• kadınların birbirlerine -aralarında potansiyel rekabet ihtimali olmasa bile- sebepsiz yere köstek oldukları gerçeğini anlatan özlü söz.
  • kanımca kökenleri taa arketipe kadar inmekte olan bir tür dürtüdür. açayım:

    kurtlar hakkında bir belgesel izlerken kurt sürüsünde sadece alfa erkek ve alfa dişinin çiftleşebildiğini öğrendim. bu içgüdü neden insanlar için de aynı olmasın?

    tabii şartlar elverdiği ölçüde çiftleşme imkanı artmaktadır ama içinde yaşadığımız toplumda da herşeye rağmen kurtlarınkine benzer bir sürü psikolojisinin varlığına ilişkin kanıtlar bulmak zor mudur?
    en basitinden gençlik filmlerindeki kalıplaşmış senaryoyu ele alalım:
    «esas oğlan hiç belli etmese de bir alfa erkek potansiyeli taşımaktadır. zaman içinde gelişen yetenekleri öne çıkar sonuçta alfa dişi adayı olduğu kızlar arasındaki diyaloglarla üst üste vurgulanan sarışın cheer leader'in dikkatini çekmeyi başaracaktır. ama bir diğer alfa dişi adayı kumral sağduyusu ile şapşal sarışını yarışın dışına itecek ve filmin sonunda yarışın sürprizleri çiftleşme ritüelinde bulunacaklardır.»

    "film klişesi işte" dediğinizi duyar gibiyim. ama satabildiğine göre hepimizin içindeki alfa birey olma dürtüsüne bir tatmin sağlıyor olamaz mı? bir düşünün...

    yıllar sonra gelen zorunlu edit:
    bir sevgili suserimiz, 2003 yılından kalma bı entry'mi bana hatırlatmak lütfunda bulunmuş. şöyle diyor:
    gelen kutusu » @sevgili suser
    << cok guzel basladın derken kurt sürüsüyle karıştırıp, benzetip yerle bir etmişsin… elma kurdu gibi birbirini içeriden yeme manası taşıyor. ben de sandım arketip vs diyince hermafroditliğe kadar ineceksin ama alfa kurtla bitirdin bizi. homo homini lupustan (insan insanın kurdudur/memeli hayvan bildigine eminim) bize kadın şeklinde cevirecek kadar evrimleşmiş de mecazi olarak tüketim/elimine etme/zayıflatma anlamını tasıyor ve dedigin gibi alfa olamasa bile diğerinden daha üstün oldugunu kanıtlama cabasına eşlik ediyor, sana hem katılıyor hem katılmıyorum kısaca :d yani demek istedigim alfa olma/soyunu en iyi. genetikle devam ettirme isteği bir tek kurtlarda yok. yani bu mecaz aslında omurgasız olan kurtçuk olsaydı, yine aynı örüntü geçerliydi kurt olmak zorunda değildi >>
    öncelikle kendisinin yaptığı bariz hataya değinip geçelim ki gönlü hoş olsun:
    anladığım kadarı ile "sevgili suser" "insan insanın kurdudur", özdeyişindeki "kurt" sözcüğünü, "insan bünyesinde parazit olarak bulunan omurgasız canlılar" olarak algılamış. dolayısı ile "hata" yaptığımı düşünüp incelik göstermiş, doğrusunu öğretmeye çalışıyor. gayretine minnettarım ancak nafile bir çabadır. zira kendisi biraz daha ince görerek "homo homini lupus" içindeki "lupus" sözcüğünün bildiğimiz dört ayaklı yırtıcı memeli olduğunu görecek kadar araştırabilseydi bunu benden öğrenmesine gerek kalamayacaktı. parazit anlamındaki "kurt"un ise latince'deki adı ise "vermis". dolayısı ile köpekler ailesinden memeli canis lupus lupus ile türkçe'deki gibi bir sesdeşlik barındırmıyor. eğer "sevgili suser" savında haklı olsaydı özdeyiş. "homo homini vermis" gibi bir şey olmalıydı. ama bu basit hata, bizi gülümsetmekle kalmadı, konuyu 2003 yılındaki toyluğumuzun ötesinde, daha derinlikli olarak ele alma imkanı da sağladı. o sebeple kendisine buradan şükranlarımı sunuyor, entry'lerimi yakından, ancak daha dikkatli biçim takip etmeyi sürdürmesini diliyorum.

    şimdi gelelim ünlü özdeyiş ile benim o zaman ifade ettiğim gibi jung psikolojisi arasında bir ilişki kurulup kurulamayacağı konusuna:
    benzer biçimlerde daha önceleri de kullanılmış olduğunu söylemek gerekmekle birlikte bu nihai ve ünlü biçiminin ilk kez, ünlü siyaset bilimci thomas hobbes'un de cive’sinin (1642) ithaf kısmında geçtiğini söylerek başlayalım.
    hobbes şöyle der:
    "ikisi de kesinkes doğru olan iki ilke vardır: insan insan için tanrıdır ve insan
    insanın kurdudur. bunlardan ilki yurttaşların birbirleriyle olan ilişkisinde;
    ikincisiyse devletler [commonwealth] arasındaki ilişkide doğrudur. adalet ve
    hayırseverlikte, barışın erdemlerinde yurttaşlar tanrıya bazı benzerlikler gösterir.
    gelgelelim, devletler arasında, kötü insanların habisliği, korunmaları için iyileri
    (şiddet ve desiseden başka bir şey olmayan) savaşın erdemlerine, yani canavarların
    [beasts] yırtıcı doğasına başvurmaya mecbur bırakır"

    "hobbes, burada açıkça görüldüğü gibi, “homo homini lupus” ifadesini doğa durumundaki insanlar arasındaki ilişkiyi tasvir etmek üzere değil, tam aksine doğa durumu sözleşmeyle aşılıp devletler kurulduktan sonra bu devletler arasındaki ilişkiyi anlatmak üzere kullanmıştır. kurt burada kötücül biir kavram olmayıp, tersine devletlerin "meşru müdafa" hakkını ifade eder."
    “homo homini lupus” sözü üzerine
    dr.utku özmakas
    https://dergipark.org.tr/…load/article-file/1004268

    dolayısıyla hobbes'un bu ünlü sözünün zamanla, onun kullandığı eksenden kaydığını, ve düşünürlerden sıradan insana, "insan doğasınının yırtıcılığı"nı ifade olarak anlaşılıp bu maksatla kullanıldığını tespit edebiliriz.

    bunlardan biri de jung'un önce yakın çalışma arkadaşı sonra da en sıkı rakibi, sigmund freud'dur. freud, "uygarlık ve hoşnutsuzlukları" kitabında şöyle demektedir:
    "insanlar sevilmek isteyen, ve ancak ve ancak saldırıya uğradıklarında kendilerini savunabilecek nazik yaratıklar değillerdir; tam tersine, içgüdüsel donanımları arasında güçlü bir saldırganlık payı olduğu var sayılması gereken yaratıklardır. sonuç olarak, komşuları onlar için sadece potansiyel bir yardımcı veya cinsel nesne değil, aynı zamanda saldırganlıklarını kendisinde tatmin etmeye, karşılıksız çalışma kapasitesini istismar etmeye, onu rızası olmadan cinsel olarak kullanmaya malına el koymaya, küçük düşürmeye, acı çektirmeye, işkence etmeye ve öldürmeye tahrik eden kişidir. homo homini lupus. tüm yaşam ve tarih deneyimi karşısında kim, bu iddiaya itiraz etme cesaretine sahip olabilir?"

    1900 yılında zürih üniversitesi psikiyatri kliniği’nde çalışmalarına başlayan carl gustav jung, 1907 yılında freud ile tanışmasına kadarki süreçte freud’un savları üzerinde çalışarak bunları kanıtlamaya çalıştı. bu durum freud ile arasında yakın bir dostluğun ve entelektüel bir alışverişin yapılanmasını sağladı, ancak kendi kuramı üzerinde çalışmaya başlayan jung ile freud arasında zamanla düşünsel ayrılıklar yaşanmaya başladı.

    jung, 1912'de kendisi ile freud arasındaki açık teorik ayrımı özetlemenin yanı sıra, analitik psikolojinin temel ilkelerini oluşturan bilinçaltı psikolojisi’ni yayımladı. jung, freud'un motivasyon davranışsal gücü olarak cinselliğe odaklanmasına, bilinçaltına yönelik teorisinin çok sınırlı ve aşırı negatif olmasına karşı çıkıyordu. freud’un kişisel bilinçdışı kavramına karşın jung’un kullandığı kolektif (ortak) bilinçdışı kavramıydı. kişisel bilinçdışı, bireyin bastırılmış çocuksu dürtü ve arzularından, yüksek algılardan ve sayısız unutulmuş deneyimlerinden oluşurken, kolektif bilinçdışı insanlığın ortak deneyimlerinin birikiminden oluşan ve bütün insanlığa ait olan ortak bir alandı. birbirinden etkilenmesi fiziken mümkün görünmeyen kültürlerin mitlerinde, masallarında ve diğer halk söylencelerinde yer alan, birbirine son derece benzer özellikler taşıyan şemalar veya kalıplar olarak tanımlanabilecek arketipler de, kökenleri insanoğlunun dünya üzerindeki geçmişi kadar eski ve nesilden nesile aktarılarak bizlere ulaşan, kolektif bilinçdışını bir araya getiren parçalardı.

    jung, insan ruhunun üçe ayrıldığına inanıyordu: ego (bilinçli zihin), kişisel bilinçaltı ve kolektif bilinçaltı ve arketipler. jung'un kollektif bilinçaltına dair kanıtı, eşzamanlılık kavramı ya da hepimizin yaşadığı ama açıklanamayan bağlanabilirlik duygularıydı. jung, mitoloji, din ve felsefe hakkında engin bilgilere sahipti ve özellikle simya, kabala, budizm ve hinduizm gibi geleneklere bağlı sembolizm konusunda oldukça bilgiliydi. bu geniş bilgi yelpazesini kullanan jung; insanların rüyalar, sanat ve din gibi hayatın çeşitli yönlerinde karşılaşılan sayısız sembol aracılığıyla bilinçaltını oluşturduğuna inanmıştı. jung teorisi çok sayıda eleştireye sahip olmasına rağmen, carl jung'un çalışması psikoloji alanında belirgin bir etki bırakmıştır. içe dönük ve dışa dönük kavramları, kişilik psikolojisine büyük katkı sağlamış ve psikoterapiyi de büyük ölçüde etkilemiştir.

    jung'un eserleri arasında hobbes'un, özdeyişine herhangi bir atıf bulunduğuna dair bir kanıta rastlamadım. ancak analitik psikolojide , insanların birikmiş deneyimlerinin sonucu olarak ortaya çıkan kolektif bilinçaltının da birer parçası oldukları kadar insan zihnin, yapısal parçaları olarak da ifade edebileceğimiz arketiplerin çözümüne baktığımızda "homo homini lupus" özdeyişine insan doğası anlamındaki bakışı hatırlatacak pek çok öğe ile karşılaşabiliyoruz.

    örneğin gölge arketipi bir şeylerin ifade edilmeyen, reddedilmiş, karanlık kalan taraflarını temsil eder. karanlık taraf aynı zamanda iç dünyamızın bastırılmış canavarlarını barındırır. jung’a göre gölge arketipi bireyin kabullenilmeyen, bastırılmış ya da başkalarına yöneltilmiş karanlık veya şeytani yönünü temsil eder. birçok araştırmacı gölgeyi kahraman arketipinden sonra en önemli ikinci arketip olarak kabul eder. fantazi, bilim-kurgu ve ütopya yazarı ursula le guin, kendi deyimiyle “sanat hakkındaki görüşleri sanatçılara en yakın gelen psikolog” carl gustav jung’un “gölge” arketipini şöyle ifade ediyor:
    “gölge ruhumuzun öteki yüzü, bilinçli zihnin karanlık kardeşidir. kabil, caliban, frankenstein’ın canavarı, bay hyde. dante’yi cehennemde gezdiren vergilius, gılgamış’ın dostu enkidu, frodo’nun düşmanı gollum. ruhunuzun ikizini taşıyan hayalet. mowgli’nin boz kardeş’i; kurtadam; kurt, ayı, binlerce halk masalındaki kaplan; yılan, lucifer. gölge bilinçli ve bilinçsiz zihnin arasındaki eşikte bekler ve rüyalarımızda ona kardeş, dost, hayvan, canavar, düşman, rehber olarak rastlarız. o, bilinçli benliğimizde kabul etmek istemediğimiz, kabul edemediğimiz her şeydir; içimizde bastırılmış, inkar edilmiş ya da kullanılmayan tüm özellikler ve eğilimlerdir.” (le guin, 1999)

    burada bir hususa dikkat çekmekte de özellikle fayda var:
    jung, her arketipin aydınlık yüz ve karanlık yüz olarak iki yüzü olduğunu ve bu iki yüzden biriyle görülebileceğini de ifade eder. örneğin, anne arketipi “sevecen anne” (hz. meryem) olarak ortaya çıkabildiği gibi “korkunç anne” (kali) olarak da görünüşe çıkabilir. bu durumda tüm arketipler aslında kişiliğimizi oluşturan öğeler, bileşenler durumunda olduğuna göre "insan insanın kurdudur" (homo homini lupus) dediğimiz kadar "insan kendisinin kurdudur" (homo est lupus pro ipsum) da dememiz gerekebilir!

    son olarak, zamanın toyluğu ve internet imkanlarının kısıtlılığı ile kaleme aldığım 2003 tarihli bu entry'imde yine de arketip kavramı ile "homo homini lupus" deyişi arasındaki kavramsal yakınlaşmaya, doğru sezgilerle yaklaştığımı düşünüyorum. o zaman tam olarak kavrayarak değinmediğim bir boyutunu yukarıda özetlemeye çalıştığım bu ilişki, jung'un başka arketipleri ile 2003'deki entry'me yakın bir eksene otuyor. bunların başında "kahraman", "anime/animus" arketipleri geliyor. ancak daha ilginci modern psikologlar, gerçekten de bir "alfa arketipi" tanımlamaktan da çekinmiyorlar. toronto üniversitesi psikoloji profesörü jordan peterson'a göre arketip alfa, "kaotik bir durumda bilinmeyenle yüzleşecek cesareti olan ve bu cesareti ile bilinmeyeni yenip yeni bilgi üreterek bunu paylaşan kişidir. böylece egemenlik hiyerarşisinde tepeye çıkar ve kadınlar tarafından daha arzu edilir olur. bunun avcı toplayıcı toplumda arketipi, yeni ve keşfedilmemiş yerlere ilk gitme cesareti gösteren, oralardaki bilinmeyen vahşi hayvanları avlayan ve böylece daha çok kaynağa sahip olan cesur – savaşçı – avcı erkektir."

    https://www.uplifers.com/…e-arketipi/#ixzz72hm4odmp
    https://oggito.com/…zerlikler-ve-farkliliklar/34854
    https://www.elyadal.org/…volka/07/pivolka_07_02.pdf
    http://erkekadam.org/tag/carl-jung/
    https://tr.wikipedia.org/…ima_ve_animus?wprov=sfla1
    (bkz: anima ve animus)https://www.gazetebirlik.com/…lar/jungdort-arketip/
    https://www.gencsanatdergi.com/…ung-ve-dört-arketip
    https://www.uplifers.com/…culugu-ve-golge-arketipi/
    https://en.wikipedia.org/…_homini_lupus?wprov=sfla1
  • femina femini lupus demis olabilir eski romalilar
  • tam olarak "kadin kadinin kurdudur, erkege giren cikan aynidir" olan atasozu; atalar dedeme soylemis..
  • bunun insanlı versiyonu için (bkz: homo homini lupus)
  • aile meclisinde alınan ölüm fetvası uyarınca kızını öldüren adamın, koynuna giren kadınları düşününce, akla gelebilecek cümle.
  • "bir kadının kusurlarını öğrenmek için, onu, en yakın kız arkadaşına övün" şeklindeki ingilizce özlü sözü hatırlatan ifade.
  • elif şafak'ın "kadının kadına ettiğinden çok korkacaksın" diyerek kendine göre onayladığı kötümserce ama kimi zaman doğru önerme.
  • homo homini lupusun kadınlara uyarlanmış hali. evet kadınların diğer kadınlarla ilgili olarak, en azından erkekler için olduğu kadar şiddet içeren oyunları vardır (pasif agresif nasıl özünde agresif kadar agresifse o şekilde) . dehşetengiz bir tatlılık ve iltifatşinaslık altındaki iğneli alt metinler bunun en güzel bir örneğidir. ama kadınlardan hep erkeklerden beklendiğinden daha ahlaklı, daha "doğru" davranışlar beklenilmesi de tuhaf. bazı kadınlar bazen bu tip oyunlara giriyor diye dayanışmacı kadın arkadaşlıklarını silip atamayız mesela.
hesabın var mı? giriş yap