• (bkz: sorstalansag)
  • coğrafi kader, biyolojik kader... kader tek bir olgu gibi gözükse de bir çok alt başlığa bölünür. nedir kader ?

    birincisi; müdahale imkanının olmadığı, içine girdikten sonra ne yöne kaçarsan kaç rotanın o güzergah olduğu çizgisel ve geniş devinim.
    ikincisi; o çizdiğin rota. kendinin yonttuğu heykel.
    dıştan müdahalelerden ve şans faktöründen kaçabilir misin ? coğrafi ve genetik miraslarını değiştirebilir misin? varlık, yaşamda bulunduğu sürece, hatta bırakıtları ölümden sonra bile dış müdahalelere maruz kalmakta çaresiz. yaşamak zorunda olduğun her şeyden kaçmak imkansız. evrensel bir kümenin elemanı olduğun zaman, boşluğu boşlukta tutmak için gereken ne varsa o karanlık madde işte kadersizlik. yaşayan tüm varlıkların belli bir senaryo dahilinden dışarı rol alması mümkün gözükmüyor. öz benliği, kuşatıldığı tüm kalelerden çıkarmanın, saydamlığın ötesinde görünmez olmanın gerektiği bir oluşum kadersizlik.

    yaşamdan dışarı çıkmak mümkünse kaderden ve onun ivmesinden kurtulmak da mümkün.
  • ımre kertész'in nobel ödüllü can yakıcı,nazizmin iğrenç yüzünü sergileyen ,okumaya yürek isteyen romanı. bu kitaba roman yerine anı denmesi daha mı doğru olurdu acaba...
  • okuyanların , sinema meraklılarının yabancısı olmadığı, hatta okurken,izlerken deja-vu duygusu yaşadığı bir konuyu ele alıyor kadersizlik.
    yahudileri ,çingeneleri,eşcinselleri ve engellileri katletmeyi kendilerine hak gören ,bu katliam için sırasını bekleyenleri de kimliksizleştirilip yaka numarasına indirgeyen nazizmin vahşi yüzüne şerbetlenmiş olsak da , sanırım sizler de bencileyin okurken iç sıkıntısıyla zaman zaman kitabı elinizden bırakmak zorunda kalmışsınızdır.
    bunca insanlık dışı yaşanmışlıkları,bunca vahşeti sakin,yer yer ironik bir dille anlatması belki de , okurun içine düşeceğini sezdiği dehşet duygusunu hafifletmek için yazarın özellikle geliştirdiği bir dil olmalı .
    kitap ,her ne kadar "roman" olarak sunulsa da , dul bir kadının öyküsü 'nde olduğu gibi " anı roman" , olarak adlandırılmaya daha yakın olduğunu düşündüm.
    ana temanın dışında ,toplumsal değişimin baskısı,aile sorunları,"ait" olunan cemaat, ırk vb.'nin insana etkisi,"aidiyeti kabullenme,,"aidiyeti reddetme" , bir ergenin bunlarla başetme sürecinde yaşadıkları hoş betimlemelerle, hoş
    benzetmelerle anlatılmış.
    aile reisinin olacakları sezip işini ortağına devretmesini bir yana bırakırsak kitabın neredeyse yarısı olan 89.sayfanın altına şöyle bir not düşmüşüm," bunca yaşananlara rağmen olabilecekleri hiç sorgulamamaları, anlamsız bir iyimserlik ya da kabullenmişlik içinde olmaları yaşadığımız günlere ne çok benziyor."
    kitabın son bölümünde ele alınan , toplama kampından kurtulanlara , toplama kampını yaşamayanların "kavuşması" bu kavuşmanın bir yabancılaşmadan başka bir şey olmadığını o kadar etkileyici olarak işlenmiş ki,okur olarak sormadan edemedim,"onca yaşanmışlıktan sonra nerede duygudaşlık nerede aidiyet duygusu?"
    ve kitabın adı:
    ilkokul öğretmenim, kader de ,şans da yoktur, her insan kendi kaderini belirler, kendi şansını yaratır derdi...
  • imre kertész'in en bilinen romanı. sinemaya da uyarlanan ve nazi toplama kamplarındaki yaşamı ironik bir dille betimleyen roman, konuyla ilgili şimdiye dek yazılmış kurmaca eserlerin en önde gelenlerindendir.

    batı sanatında, özellikle de edebiyat ve sinemada nazi almanyası'nın yahudilere yönelik giriştiği soykırım genellikle tekboyutlu işlenegelmiştir. bu yapıtların çoğunda ss'ler, gestapo üyeleri ve diğerleri sadistik, hayvansı, dolayısıyla salt birer kasaptan ibarettir. bu tekboyutlu alandan çıkabilen eser sayısı azdır. aslında bu tek taraflı edebî gelenek belki de yerinde bir etiketle soykırım edebiyatı denilerek aşağılanmıştır. ben de buna kısmen katılıyorum. örneğin schindler'in listesi oldukça tipik bir soykırım edebiyatıdır. edebi örneği ise hiç kuşkusuz elie wiesel'in yazdığı gece'dir. bu öbekteki filmler ve eserler kabul edelim ki kısırdır. schindler'in listesi'nde örneğin kahraman yaratma endişeleri savaş epiğiyle iç içe ele alınmış, toplama kamplarındaki subayların tamamı istisnasız olarak hayvansı yönleriyle ele alınmıştır. nobel barış ödülü ile taltif edilen elie wiesel'in "gece" isimli anı-romanında ise kuru bir anlatımla yine toplama kampları ele alınmıştır.

    ama kadersizlik gibi romanlar soykırım edebiyatının dar çeperini kırmıştır. onlarda salt nazi kasaplığı değil, yahudi kimliği ve yabancılaşma gibi konular da işlenmiştir. ayrıca varoluşçu temalar da görülür. işte bu açıdan kadersizlik çok yetkin bir başyapıttır. hatta diyebilirim ki başta auschwitz-birkenau ile buchenwald olmak üzere imha ve çalışma kampları üstüne yazılmış romanların da en iyisidir.

    imre kertész nazilerin ölüm çarkını nasıl döndürdüklerini birinci elden gözlemlerinden hareketle ve tamamen izlenimci bir üslupla kayda geçirmiştir. yazarının nobel edebiyat ödülü'nü almasında başat yere sahip bu romanda anlatıcı üstü kapalı bir anlatımla, imalar yoluyla, varoluşçu bir bakış açısıyla başından geçen trajikomik hadiseleri resmeder. kimlik krizi ve varoluş meselesi anlatı boyunca ön plandadır. ironik bir söylemle sık sık tevrat'tan gelen referanslarla semaviliğe satır darbeleri indirir. tanrı ölmüştür. tanrı tıpkı nasıralı marangoz isa'nın çarmıhtaki çilesine sessiz kaldığı gibi tam şimdi kitlesel imha operasyonlarına da sessiz kalmaktadır. öyleyse burada soyu katledilenler gerçekten yahudi midir? kızıllar, eşcinseller, çingeneler? sakatlar, deliler, kadınlar, çocuklar? bunlar kimdir?

    başta dediğim gibi sadece kitlesel katliama değil, yahudi kimliğine, insan olmanın taşıdığı anlama, hatta yahudiler içinde yahudi olmanın paradoksuna eğilen muhteşem bir romandır bu. ve burada katledilen aslında tanrı, semavi dinler, insanlık ve hümanizmdir. evlerinden koparılarak çalışma kamplarına yollanan aile bireylerinin dayanışmasının dahi öldüğünü belgeleyen bir romandır bu. akrabalık ilişkileri, dostluk, birlik-beraberlik duyguları da ölmüştür. nitekim tıpkı toplama kamplarından sağ kurtularak ülkesine dönen imre kertész'in kendisi gibi romandaki anlatıcı-genç de nihayet ülkesine, evine döner ama anlattığı kitle katliamlarına, zulümlere inanacak hiç kimseyi bulamaz. hatta kitleler anlattıklarını bile dinlemek istemezler. yabancılaşma ve iletişimsizlik artık bu çağın, sözüm ona iki büyük sömürü savaşı'na tanık olmuş 20. yüzyılın kaderi olmuştur. yalnızlık, sevgisizlik, duygusuzluk bu çağın kaderi olmuştur.

    kitap ayrıca ilk yayımlandığında kuşkuyla karşılanmış ve sümen altı edilmiştir. nitekim yazar eserini birkaç yıl sonra ancak yayımlatabilmiştir. yani kitabı sanatçının ırkdaşı yahudiler bile kuşkuyla karşılamıştır. büyüklüğü işte tam burada başlıyor kadersizlik'in. sıra dışı bir okuma deneyimi. önyargılara saldırdığı ve evrensel soykırım planına çok başka bir perspektiften baktığı için çok önemli bir roman.
  • imre kertezs'in nazi toplama kamplari hakkinda degisik bir bakis acisina sahip enfes romanidir.

    klasik nazi kotuluklerini anlatmak yerine kotu olan herkesi tasvir etmistir. kamplarda birlikte bulunan acimasiz macar vatandaslarini anlatirken, insanin eline guc gectiginde en canice sartlarda bile kendi soydasini dahi umursamadigini yuzumuze ustaca vuruyor.

    okurken bir insanin, cocugun bunlara nasil dayandigini anlayamiyorsunuz ki zaten bir yerde artik dayanamayip kendini birakiyor da.

    en can alici yerleden birisi de insanin en kotu sartlarda dahi kendini mutlu edecek bir an yaratabilmesi. calisma kampinda aclikla, dayakla savasirken yorgun ve bitik bir halde aksam kampa geri geldiginde ictima ile yemek arasinda bos olarak gecen bir saatlik surenin verebildigi sahte mutluluk insanin kendini kandirmasina en guzel orneklerden.

    mutlaka okunmali ve okurken rahatsiz etmesi bile ne kadar basarili oldugunun gostergesi.
hesabın var mı? giriş yap