• tam bir roman yazmaya usenen yazarin urunu
    veya kafadan bir seye baslayip sora ileriye goturulmeyen hikaye

    mesela

    post millenium pre eternity tr

    aklinin-ucundan-gecmeyen-seyle-ansizin-karsilasabilirsin tipte bir store
    asirlarin kiri ile istah acici bir kahverengiye burunmus ve yer yer catlayip kabarmis duvarlara duzensiz bir sekilde dayanmis eski paslanmis insanin yaslarina saygidan ellemeye kiyamadigi ve duvardan destek almalarina izin verilmeyip dukkanin icinde karmasik bir sekilde duran insani nasil hala ayakta duruyorlar diye hayretle dusunduren raflar. bunlarin bolmelerine ustlerine altlarina yanlarina ve tum dukkanin her tarafina bir nevi tarlaya bugday serpermiscesine dagitilmis esyalar cihazlar ve arac gerecler. arkalarda raflardan birine dostca destek olan bir metre uzunlugunda bir vailant home fission reactor a4 onun onundeki rafin bir bolmesinde 2134 de uretimi durdurulmus olan mig53 savas jetinin kirik ve paslida olsa orijinal distributor kabagi hemen yaninda sanki bir filmi cagristiran kol protezi alt rafta bir sony playstation ilerde yaninda coperfield yazan ve bir kac santim havada ucan bir sandigin ustunde honda xeed 2300 un 12 silindirlik baba motoru solda iki rafin aralarinda duran demir kolilerin icinde bir suru kitap

    ...carlos takanada: fistan yolculugu
    (bizim kizlar ne don giyer ne fistan)

    mary bloody treyci hikup:
    ejder mizragi nukleer kis greenpeace ejderleri,

    hawking:vucudun sirri ve anus,

    murat tasbukum:
    10 adimda dogana aston martin vantage kasasi takmak,

    hiristiyan cak: nil in kiyisinda yasayan yasli adamin torununun oglunun evlendigi kadinin ablasinin cocugunun tahta kuklasinin acikli hikayesi,

    lavrens durhele: alla alla kontesi kim sikti?..... [alexandria fingirdekligi]

    layn emsiz banks: amele yuvasi

    arto: cemberlerin efendisi

    girisin hemen yaninda olan tezgahin arkasinda sandalyeye serilip ayagini kasanin ustune yaslamis ve tezgahin ustundeki bir suru seyin arasina sikistirilmis dell slapthedude deck inden cikan kablonun ucunu anlinin kenarindaki girise takmis ve kapali gozkapaklarinin arkasindaki goz hareketlerinden net de gezindigi anlasilan bir lavuk tezgahin hemen onunde levis neon cotton flex salvar giymis olan ustunde ise siyah beymen hybrid skin mont ve kafasina da tokyo assassins holokepi takmis olan bir tip tezgahtarin ilgi alanina girmeye calisir ~bakar misin~ tezgahtar mechul sitelerde nirvanalardadir ~alo sana diyom priz kafa~ diye sesini yukseltir arkadasimiz ~huh~ diye tezgahtar gozunu acar ve retinasinda ucusan golgelerden kurtulmaya calisir ~hah su kirik nin cd sinen rich larson steve fastner art book'u ne kadar ?~ diyerekten tezgahin ustundeki diger esyalarin ustune koydugu parcalara isaret eder agzindan ~hoeeh~ gibi bir ses cikararaktan tezgahtar anlindan jak'i cikarir ve saskinca bakinir

    ~ya baba baksana~ diyerekten devam eder arkadasimiz ~birde sende su eski sisme kadinlardan var mi burada ha ? evde bir kal-tech var ama bilirsin iste onlarin androidsel mazeretlerini yok neural subroutine im meme yapmis yok aybasi chek up i olmamis

    ~ bu ara tezgahtar arkadas ~neaa~ diyerekten kafasini yoklar unplug olduguna emin olmak icin

    digeri anlatmaya devam eder ~kayganlastirici sivim bitmis e guzelim krem var vazelin var ama hayir mscl onayli kayganlastiricilardan baskasini kullanamazmis sonra ummadik anlarda donuk donuk bakarak sabahlara kadar unrecoverable technical error diye tekrarlamalar birde bunlar yetmiyormus gibi arada birde kucukken kotu seyler yasamis triplerinden depresif hareketler hayir senin baban tornavida annen civata nerdeee tacize ugramak nerde kotu anilarin olmak ?

    onun icin iste varsa sende soyle guzel eski tip konusmayan etmeyen uslu efendi bi sisme kadin alim diyorum hani kullanacak degilim de soyle bulunsun evde alternatif tehdit kiskandirma ve ikna unsuru olarak ise yarar diye dusunuyorum tezgahtar dumura uğramis sekilde ~ee~ der ~var mi ? birde sunlar kac para demistin~ diye sorar adam yuzunde heyecanli bir ifade ile tezgahtar kendine gelir ve ~ ikisi 300 kredi sisme kadin yok ama arkalarda bi yerde bi koli kullanilmis prezervatif olacakti ilgini cekerse~ diye yanit verir.....

    bole bi sii keyfe gore bir yerde bitirile bilinir...
  • okuması nispeten kolay, yazmasi kesinlikle zor olan bir edebi tür. 1800'lerin sonu ve 1900'lerin başında, sanayi toplumunun gelişmesi ile geniş kitlelere ulaşmış ve edebi bir şekil almıştır. oysa kısa hikayenin kökeni tüm edebi türlerden eskidir. tüm halk söylenceleri ve masallar kısa hikayenin öncüleridir. kısa hikayenin zor olmasındaki en önemli nedenler, kısa bir anlatımda hem atmosfer yaratıp, hem karakterleri oturtup hem de anlattığınız olayı ilgi çekici hale getirmek ve şaşırtıcı bir finalle sonlardırmak gerekliliğidir. kısa hikayeyi en iyi tanımlayanlardan biri (kendi boks geçmişinden de esinlenerek) julio cortazar olmuştur; 'roman sayıyla kazanır, kısa hikaye nakavt etmek zorundadır!'
    (bkz: julio cortazar)
    (bkz: hikaye kitabı)
  • 'short story'nin türkçe karşılığının yine hikâye olması nedeniyle, türkçe'de var olmayan ve zikredilmesiyle zikredenin çeviri tadındaki yaşamını iki nefeste ortaya seren bir şey.
  • gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar
    ümit gönlümün ekmeği umar ha umar umar
    elleri ak yumuk yumuk , ojeli tırnakları
    nerelere gizlesin şu avucum nasırları

    otomobili tamire geldi dün bizim tamirhaneye
    görür görmez vurularak başladım ben sevmeye
    ayağında uzun etek dalga dalga saçları
    ustam seslendi uzaktan oğlum al takımları

    bi romanda okumuştum buna benzer bir şeyi
    cildi parlak kağıt kaplı, pahalı bir kitaptı
    ne olmuş nasıl olmuşsa aşık olmuştu genç kız
    yine böyle bir durumda tamirci çırağına

    ustama dedim ki bugün giymeyim tulumları
    arkası kuşlu aynamda taradım saçlarımı
    gelecekti bugün geri arabayı almaya
    o romandaki hayali belki gerçek yapmaya

    durdu zaman durdu dünya girdi içeri kapıdan
    öylece bakakaldım gözümü ayırmadan
    arabanın kapısını açtım , açtım girsin içeri
    kalktı hilal kaşları sordu kim bu serseri

    çekti gitti arabayla egzozuna boğuldum
    gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır doğruldum
    ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları
    işçisin sen işçi kal giy dedi tulumları*

    * alternatif son: işçisin sen işçi kal giy deri tulumları
  • 04:43
    yataktan yavaşça kalktı. saatin kaç olduğunu merak etti önce. hava daha aydınlanmamıştı ya da son bir kaç günden beri yağan yağmur ve kapalı hava hala terketmemişti şehri. duvardaki saate baktı, boşuna bir çabayla gözlerini kısıp saati okumaya çalıştı. cep telefonunun saati aklına geldi, odanın diğer ucundaki masaya doğru seyirtti. telefonu el yordamıyla bulup saati okuyabildi sonunda. 04:43.

    niçin uyandığını hatırlamaya çalışırken yavaş yavaş bilinci açıldı. bölük pörçük imgeler dolandı beyninde.
    gecenin bir körü, dar bir sokakta koşuyor, hayır birini takip ediyordu. köşeyi dönerken savrulan saçları hatırladı. nefesi hızlanmıştı kontrolsüzce, hala ayakta olduğunu farketti. masanın yanındaki koltuğa bıraktı kendini.

    hatırlamak için zorladı beynini, bir önceki hatırladıklarıyla hiç ilgisiz görüntüler dolaştı aklında.
    güneşli bir gün, hayatı boyunca hiç gitmediğinden emin olduğu bir cafede oturuyordu. karşısındaki masada el ele bir çift, belli ki adam komik birşeyler anlatıyor, kadın da ilgiyle hem adamı izliyor hem de dinliyordu. gözlerindeki parıltıyı okadar net hatırlamasına şaşırmıştı ama anlam da veremedi. midesi kasıldı kıskançlıkla.

    derin bir nefes aldı, saate bir daha göz atmak istedi. 04:47

    yine geç kalıcam işe diye içinden geçirirken kolktuktan zorla kaldırdı vucudunu. ayağını masanın köşesine çarpınca telefonu koltuğa fırlatıp, küfürler ederek yatağa girdi. yastığa başını koyduğunda sokağın köşesinden kaybolan saçları hatırlamaya çalışıyordu. sırtüstü uzanıp tavana bakmaya başladı.

    yine cafedeydi, çayından – en azından o çay olduğunu düşünüyordu – bir yudum alıp elindeki gazeteye döndü. çayından bir yudum daha almak için uzandığında karşısında oturan kadını gördü. 25 – 30 yaşlarındaki kızıl saçları ve yeşil gözleri aklında kalan ayrıntılardı. kadın gözlerini gözlerine kilitlemiş, sanki saatlerdir orda oturuyordu da sohbetleri yarım kalmış, ondan bir cevap bekler gibi bakıyordu.

    yeniden uykuya daldığını farketmemişti bile. herşey, heryer yine değişti bir anda. yeniden o dar sokakta buldu kendini. hızla savrulan saçların arkasından köşeyi dönerken çatıdan damlayan suyu hisseti yanağında.
    yolun sonundaki merdivenleri hızla tırmanan kadın silietini seçti zorlukla, kadın son merdivene ulaştığında arkasına döndü, belli belirsiz el salladı ve aşağı atladı. donup kaldı, hiç bir şeye anlam veremez oldu, mantıklı düşünmeye çalışması uyanmasına neden oldu.

    güneş doğmuştu, duvardaki saate baktı. 09:15

    kalkıp giyinirken hala savrulan saçları düşünüyordu.
  • karanlık odada tek başına oturmuştu. gözlerini karanlığın ortasında tek bir noktaya dikmiş, düşünceleri arasında kaybolup gitmişti.

    farkında bile değildi ama denizin ortasındaki şamandıra gibi bir ileri bir geri sallanıyordu. düşünceleri kendiliğinden bir ritm tutmaya başladı, ardından sallanması buna uydu, aklındaki, aslında hiç olmayan müziğin ritmine tüm dünya uymuştu artık.

    karanlık odada gözlerini diktiği nokta gittikçe büyüdü, karanlığı,odanın sınırlarını, bilincini aştı. ucu bucağı, sınırları olmayan bomboş ancak dopdolu bir dünya yarattı kendine.

    ritm halen bu dünyanın bir parçası dahası bu dünyadaki somut tek şeydi. kaosun ta kendisiydi aklındaki, kah yükselip nefes nefese bırakıyor, kah alçalıp neredeyse yok oluyordu.

    artık ritmi görebiliyordu. hızla, olmayan engellere çarpan bir nehir gibi akıp gidiyordu gözlerinin önünde, oysa ki gözleri açık bile değildi. nehri takip etti ısrarla.

    bir anda herşey durdu. yavaşlayacağını bekliyordu ama bunun gibi aniden bir duruş beklentilerinin ötesinde oldu. midesi kasıldı, derin bir nefes aldı. yazın ortasında serin hava ciğerlerine dolunca bir kez daha şaşırdı.

    etrafına bakma ihtiyacı çok fazlaydı ama herşeyin bir anda paramparça olmasından o kadar çok korkuyordu ki, cesaret edemedi. serin havayı ciğerlerine çekti ardarda, müziği tekrar yakalamak için can atıyordu ama bir türlü beceremedi. her denemesinde bilinci kontrolü yeniden ele geçirmek için daha güçlü saldırdı olmayan dünyasının olmayan duvarlarına.

    sonunda duvarlar yıkıldı, bilinci hızla kontrolü ele aldı, karanlık odada tek bir noktaya gözlerini dikmiş, nefes nefese bir adam. terden sırılsıklam, halen sallanan vaziyette yatağında oturuyordu.
  • hikayenin kahramanı bir çocuk.

    bu çocuk şehrin dışında güzel bir tepede, büyük bir evde yaşarmış. güzel kızları, spor arabaları, yarış atlarını ve müzik dinlemeyi severmiş. hayat gayet güzelmiş onun için. sadece dağınıklığını kendi arkasından toplayan birileri olsun istiyormuş.

    bir gün tanrı ile konuşmuş.

    "ileride ne istediğimi biliyorum" demiş tanrı'ya.

    "öyle mi?" demiş tanrı, "ne istiyorsun?"

    "büyük bir evde yaşamak istiyorum" demiş, "bahçesi olan, büyük bir evde, iki tane saint bernard cinsi köpeğim olsun."

    "uzun sarı saçlı, uzun boylu bir kadınla evleneyim, çok güzel mavi gözleri olsun, bana gitar çalsın ve güzel sesiyle bana şarkı söylesin"

    "üç tane güçlü oğlum olsun. biri büyüdüğünde politikacı, diğeri başarılı bir bilim adamı, üçüncüsü de nba'de oynayabilecek bir basketbolcu
    olsun. onlarla boş vakitlerimizde bahçemizde futbol oynayalım."

    "ben, okyanusları, dağları aşan bir kaşif olayım, kırmızı bir ferrari'ye bineyim. hiç kendi arkamdan toplamak zorunda kalmayayım, hizmetçilerim olsun, onlar toplasınlar."

    "bu çok güzel bir hayal" demiş tanrı. "senin mutlu olmanı istiyorum".

    günlerden bir gün çocuk, spor yaparken bacağını kırmış. artık değil okyanusları aşmak, neredeyse spor bile yapamaz olmuş. bunun üzerine üniversitede pazarlama okumuş, kendi firmasını kurmuş ve hastane araç gereçleri satmaya başlamış. normalin üstünde bir hayat standardı varmış.

    işi dolayısıyla şehir merkezinde yaşaması gerekiyormuş. büyük ve bahçeli bir eve sahip olamamış ama yüksek bir apartmanın 20. katında bir dairede oturuyormuş.

    iki tane saint bernard cinsi köpeği olamamış tabi ama şirin bir kedisi varmış.
    güzel bir kadınla evlenmiş. ama kadın sarışın değil, siyah saçlıymış ve mavi değil kahverengi gözlüymüş. kadının sesi güzel değilmiş, ona şarkı söyleyemiyormuş ama çok güzel yemekler yapıyormuş ve adamı çok seviyormuş.

    üç tane kızı olmuş. hepsi de çok güzelmiş. özellikle en küçük ve tekerlekli sandalyede olanı. hepsi de babalarını çok seviyorlarmış. kızlar, babalarıyla futbol oynamıyorlarmış ama bazen parkta voleybol oynarlarmış, en küçük olan hariç, o bir ağacın altında gitar çalıp, güzel sesiyle şarkılar söylermiş.

    adamın kazandığı para, ortalamanın üzerinde bir hayat standardı sağlıyormuş ama bir ferrari'si olmamış. kendi arkasını toplamak zorunda kalması bir yana, çocuklarının da arkasından toplamak zorundaymış.

    bir gün, gece yattığında çocukken gördüğü rüyayı hatırlamış.

    "çok üzgünüm" demiş en yakın arkadaşına.

    "neden" demiş en yakın arkadaşı.

    "çocukken sarışın, mavi gözlü, güzel sesi olan, bana şarkı söyleyen ve gitar çalan bir karım olsun istemiştim. ama karım, siyah saçlı ve kahverengi gözlü, şarkı da söyleyemiyor."

    "senin karın, çok güzel bir kadın" demiş, en yakın arkadaşı. "ayrıca harika yemekler yapıyor ve seni dünyadaki her şeyden daha çok seviyor."
    adam dinlememiş.

    "çok mutsuzum" demiş karısına.

    "neden" diye sormuş karısı.

    "çocukken, bahçesi olan büyük bir evde yaşamak istiyordum. iki tane saint bernard cinsi köpeğim olsun istiyordum, ama bir apartman dairesinde yaşıyoruz ve bir köpeğimiz bile yok" demiş.

    "dairemiz çok güzel" demiş kadın. "oturma odamızdan denizi görebiliyoruz, şirin bir kedimiz var, harika üç tane kızımız. evimizde mutluluk hiç eksik olmadı, çok mutluyuz" demiş.

    adam dinlememiş.

    "çok üzgünüm" demiş adam terapistine.

    "neden" diye sormuş terapisti.

    "çocukken okyanusları, dağları aşan bir kaşif olmak isterdim" demiş adam. "ama şimdi saçları dökülmüş bir işadamıyım"

    "sattığın medikal malzemeler birçok insanın hayatını kurtardı" demiş terapisti.

    adam dinlememiş. terapisti 150 tl'sini alıp göndermiş adamı.

    "çok üzgünüm" demiş muhasebecisine.

    "neden" diye sormuş muhasebecisi.

    "çocukken bir ferrarim olsun, ve hiç kendi arkamı toplamak zorunda kalmayayım diye hayal ederdim" demiş. "ama şimdi bırak ferrari'yi, çoğu zaman metro'ya binmek zorunda kalıyorum ve çocuklarımın arkasından bile ben topluyorum"

    "iyi kıyafetler giyiyorsun" demiş muhasebecisi. "iyi restoranlarda yemek yiyorsun, avrupa'yı gezdin"
    adam dinlememiş. muhasebecisi 120 tl'sini alıp göndermiş adamı. muhasebeci, kendisi için bir ferrari hayal ediyormuş.

    "çok üzgünüm" demiş iş ortağına.

    "neden" diye sormuş iş ortağı.

    "çocukken, üç tane oğlum olsun isterdim. biri politikacı, biri başarılı bir bilim adamı, üçüncüsü de ünlü bir basketbolcu olacaktı. onun yerine üç tane kızım var ve en küçük olanı yürüyemiyor bile" demiş.

    "senin kızlarının hepsi çok güzel" demiş iş ortağı. "hepsi seni çok seviyorlar ve üçü de gayet başarılı. biri hemşire, biri ressam ve en küçük olan da müzik öğretmeni"

    adam dinlememiş.

    adam o kadar üzülüyormuş ki hasta olmuş. hastanede beyaz üniforma giymiş hemşirelerin olduğu bir odada, daha önceden hastaneye kendisi sattığı yatakta yatıyormuş.

    adam çok üzgünmüş. ailesi, arkadaşı, iş ortağı, terapisti ve muhasebecisi oradaymış. hepsi çok üzgünmüş, sadece iş ortağı, muhasebecisi ve terapisti üzülmüyorlarmış.

    bir gece, hemşireler hariç herkes evine gittiğinde, adam tanrı ile konuşmuş.

    "hatırlıyor musun" demiş, "çocukken sana anlattığım şeyleri?"

    "evet" demiş tanrı, "çok güzel bir hayaldi".

    "niye bana vermedin onları" demiş adam.

    "verebilirdim ama sana düşünmediğin şeylerle sürpriz yapmak istedim"."sana verdiğim şeylerin değerini biliyorsundur umarım; seni seven, güzel bir eş, üç tane güzel kız, iyi bir iş, güzel bir ev- en iyi paketlerden biri".

    "evet" diye sözünü kesmiş adam,"ama benim istediğim şeyleri vereceksin sanmıştım".

    "sen de benim istediğim şeyleri vereceksin sanmıştım" demiş tanrı.

    "ne istemiştin ki?" diye sormuş adam. tanrının bir şey istediği hiç aklına bile gelmemiş.

    "seni, sana verdiğim şeylerle mutlu etmek istemiştim" demiş tanrı.

    adam, karanlıkta yatmış, düşünmüş. yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. uzun zaman önce kurması gereken bir hayal. yeni hayalinde, şu anda sahip olduğu şeyleri istemeye karar vermiş.

    adam, sahip olduğu şeyleri ne kadar sevdiğini gördükçe, iyileşmiş. güzel kahverengi gözlü eşiyle, güzel kızlarıyla mutlu bir hayat sürmüş.

    m.a.a.
  • gecenin soğuğunu bilir misiniz? hiç gece dışarıda olmak zorunda kalmayan biri soğuğun ve gecenin el birliği ile ilmek ilmek ördüğü ürpertiyi bilmeyecektir. ben mi, ben biliyorum. bunu anlatacağım şimdi:

    saat gece 3 civarıydı, ya da ben öyle olduğunu sanıyordum o gece. şarabın etkisinden arınmaya çalıştıkça vücudum, daha bir korkutuyordu gece. uzaktı, çok uzaktaydı gecenin gücüne karşı gelen sokak lambası. omurgasını dikleştirmiştir muhakkak, başka türlüsü zor geceye karşı gelirken. dediğim gibi, uzaktı. onun gibi olmayı isterdim, onun kadar güçlü olmadığımı bile bile. en azından onun yanında olsaydım, ve bir de dili olsa. sadece birkaç saatliğine, yelkovanla akrep iki üç kez buluşsa yeterdi. bana gücünü anlatmasını isterdim. büyük ihtimaldir, gücünun doğadan geldiğini anlatırdı. rüzgar derdi bana, ve su, "onlardır benim gücümün kaynağı." ama bilirdim tevazu gösterdiğini. öyle olmasa aramızdaki onlarcası geceye neden yenik düşsün?

    gecenin en yoğununda, en derininde yalnız olmayı bir o, bir de ben biliriz heralde. ikimiz için de zor yalnız olmak. gece, iş birlikçisi soğukla zaman geçirdikçe vicdanını kaybedermiş uzak doğulu bir dostuma göre. haklıymış, ellerimi zor hissediyorum.

    sonunda geldim sokak lambasının yanına. gecenin ve soğuğun hüküm sürdüğü yerde sırtımı yaslayacak bir dosta kavuştum nihayet. ama yavaş yavaş kaybedeceğim galiba. yüzümü hissetmiyorum. gözlerim sokak lambasının aydınlattığı yere bakıyor, gölgemin yavaş yavaş kaybolduğunu hissediyorum, tıpkı benim gibi. ben burada olmasam daha direnir miydi acaba sokak lambası? bir dostun sıcaklığında bitirmek istiyor galiba her şeyi.

    sabahtı, kahvaltımın ortasında aniden çaldı telefonum. kim aradı hatırlamıyorum, bir dostumu kaybettiğimi söylüyordu soğuk bir ses.

    hastaneye vardığımda son kez gördüm onu kapıdan girerken bir sedyede, üstü örtülü. yüzüne baktım örtüyü aralayıp. gözlerim dolmuştu elime alelade bir kağıt tutuşturulduğunda. en altta yazan telefon numaramın üstündeydi o çirkin el yazısıyla dostumun son hikayesi: "sokak lambası".

    ey edebiyat üstadı, en büyük yazar, huzur içinde yat.
  • ben babamı 11 yaşımdan sonra sevmeye başladım.şimdi yaş 27 ve son 16 yıldır onunla aramda çok özel bir ilişki oluştu. küçükken anneme o kadar düşkündüm ki babamı hiç istemezdim, severdim muhakkak ama istemezdim. annem çilek kokardı yanında huzur duyardım, babam hiç kokmazdı daha doğrusu ben öyle sanarmışım. hediyeler getirirdi bana, yalvarırdı içten bir sarılmam için ama ben sakalları batarak beni öpmesindense hediyesini bile geri verirdim.evladı tarafından istenmemek ne kötüdür.ben onu hiç istemedim o zamanlar.son yıllarda çok özür diledim ondan,pek tepki vermedi umarım kabul etmiştir.dediğim gibi kalbini en son 11 yaşımdayken kırmıştım böyle.hiç unutmam, inanılmaz yağmur yağan bir gündü.göz gözü görmüyordu.daha sonra haberlerde son 80 yılın en şiddetli yağışının o gece yağdığını öğrenecektik.babam eve sırılsıklam geldi, otoparktan eve kadar yürümüştü sadece ama sırılsıklamdı.elinde bir poşet ve yine bana alınmış bir hediye.şöyle bir baktım hep istediğim transformers oyuncağı.ama megatronu almıştı.yine terslendim, optimus prime’ı istiyodum ben. aslında fark etmezdi de onunla sarılıp uyuma fikrinden kurtulmak için öyle demiştim. nasılsa değiştirmeye gitmez ve bende annemle yatabilirdim. “oğlum” dedi..”unutma seni çok seviyorum, istediğin başkaysa tamam.gidiyorum şimdi almaya.” sonra gülerek “ama bu akşam benim boynuma sarılıp yatacaksın küçük bey..” dedi ve gitti.içimden karar verdim bu adam sevgimi hak etmişti,ben onu üzmemeliydim,en azından bir kere ona sarılıp yatabilirdim ama yatamadım. o an bilmesemde bu babamı canlı olarak son görüşümdü.yarım saat kadar sonra ev telefonumuz caldı arayan dedemdi.annem telefonla konuşamadı bile elinde telefonla bayıldı.ben ne oldugunu anlayamadan dayım geldi eve, beni hemen evine goturdu, kuzenlerimin yanına bıraktı.elime kutusu parçalanmış bir optimus prime verip, bana ölümü anlattılar. orda insan soğurmus,yorgunlaşıp uyumak istermiş.işte babamda uyuyormuş.uyumadan önce de bana o optimusu almış.zaten yağmurlu havada ordan donerken kaymış arabası, takla atmış.şofor koltuğunda kucağında bir oyuncakla uyurken bulmuşlar onu.camiye ilk gidişim böyle olmuştu.babamın uykusundan bir daha kalkmayacağını öğrendikten sonra içimde doldurulamaz bir boşluk oluşmuştu.annemin yanından nasıl fırladım bilmiyorum ama kendimi babamın yanında buldum.dedem ve amcam başındaydı.tanımadığım bir adam , su dokuyordu ustune.beni gorunce hepsi şaşırıp durdular.ben babamın yanına gittim,ayakkalarını tuttum, soğuk degildi.düğümlenmiş boğazımdan "babam soğuk degil,uyumuyor" kelimeleri döküldü."babaa,noolur yanında yatayım.senin kokunda cok guzel.babaa nolur uyuma.söz veriyorum hep seninle yatıcam.."amcam ağlayarak beni babamın ayaklarından ayırdı.ben sonrasını hatırlamıyorum. daha sonra annemle sık sık gitik babamın yanına ve ben her gittiğimizde özür diledim ondan ama o sustu hep..bugün bile dolabımda eskimiş bir optimus prime oyuncağı saklı oldugunu, yaşıtlarımın bayılarak izlediği transformers filmlerinden neden nefret ettiğimi ve babamı ne kadar özlediğimi kimseler bilmez…

    neden mi yazıyorum bunları, belki bu yazıyı okuyan bir çocuk bir ömür boyu dolabında optimus yüreğinde suçluluk ve pişmanlıkla yalnız yatmaktansa, elinde megatronuyla yanı başındaki babasını koklayarak yatmayı seçer.

    atatürkiyeli, 2009

    peşin edit: babam yaşıyor sadece etkilendiğim bir olaydan sonra yazdığım bir hikaye..
  • "hiçbir şeyi olmayan adam aslında hiç varolamamış adamdır"

    sabır... sinirlenince de sabır... her şey sinir ibresi tavan yapmış bir adamın daha fazla sabır gösterememesi ile başlamıştı. ilgisizdi, ancak çevresinde yaşanan olaylara ilgisizliği ukalalığından kaynaklanmıyordu. bi' şeyleri değiştirmek istiyordu, istiyordu çünkü bi' türlü kabullenemediği bu sistemin bi' parçası olmaya zorlanıyordu. evet, zorluyordular onu. artık her anı kaçmakla geçiyordu, sadece koşuyordu gerçeklerden, çevresini sarmış, gerçek olmasını istemeyeceğiniz türden gerçeklerden. bu yüzdendi ilgisizliği. bi' sorundu hiç kuşkusuz bu tavrı çünkü çevresi ilgiye aç nesillere ev sahipliği ediyordu. bunalmıştı, ilgi duymadığı çevrenin yanında artık kaçmak da onun için bi' sorundu. durdu adam birden, düşünmeye başlamıştı. "kahretsin" diyordu. onu kaçmak gibi düşünmeye iten de çevreydi. baskılara yenik düşüyor sanmıştı. "kabulleniyor muyum acaba?" diye düşünmeye başlamıştı. ahmaklar şehriydi onu paranoyaklaştıran. kabullenmemeyi bile şehrin zoruyla yaşadığını sanıyordu. sanıyordu ki karşı çıkmasını sağlayan da şehirdi, şehir onun davranışlarını belirliyordu, ilgisizleşse de çevreye, soyutlasa da kendini şehirden, hepsinin nedeni olarak baskıyı yani şehri görüyordu. bi' şey yapması gerekliydi, "acaba" diye sormaktan yorgun düşen beyni her zamankinden daha fazla düşünmeye başlamıştı. her seferinde de "beni bunu yapmaya iten bu şehir, davranışlarımı bile kontrol edemez oldum, özgürüm sanıyordum, kaçıyordum şehrin yalan gerçeklerinden, bu ahmaklar şehriymiş böyle düşünmeme sebep olan, o olmasa kaçmazdım, sahte özgürlüğümü o vermiş bana, en azından özgürüm dememi sağlamış, yaptıklarım onun planıymış, ben de şehrin ışıklarının yanması için yaratılmış bi' yanılgıymışım, her şeyin ama her şeyin belirleyicisi bu şehirmiş, baskı ile beni kendine benzeten..." diyordu. seneler evvel onun için yazılmış plandan kopması gerekiyordu. bi' şey yapmalıydı şehrin yok olması için. en azından temellerini sarsacak bi' şey yapmalıydı. biliyordu ki şehir onun dediklerini yapan, boyun eğen, sorgulamayan kişilere şans veriyordu. yükseltiyordu. azınlıktı o, ötekileşmişti. ancak asıl gerçekliği gün yüzüne çıkarmak için değişti, o da herkes gibi oldu, boyun eğdi, öyle sanılsın istedi. aradan zaman geçmişti, ahmaklar şehrinde gerçek olmayan bi' gücü vardı artık, planının diğer tüm planları sarsma zamanı gelmişti. "ne yaparsam sürekli bi' şeyler yapmaya zorlanan insanlar bi' an durur ve düşünmeye başlar?" dedi kendi kendine. her şeye sahip olan bi' adamın kendi hayatına son vermesi yeterli bi' sebep gibi görünmüştü adama. karar verdi ve başladı yazmaya...

    "hiçbir şeyi olmayan adam aslında hiç varolamamış adamdır"

    sabır... sinirlenince de sabır... her şey sinir ibresi tavan yapmış adamın daha fazla sabır gösterememesi ile başlamıştı...

    bundan sonra olanları görememişti, yaptığı başarılı olabilmiş miydi bilmiyordu. bildiği tek şey; onu, bunu yaptırmaya zorlayanın şehir olmadığıydı, peki gerçekten de öyle miydi?
hesabın var mı? giriş yap