• hikmet hükümenoğlu'nun can yayınları'ndan yenilerde çıkan romanı. körburun (prens adalarından gerçekte olmayan biri olarak tanımlanmış, büyükada'dan bir sonraki durak olarak yani) isimli bir adada geçiyor ama yakın tarih türkiye'sinin portresi çiziliyor gibi. ilk 150 sayfası öyle bir aktı ki, tamamen şahsi ölçeklerimle büyük roman sinyalleri alıyorum diyebilirim. heyecanlandım, bitirmeden ilk entrysini gireyim istedim. iş bu entry üç zamana güncellenecektir.
  • görünmez hakikatlerin uzun hikayesi: körburun

    ıssız bir adaya düşsem yanıma almak isteyeceğim o üç şeyden biri ben olmazdım. hepimizin hayatının bir döneminde kullandığı o çok bilinen cümlelerden biridir: “nereye gidersen git kendini de yanında götürürsün.” hele ki içine doğduğumuz ülkenin, insanın kendisine ait bir hayatı kurgulamasına ve gerçekleştirmesine pek olanak tanımayan on yıllara bölünen gündemi, değil bir ıssız adada, yeryüzündeki korunaklı alanımız sayılabilecek evimizde bile varlığımızdan şüphe etmemize neden olur. bu duygunun nedenleri üzerine ayrı ayrı hayat gerçekliklerimiz çerçevesinde düşünebiliriz. mesela benim babaannem doksan yaşında öldü, kendimi bildiğim andan itibaren bu ülkeye ve ülkede yaşananlara dair birçok şeyi ondan dinledim. babam altmış beş yaşında. o doğduğundan bu yana ülkede bir şey değişmediği gibi, ben babamın hayatına girdikten sonra da kayda değer bir gelişme söz konusu ol(a)madı. ben 1980 darbesinden dört ay sonra doğmuşum. bir neslin şanssız olarak adlandırılabilecek bölümü varsa tam içindeyim. velhasıl hepimiz nesiller boyu birbirimize anlatacağımız hikayelerle beslenip durmuşuz. olan biteni ıssız bir adada kendi başımıza düşünmenin bu yüzden pek gereği yok haliyle derken, bir gece ellerimin arasında tuttuğum romanla, hayalin ve hakikatin iskelesine yanaşıp, yaşadığım yerden uzak ve fakat içinde yaşananlara aşina olduğum bir adaya ayak bastım: körburun…

    hayali, hayali olduğu kadar yazarın zamanın geçiciliğine inat yarattığı, varoluşun onulmaz gerçekliğini kanıksamadan hissetmenize olanak tanıyan bu adaya ayak basmamla birlikte başka bir romanın ilk cümlesini hatırlayarak çevirmeye başladım sayfaları. ıtalo calvino, bir kış gecesi eğer bir yolcu adlı romanına şu cümlelerle başlar: "...rahatla. toparlan. zihnindeki bütün düşünceleri kov gitsin. seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin. kapıyı kapasan iyi olur; öte yanda mutlaka çalışmakta olan bir televizyon vardır. hemen seslen ötekilere: 'hayır, televizyon seyretmek istemiyorum!' sesini yükseltmezsen duyamazlar seni. 'kitap okuyorum. rahatsız edilmek istemiyorum!'" gerçek dünyadan soyutlanıp kurgulanan bir dünyanın içinde yer edinebilme ya da en azından o varlık alanının kenarında durabilme sanırım yeni bir romanı okumaya başladığımızda çoğumuzun az çok hissettiği duygudur. çünkü bir başkası tarafından yaratılmış hakikate tanıklık edeceğimiz hissi bize kelimelerle ve kelimelerin zihnimizde yaratacağı görüntülerle daha önce belki de deneyimlemediğimiz edebi hazzın gizil ve gizemli dünyasını vaadeder. her roman, önceki yaşam deneyimlerimizden farklı, kimi zaman karmaşık, bazen yoğun bir oyunun içine dahil olmamıza olanak tanır. geçmişi tozundan arındırır. zaman genişler, mekan her şeye mümkün olabilme ihtimalini yükler. okuyup bitirdikten yıllar sonra, o çok sevdiğimiz romanlardan birini tekrar elimize aldığımızda kelimelerle ifade edemediğimiz mutlak yakınlık, yazar için duyumsadığımız değildir. bizzat anlatıya duyduğumuz bu yakınlık zamanın ve mekanın zihnimizde bıraktığı izlerle beslenir. hayatın gölgeli taraflarının, anlatılan hikayenin anlamıyla berraklaşması çarpıcı ve yeni bir yaşam deneyimiyle karşılaşır.

    hepimize yakın hepimize uzak bir ada

    hikmet hükümenoğlu ’nun körburun romanı ile böylesi bir yaşam deneyimini duyumsattığını söylemek sanırım yanlış olmayacak. 1960-1990 yılları arasında ülkedeki siyasi, toplumsal ve kültürel kırılmaların odağında, günde iki vapur seferiyle ulaşılabilen, coğrafi özellikleri nedeniyle gidilmesi çok tercih edilmeyen, birbirinden farklı hayalleri ve beklentileri olan insanlarla hemhal olup yaşananların ardındaki derin uğultunun içindekileri dinleyebildiğiniz bu ada, sizi biricik bireyselliğinizin lütfundan alıp hayatın hakikatlerle boğduğu derin çukurun içinde düşünmeye zorluyor. birden “aynı uykunun içinde aynı rüyayı görüyormuş gibi” hissettiğiniz anlar, yazarın nedenselliklerle birbirine bağladığı hikayeler ve karakterlerle hakiki bir üslubun inşa ettiği anlamla birleşiyor. hikmet hükümenoğlu körburun ile bir hayal ülkesinin hüzün, keder ve acı ile deneyimini anlatırken tarihsel-toplumsal bağlamı öylesi sağlam iplerle birbirine dikiyor ki bir anda o adanın içinde yaşayanlardan biriymiş gibi hissederek ödeşiyorsunuz tekerrür eden ülke tarihiyle. 1964 rum tehciri, 27 mayıs, 12 eylül bulanık bir suyun yıllar geçse de arınmayacak halini tanımlayıveriyor tekrar. zaman-anlam ve mekan, körburun adası’nda bellek ve hafıza, insan ilişkileri ve bilinçli kötülük halleri, dostluk, nefret, aşk, evlilik, bir yere ait olamama hissi, kabullenişlerin hayal ve hayal kırıklıkları ile ilişkisi ile yeniden tanımlanıyor. hikmet hükümenoğlu tüm bunları anlatırken romanı okuyacak her okuruna bir yer ayırıyor. ister roman kahramanlarının birinin içinde, ister adanın herhangi bir köşesinde kendinizi bulduğunuz o yer, yazarın size anlattıklarına niçin sorusunu değil nasılı sordurtuyor. yazar, anlatıcı olarak hakikati bütün düşünme pratiklerinizi ters yüz ederek, anlamın her türlü olanağı ile genişletip o kadar somutlaştırıyor ki bir an yazarla beraber romanın karakterlerinden olduğunuz hissi derinleşiyor. bu durum romanın sadece kelimelerle örülmediğini, zamanın düşünceye yoğunlaştırılan anlarının kare kare fotoğraflandırıldığını düşündürtüyor. romanın kadrajını büyük hikayenin küçük detayları oluşturuyor.

    detaylandırılmış, ruhsal durumları arasındaki geçişler sabırlı bir yaratıcılık ve üslupla yapılandırılmış roman karakterlerinin sayıca fazlalığı anlatının tarihler arasındaki geçişlerini birbirine içkin hale getiriyor. neriman abla’nın, meral’in, hayri’nin, seher’in, murat’ın, ferit’in, agop’un, stefo’nun, yorgo’nun ve diğerlerinin roman içindeki varlıkları, size insanın zamanın uğrak yeri olduğunu ve varoluşun belki de bu kesişme ile mümkün hale geldiğini tekrar hatırlatıyor. tıpkı romanın kadın karakterlerinin yoğunlukla yaptığı gibi bir pencerenin kenarında oturup, neriman abla’nın içindeki diğer sese ortak olurcasına kendinizle kurduğunuz bağ, romandaki her bir karakterin durup bekleme, kurtulma, anlamaya çalışma, kabullenme ile reddetme duyguları arasında geliş gidişleriyle güçleniyor. tıpkı “ölmek ve yeniden doğmak gibi.” körburun, “insafsız bir hafıza” gibi unutturulmak istenenleri sürekli hatırlatırken romanın sonlarına doğru murat’ın yazdığı mektup, ülkenin içinde anlamaya çalıştıkça yorulduklarımıza, yaşarken her birimizi kıran, öfkelendiren, gücendiren yaşanmışlıklara ses oluyor. sırların görünürlüğü, hatırlanmak istenmeyenlerle bulanıklaşıyor. hikmet hükümenoğlu sahicilik duygusunu güçlü bir inandırıcılıkla yerleştirirken hayal ve hakikat, sezgilerinizin kenarından sıyrılıp hayatın merkezine yerleşiyor. belki de bu nedenle “…düşününce insanın bir dolu şeye içi acıyor.” türkiye edebiyatında yıllar sonra elinize aldığınızda tekrar okumaktan imtina etmeyeceğiniz bir roman körburun. bir sonraki on yılda neler olur şimdiden hüküm vermek zor lakin taşı, toprağı sırlarıyla incitilmiş bir ülkenin içinde yaşadıklarımızı marcus aurelius ’un romanda geçen şu cümleleriyle tanımlayacağımız gerçeği pek değişmeyecek: “etrafında olup biten şeyleri gören kişi, aslında her şeyi görmüştür: başı ve sonu olmayan zamanın içinde olmuş ve olacak her şeyi. çünkü olanlar hep birbiriyle ilişkilidir ve aynıdır.” ıssız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız o üç şeyden biri ne olur bilmiyorum. çantanızda yer olursa varolmakla hatırlamak arasında kalan “sizi” anımsatacak körburun’u ve hikayesini almayı unutmayın isterim.
  • aslında var olanların içinde olmayan bir adada, aslında var olan ama hep yokmuş gibi yaşanılan bir türkiye romanı.
    romandaki karakterlerin hepsi, tıpkı romandaki gibi her zaman bizimle hayır yanlış oldu her zaman biziz. ama olduğumuzu, hep olduğumuzu ve olacağımızı kabul etmeyerek her zaman başka biz'mişiz gibi yaşıyor, anlatıyoruz.
    çok beğendim çok başarılı buldum. tek yakışmayan çok fazla dizgi hatası, cümle bozuklukları olması. hatta birden fazla yerde karakterlerden birinin adı yanlış yazılmış. ikinci baskıda düzeltilir umarım.
  • ah o kadar zevk alarak okudum ki bu kitabı herkes okusun hayalinde körburun'da bir dönem yaşasın istedim.

    --- spoiler ---

    kitap; ırkçılığın, para hırsının, insanların nasıl da birbirini bu kadar çabuk galeyana getirebildiğinin, delilerin akıllı olduğu bir dönemin.. yani insanlık tarihinde değişmeyen her şeyi anlatıyor.

    yazarın anlatımıyla sizi kitabın içinde bir yere oturtup resmen yazdıklarını gösteriyor. siz okumuyor görüyorsunuz yaşananları.. bu kitabın tarafsızca dizisi çekilse muhakkak izlenir. ben bayıldım herkes bayılsın isterim.

    --- spoiler ---
  • körburun adındaki bir adada yaşayan üç kuşağın hikayesinin anlatıldığı, yaklaşık yetmişe yakın karakter barındıran ve bunları aynı bizler gibi zayıf yönleriyle de veren ve kendimizi onların yerine koyduğumuz, zaten bizim anne, baba veyahut dedelerimizin de yaşadığı dönemleri panoramik bir şekilde aktaran harikulade büyük romandır.
    kitabın anlattıklarıyla beraber aslında sonu olmayan bir yuvarlağın içinde dönüp durduğunu da anlıyor insanoğlu. hani diyor ya kitapta “ insan gittiği her yere kendini de götürür” diye, işte küçük hikayelerden büyük hikayeye çıkarıyor bizi yazar hem de gerçekten yaşanmış olan büyük hikayeye.
    --- spoiler ---

    beni en derinden etkileyen ise seher'in bilinçaltına olan yolculuğu ve murat'ın mektubuydu. özellikle yazı stili bile farklıydı.
    --- spoiler ---
  • öfkenin, para hırsının, gözü dönmüşlüğün, yanlış kararların, dönülmez yolların ve çıkmaz sokakların kitabı körburun.
    bir de bunu dönemin mübadele, 12 eylül darbesi ve birçok can sıkıcı olayla entegre edip ilmek ilmek 3 kuşağa işlediği şahane bir eser.
    içinde sayamadığınız onlarca karakter, her birinin soluksuzca anlatıldığı hayat hikayeleri. beni canı gönlümden vuran tek karakter tabii ki neriman abla.
    sayın hikmet hükümenoğlu'nun emeğine, kalemine ve yüreğine sağlık.
    okuyun demiş miydim?
  • pazartesi günü başlayıp az evvel bitirdiğim harika eser. bir 588 sayfa daha olsa okurdum sanırım. keşke filmi / dizisi çekilse. karakterler ve olaylar o kadar detaylı işlenmiş ki bir yeditepe istanbul ya da çemberimde gül oya tadı alacağımızdan şüphe yok.
  • uzun zamandır soluksuz okuduğum bir roman olmamıştı.
    hikmet hükümenoğlu, seni geç keşfettim. ama iyi ki keşfetmişim.
    körburun öyle bir kitap ki anlatılan atmosferi içinde hissediyorsun. kalbinin ortasına geliyor ve çöküyor. sanki roman senin etrafında geçiyor.

    dikkatimi çeken, içime dokunan bazı yerlerini yazdım. benim içimdeki bir şey etkilendi, uyandırdı.

    "öpücükler tohum gibidir, demişti, toprağa usulca bırakırsın, yıllarca uyur. sonra bir bakarsın, tomurcuklanmış, bambaşka bir şey olmuş."

    "anlamamış gibi yapıyordu ama anlıyordu elbette. insan burnunun dibinde olanları görmez mi? kaçamak bir bakış.
    konuşurken cümlenin ortasında ani bir suskunluk. gömleğe sinmiş ekşi bir koku. en çok da kokular insanın canını acıtıyordu. insan sadece sevdiğini kıskanır, derdi annesi, kıskanmıyordu meral. başka türlü bir acıydı bu. diş ağrısı gibi--hiç iyileşmeyen, aklına gelir gelmez insanı pençelerine alan, bu yüzden zorla unutturulmaya çalışılan bir acı. annesinin arkadaşlarının aksine, anlamıyormuş gibi davranmasının sebebi güçsüzlüğü ya da çaresizliği değildi. canının acıdığını insanların görmesine tahammül edemeyeceği için bu yolu seçmişti. asla kendini küçük düşürmeyecekti."
  • bugün başlayıp 250. sayfasına geldim. ne zamandır böyle kendini okutan büyük romana denk gelmemiştim. en son ayfer tunç'un `bir deliler evinin yalan yanlış anlatılmış gizli tarihi`' ni böyle elimden bırakamadan okumuştum. tertemiz dil tertemiz roman. gideyim de okumaya devam edeyim.
  • türk yakın tarihini merak edenlerin mutlaka okuması gereken roman. yaşanmış olayları, olmayan bir adada yaşatmış yazar. 4 günde 600'e yakın sayfa aktı gitti. tertemiz, berrak, akıcı bir dil. mükemmel bir kurgu.

    aldığı ödül de helali hoş olsun. yukarıda söylendiği gibi keşke film ya da kısa dizi olsa. kitabın her bir bölümünden bir bölüm dizi ne güzel olur online platformda.

    hikmet bey duyun bizi.
hesabın var mı? giriş yap