• senaryosunu erdoğan tünaş'ın yazdığı ve orhan aksoy'un yönettiği 1969 yapımı renkli türk filmi. başrollerinde kartal tibet ve hülya koçyiğit oynuyor.

    film, erdoğan tünaş'a olan hayranlığımı katlıyor belirtmek isterim. zira en az yirmi yıllık bir zaman dilimini kapsayan filmde konudan kopmadan oradan oraya sürükleniyorsunuz. herkesin harcı değil bu söyleyeyim, siz de saygı duyun yani ! ha ama yine de sıkılmanıza mani değil.

    konu:

    esas kız leyla (hülya koçyiğit) , pis işlerle uğraşan kemal (önder somer) ile nişanlıdır. bu ilişki sonucu hapse düşer, derin bir depresyona girer. uzun yılların sonunda rehabilite olur ve hayatına hastabakıcılık yapan özel bir hemşire olarak devam etmeye karar verir. ilk hastası da,karısı tarafından aldatılmış murat kutal'a (kartal tibet) bakmaktır.

    murat kutal, uzun bir iş seyehatinden döndüğü yağmurlu bir gecede, karısını aşığı ile aynı yatakta yakalar. onları öldürmektense, kendi canına kıymaya karar verir. geçirdiği araba kazası sonucu kötürüm kalır. bittabi kötürüm ve çoook sinirlidir kendileri. işte leyla da, bu sinirli adamın özel hemşiresi olur. ona bütün sevgisini, merhametini gösterir. buna, yağmurlu bir gecede yanına yatıp, başını kucağına almak da dahildir. derken, sevgisi ile kötürüm murat'ın tekrar yürümesini sağlar. evlenirler. bir kızları olur; gül. murat kutal da nüfuslu biridir, siyasete dahi girmiştir. işte bu dönemde, pis işler ile uğraşan eski sevgili çıkagelir. murat kutal gibi nüfuslu bir adamın karısı, gizlice birşey kaçıracak olsa , üstünü kimse aramayacaktır diye düşünmektedir, onu tehdit eder. leyla mecburen bu görevi üstlenmek zorunda kalır, çünkü kocasının mazisinden haberi yoktur. leyla iş üzerinde yakalanır, murat ile yolları ayrılır. aradan seneler geçer, kızları büyür. leyla, kendi kızına bir bakıcı olarak tekrar kutalların evine gelir...

    notcuk: siyah beyaz türk sineması diye ukte verilmiş film 11.06.2007'de.
  • bir babanın kızına sevgisini haykırış mektubudur.

    evimin önündeki parkta güvercinleri yemlerken, babasının elinden tutmuş, neşe içinde gelen küçük bir kız gördüm. gözlerim buğulandı. geçmiş zamanları hatırladım. her gece “bana bir masal anlat baba” derdi. bilindik masallardan çok, hayatı yansıtan masallar uydururdum. elini tutar, uyumasını beklerdim. yüksek ateşle yatarken, sayıklarken başucuna gelip ne kadar ateşi olduğunu anlamak için dudaklarımı alnına dokundururdum. acaba kızım büyüyünce hayatı boyunca bir daha hiç kimse onu aynı şefkatle öpemeyeceğini biliyor muydu?
    yazın el ele parklarda dolaşır, kışın kardan adam yapardık. kocaman avuçlarıma minicik elini alıp, birlikte yürür, okuma bayramında, mezuniyet törenlerinde mutluluktan birlikte gözyaşı dökerdik.
    aramızda kimsenin anlayamadığı, anlam veremediği bir sahiplenme vardı. küçükken, hep yanında olmamı isterdi. kendi dünyamızda mutlu ve huzurlu yaşar, yaşamı birlikte keşfederdik.
    bir gün karşıma bir delikanlı ile çıkageldi. “baba iznin olursa evlenmek istiyoruz” diye. ne diyebilirdim ki. gece sabaha kadar uyuyamadım. kızım büyümüş, bir erkek arkadaş girmiş hayatına. laf aramızda bana eskisi kadar ilgi göstermediğinden anlamalıydım. kendimi ilk defa bir boşlukta hissediyordum. allaha dua ettim. “rabbim sen onun için en hayırlısını ver” diye.
    … düğün bitmiş, davetliler bir bir salonu terk ediyor. ve sonunda onlarda gidiyor, arkalarından bakakalıyorum. zamanı durdurmaya herkes gibi benim de gücüm yetmiyor. şef garsonun sesiyle kendime geldim. gitti irfan abim, gitti. bunca yıldır buradayım, hiç birisi vazgeçip geri dönmedi. allah mutlu etsin.
    hangi yaşta olursa olsun, yaşamın fırtınalarında, çaresizlik içinde boğulurken, elini uzatıverirse elini tutacağımı ve asla bırakmayacağımı, canını acıtan bütün her şeyden uzaklaşmak istediği zaman sığınabileceği sessiz ve güvenli bir liman olduğumu bilmesi yetiyor bana.
    onun için kızım ve ben, daha sonra hiç yakalayamayacağımızı bildiğimiz bir huzur ve güvenle yaslanırız birbirimize hayatta.
    gelelim bu haftaki hikayemize;
    babalar ve kızları
    0 yaşında
    baba : ne kadar da güzel. şimdi bu küçücük şey benim kızım mı? gözleri de bana ne kadar çok benziyor…
    kızı : bu gözlerini benden hiç ayırmayan adam babam olsa gerek…
    5 yaşında
    baba : prensesim benim, güzel kızım, söyle bakalım baban sana ne alsın?
    kızı : en çok babamı seviyorum,babam, niye annemle uyuyor? hep benimle uyusun, başkasını sevmesin…
    10 yaşında
    baba: gittikçe yaramaz oluyor, kime çekti bu kız?
    kızı : ben babama aşığım. büyüyünce babam gibi erkekle evleneceğim. babam bu ay harçlığımı arttırır mı?
    15 yaşında
    baba : ne kadar da çabuk büyüdü. eve de gittikçe geç kalmaya başladı, bu gidişle başına kötü bir şey gelecek. sanırım daha sert konuşmalıyım…
    kızı : babam yüzünden arkadaşlarımla istediğim kadar vakit geçiremiyorum,bana baskı uygulamasından nefret ediyorum.ne zaman özgür olacağım?
    20 yaşında
    baba: artık sözümü dinlemiyor, benden giderek uzaklaşıyor. kendi parasını da kazanmaya başladı ya, bana ihtiyacı kalmadı tabii.uzun zamandır tatlı bir iki laf geçmedi aramızda …
    evi de sürekli erkekler arıyor. galiba kızım elden gidiyor…
    kızı : her dediğime alınıyor, beni bir türlü anlamıyor. hele geçen gün giydiğim mini eteğe karışmasına ne demeli? evden ayrılıp, kendi hayatımı kurmalıyım, çocuk muamelesi görmekten bıktım artık!…
    25 yaşında
    baba : bir gün bunun olacağını biliyordum…işte evleniyor…zaten aramız eskisi gibi değildi…şimdi bir de kocası var…prensesim beni terk ediyor…
    kızı : böyle bir günde bile o mutsuz ifadeyi takınmasının ne lüzumu var ki? biliyorum, onu bir türlü içine sindiremedi. bu yüzden yapıyor…kendi hayalindeki damat değil ya!… sanki birlikte yaşayacak olan o…
    30 yaşında
    baba : çok az görüşüyoruz. daha sık bir araya gelsek ne iyi olur…hem torunlarımı da özlüyorum… kendi arkadaş çevrelerinden fırsat bulup da bize gelemiyorlar ki…
    kızı : babamları da çok ihmal ediyorum galiba…yine telefonda çok üzgün geldi sesi…hafta sonu onlara sürpriz yapmak en iyisi…
    40 yaşında
    baba : kızım, benim entelektüel düzeyimi yeterli bulmuyor…ona göre çağın gerisinde düşünüyormuşum.oysa küçükken derslerine hep ben yardım ederdim.anlayamadığı bütün problemleri bana sorardı. şimdi beni beğenmiyor. bir daha onunla asla politik tartışmalara girmeyeceğim…
    kızı : babam giderek daha da çocuk gibi davranıyor…sürekli bir şeylerden yakınıyor…gerçi son zamanlarda sağlığı da iyi değil ama… ya ona bir şey olursa? zaten hiçbir zaman dilediği gibi bir evlat da olamadım…
    45 yaşında
    baba : kızımın mutlu bir yuvası olması ne güzel…gözüm arkada gitmeyeceğim. her şeyi kendi başardı…
    onunla gurur duyuyorum…
    kızı : babam için çok endişeleniyorum. onu kaybetmeye hazır değilim…ilaçlarını da hep ihmal ediyor zaten…allah’ım onu benden alma!
    50 yaşında
    baba : dünyada mutlu kal kızım !…
    kızı : seni çok özleyeceğim ve arayacağım babacığım…şimdi ben kime danışacağım, kim yardım edecek bana? ne olur gittiğin yerde çok mutlu ol… ve hep yanımda olduğunu hissettir, ne bileyim ben, arada sırada işaretler yolla mesela… ah babacığım! sensiz nasıl yaşayacağım?
    55 yaşında
    kadın : sen gideli, seni daha iyi anlıyorum babacığım…keşke seni hiç üzmeseydim demeyeceğim. çünkü “keşke”lerin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorum… yine de beni duyuyorsan, lütfen seni üzdüğüm her gün için çok ama çok pişman olduğumu bil olur mu…?
  • inanılmaz bir hülya koçyiğit- kartal tibet filmi. hülya koçyiğit'in gene kocası tarafından asla dinlenmeyip namussuz olarak yaftalandıktan sonra 45 yıl rezalet bir hayat yaşaması ve gerçeklerin 500 yıl sonra anlaşılmasıyla mutlu sona bağlayan filmlerinden biri. bu kadın filmlerinin yüzde doksanında bi şekilde kocası tarafından evden uzaklaştırılıp çocuğuyla 16 yaşındayken falan, ya cici anne ya da dadı olarak tanışıyor, bu nasıl bir bahtsızlıktır ya. içime sıkıntı veren filmlerden biridir bu, ulan kadına sen git yıllarca zindan hayatı yaşat sonra a bebeğim her şeyi yanlış anlamışız sen benim biricik aşkımsın, hooop arzu film mutlu son. ya yazıktır be. genelde bu çileyi çektiren "olayları hep çok yanlış anlayıp abartılı tepkiler veren" ediz hun olur ama kızım ve ben'de bu rolde kartal tibet'i görüyoruz. bir de kartal tibet'in yağmur yağdığı gecelerde "yağmurlaaaaaaaaaaaaaar!" diye ruh hastasına bağlayıp ağlama sahneleri akılda kalmıştır. sonunda her şeyin mantık çerçevesinde bağlandığı, ancak yılların boşa geçtiğinbe biraz canınızın sıkıldığı filmdir. izlenesidir.
  • hülya koçyiğit'in önüne geleni mucizevi bir şekilde iyileştirmesi saçmalığı dışında olay örgüsü en güzel türk filmlerinden biridir.
  • 2018 yapımı yeni film sanırım boşanmalar artınca tutacağını düşündüler
  • sabah kahvaltı bitince çekime başlanan ve 14.25 gibi cekimi biten bok gibi film. cemal kardeşi aglatmak için tekrar parlatma çabası boş çıktı.
  • oyunculuk olsun senaryo olsun çok kötü.
  • son zamanlarda maruz kaldığım en boktan film. senaryo, kurgu, oyunculuklar... tek amacı ağlatmak olan brezilya pembe dizileri gibi. emeğinize yazık amk.
  • ana oyuncularin oyunculuklarini harika buldum. hele küçük kız geleceği parlak bir kız. filmde kötü olan tek kısım senaryo olmuş, dolayisiyla sığ bir ilişki varmış gibi gozukmus olabilir. mesela duruşma sahnesinde babanın baba olmama ihtimali yüzünden çocuğu anaya kaptırması vurgulahabilirdi, babasının baba olmadığını öğrenmesine rağmen babalık hissini kaybetmemesi üstünde durulması gereken, inandırıcılığı hassas bir nokta çünkü, üstünde durmadıkları için de kari-koca arası bir kavga izlenimi vermiş o sahne. (su dakikalar iyi bagladilar gerçi, film bitmeden yazmaya baslamasam iyiydi.) ve kadının kocasinin sogumasina ve siddete dayanamayıp yeni doğmuş bebeğini terk etmesi seyirci tarafindan daha kabul edilebilir halde sunulabilirdi. sanki yönetmen ellerinden geleni yapmış hem oyuncular hem de çekimler. bi kere mimik var, ki yakim cekim mumkun olmuş. ses tonları türk filmlerinde sık sık gördüğüm ezberden okunma o monotonlugu kırmış.
hesabın var mı? giriş yap