460 entry daha
  • birkaç farklı izleme/okuma pratiğinin ardından filme dair yeni-yorumlar:

    a) imam kardeşimizin (hamdi rolünde serhat kılıç) aydın'ın (haluk bilginer) çalışma odasında giymek zorunda bırakıldığı kadın terliği: evet, ilk başta aydın'ın (yazdığı yazılarda imamı yerin dibine sokacaktır) temsil ettiği değerlere, inanç sistemine yabancı olan bu adamın dışarlıklı varlığına yapılmış bir atıf gibi duruyor. şu haliyle bulunduğu ortama yabancıdır. orada, o ortamda istenmediğinin bir simgesi gibidir o bir çift küçük terlik. sınıf çelişkisini de görünür kılar ayrıca bu küçük kadın terliği. bu okuma düzlemleri kanımca yüzey yapı ile ilgilidir ve filmi anlamlandırdığı, katmanlarını zenginleştirdiği ise kesindir. ama eksiktir gene de. iste burada önemli bir meseleye geliyoruz: bir çift kadın terliği, derin yapıda, bekâr olduğunu kendisi de dillendiren imamın bastırılmış eşcinselliğine yapılmış bir atıf olarak okunabilir mi? mümkün. üstelik evlenmeyişini evin geçimini sağlamak zorunda kalışına bağlayarak sosyal çevrenin üstüne gelmesini de kendince engellemiş görünüyor. evlenseydi, karısı da o evde yaşamayacak mıydı? yani sofraya bir tabak daha ilave edilmiş olacaktı. bunun kendisinin kastettiği gibi fakirlik edebiyatıyla hiçbir ilgisi yok bana kalırsa. dolayısıyla onunki basitçe eşcinsel eğilimlerinin üzerini örtme girişimi olarak kavranabilir.

    b) aydın'ın sahibi olduğu, kâhyası hidayet'in (ayberk pekcan) kullandığı araç sürekli bozulur. bazen marş basmaz, arada sağından solundan ses gelir. hidayet aracı birkaç kez sanayiye götürür. ismail'in (nejat işler) oğlu ilyas (emirhan doruktutan) da camını kırar. kısacası aydın aslında bu araca benzer. onun da bir tamire ihtiyacı vardır. tıpkı bozuk arabası gibi o da maraza çıkartır, hafıza kayıplarına uğrar, az evvel ne söylediğini unutur; dün görüştüğü kişiyi bugün hatırlamakta zorluk çeker. karısı nihal'in (melisa sözen) kendisine söylediklerini de çabucak unutur. kız kardeşi necla (demet akbağ) ile kavga ettiğini bile unutmuş gözükür, çünkü hidayet onun kahvaltı haricinde odasından çıkmadığını söylediğinde oralı bile olamz, işkillenmez. bu haşin söz kavgasını da anında unuttuğu bellidir.

    c) kış uykusu sevgisiz ve yalnız karakterlerin filmidir. hiçbir karakterin hiçbir karakteri tam manasıyla sevdiği söylenemez. buna çaresizlik duygusu da eşlik etmektedir. ilyas, babasını bu hale sokan aydın ve hidayet'ten nefret eder, ama cam kırmak haricinde bir şey yapmakta çaresizdir. nihal kocası aydın'dan nefret eder ama ondan kopup ayrılamaz, yeni bir hayata başlamaktan korkar. hidayet yöre halkından nefret eder ama onu hep aydın dizginler. öğretmen levent (nadir sarıbacak) aydın ve aydın gibilerden nefret eder ama bunu imalı lafların ardına sığınarak belirtme gereği duyar. gene de onların iktidarına yenilir. onları sevmez ama birlikte ava gider. aydın da ondan ve arkadaşlarından çapulcu diye söz eder. aydın da kimseyi sevmez aslında. kendisini düşünen bencil insanlardan biridir sadece. imam hamdi, hidayet ve aydın'dan nefret eder ama çareyi arkalarından küfretmekte bulur. yüzlerine karşı bir şey söyleyemez, sadece her defasında biraz daha köpekleşir. nihal, görümcesi necla'yı küçümser, onun orada kendilerinin yanında kalmasından hoşnut değildir. karşılıklı nefret ilişkisi daha birçok karaktere genellenebilir.

    edit: imla
  • sürekli filmin uzunluğuna vurgu yapıp, vay be, o kadar da sıkıcı değilmiş, diyen sinemaseverler sanırım hep kısa metraj izliyorlardı.

    birçok sinefilin yere göğe koyamadığı the godfather 175, devam filmi 200, once upon a time in america'nın director's cut versiyonu ise 229 dakikadır. daha tonla örnek verebilirim!

    demek ki neymiş, uzun filmler de çekiliyormuş! artık papağan gibi aynı şeyi tekrarlamayın da filmi okuyun, iki orijinal bir şey söyleyin!

    edit: imla
  • pencerelerin simgeselliği:

    bilinçaltı/mazi/kişisel tarih/akıl tutulması/iç sorgulama/pişmanlıklar: görsel
    hapishane/yalnızlık/izolasyon/içe doğru çekilme/atalet/pasif nihilizm: görsel
    mesafe/yabancılaşma/kişisel sınırlar/eril tahakküm/dil hapishanesi/evliliğin ölümü: görsel
    korku/anksiyete/sınıf çelişkisi/örümcek ağına yakalanan aydın kimliğinin betimi: görsel

    yumuşak ışıklandırma:

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
  • kapadokya'da aç bir kömür sobası, üzerinde su dolu güğüm, paslı bir demir merdiven, yüz yıllık duvarda yalnızlığı anımsatan bir palto, kanepenin sağında unutulmuş bir havlu ve bilginin acı meyvesi elma: görsel

    yoksulluğun izleridir.

    bu katı gerçekçilikte çıkış kapısı, umut, geleceğe götürecek araçlar kitap ve kalemdir. ama hangi geleceğe? polis olma ihtimalidir bu gelecek, bu umut, bu çıkış kapısı; yoksul bir hapishane koğuşunu anımsatan bu kasvetli odada!

    tam o anda bant geriye sarıyor: raskolnikov tavan arasında yapayalnız. hukuk okuyor. beş parasız, umutsuz. ve tefeci kadın! sonra polislerce mahkemeye çıkarılacak. hapisteki koğuşuna götürülecek. yoksul tavan arasından bir başka yoksul mekana.

    belki de bu kavruk çocuk da polis olmayı hayallerken çocuksu düşleminde babasını itip kakanlardan, haciz memurlarından, kibirli bey ve hanımefendilerden intikamını alıyor. şimdilik her şey belirsiz. geleceğin puslu aynasında kendisini seyrediyor sadece. hastalığından kaynaklı boğuk sesi katı duruşunu madara etse de!
205 entry daha
hesabın var mı? giriş yap