktada. "julian plenti'nin kendisi olmuş gökdelen, neyinden bahsediyorsunuz" gibi bir cümle aklıma geliyor her okuyuşumda.

    sözün özü şudur ki, julian plenti ile interpol'ü kıyaslamak led zeppelin'le pink floyd'u kıyaslamaktan farksızdır. bu denli abesle iştigaldir. albüm nasıl mı olmuş? başından sonuna aykırı, muhalif duruşlu ve bir o kadar da apolitik. paul'den daha kötüsünü de beklemezdim.
hesabın var mı? giriş yap