• hayatımda ilk kez bugün yüksek lisans dersinde duyduğum, duyduğum anda gaydırıguppak şeklinde algıladığım için bir anda beni yerimden sıçratan terim..
  • kahkahası, her lafa ortadan girmesi ve kibeleligiyle (bkz: bulent ersoy)
  • freud'un tanrı kavramını açıklarken kullandığı bir kavramdır. kısaca, çocuklar kişiliğin gelişmeye başladığı dönemde ebeveynlerinin kadir-i mutlak olduklarını düşünür, yani onların gücü herşeye yetecektir, çocuk böylece kendini çaresiz ve güçsüz hissetmekten kurtulur. ancak bir zaman sonra ebeveynlerinin gücünün sınırlı olduğunu farkeder, çocuk hâlâ kadir-i mutlak kavramına sahiptir, ama kavramın içi boşalmıştır, ebeveyn artık bu kavrama uymamaktadır. bu durumda çocuk tanrı kavramını, önceden sahip olduğu kadir-i mutlak kavramının içine yerleştirir. böylece freud tanrıyı, insan hayatı üzerinde etkiye sahip bir doğaüstü güç olarak değil, kişilik gelişim dürecinde insanın kendi yetersizliklerini anlayabilmek için kendini karşılaştırmak istediği yaratılmış bir kusurusuz imge olarak görür.
  • birçok paradoksu beraberinde getiren kavram. bu özelliğe haiz olduğu düşünülen varlığa tanrı diyor insanlar, biz de işbu entiride semavi denen dinlerde geçen tanrıdan, yahut omnipotent ve omniscient bir tanrıyı kabul eden deistlerin tanrısından bahsedeceğiz. paradoksları madde madde sıralayacak olursak:

    1. sık sık pis bir sırıtışla dile getirilen, adeta bir klişe olan "tanrı kaldıramayacağı taş yaratabilir mi?" paradoksu. evet, itiraf ediyorum ben de lise 1'de dinciye sormuştum bunu, "yapar olum yapar, allah yapar ikisini de, takma kafanı" demişti. şimdi şimdi geriye dönünce ayıklıyorum, beni nelerin ateist yaptığını. neyse, konuya dönelim, buna çok benzer bir paradoks da "tanrı kendisinden daha mükemmel bir tanrı yaratabilir mi?" sorusundan doğar. ikisini beraber inceleyeceğiz. burada paradoksun çözümü olarak, hadiseye matematiksel yaklaşıp tanrıdan daha mükemmel bir tanrı, yahut tanrının kaldıramayacağı bir taş mümkün değildir, çünkü tanrı zaten en mükemmeldir, sonsuz artı bir sonsuzdur, tanrının kaldıramayacağı bir taş varolamaz denebilir. ancak yine de yarata'bil'mek açısından bir eksiklik kalıyor gibi, yani tanrı matematiksel konseptle sınırlandırılmış-kendini sınırlandırmış oluyor; yaratabileceği her şey, matematik dahilinde tanrıyla beraber varolabilecek her şeye dönüşüyor, kısılıyor. en son çıkış yolu, biraz da işin bokunu çıkarmak oluyor, biz matematiksel nedensellikle, mantıkla düşünüyoruz, o yüzden anlayamıyoruz, aslında kendi içinde tamamen tutarlı kendi açısından denebilir, ki bu doğru da ola'bil'ir. lakin yarın öbürgün ben aslında tutarlıydım, sen matematiksel düşündüğün için(ki o öyle yarattığı için öyleyim) tutarsızlık var sandın, gel seni sonsuza kadar yakalım derse, anasına söverim. deistler burada teistlere karşı 1-0 önde. ateistler deistlere karşı averajla üstte görünseler de, durum az miktar şaibeli, bunu da göz önünde bulunduruyoruz.

    2. bir diğer paradokssa "determinizm ve özgür irade paradoksu"nda da yer yer bahsedilen "özgür irade ve tanrı paradoksu"dur. kısacası paradoks, omnipotent ve omniscient bir tanrının varlığı halinde, herhangi bir düzeyde herhangi bir bağımsız karar verebilecek varlığın bulunmasının imkansızlığından doğmaktadır. sebep şu ki, eğer benim 2 saat sonra bira içeceğimi bilen bir tanrı varsa, benim bira içmemem mümkün değildir, o halde tanrının bildiği şeyi yerine getirmek zorundayımdır, yani seçme şansım yoktur, dolayısıyla cüzi de olsa bir özgür iradeden söz edilemez, olsa olsa, içinde bulunduğu durumu gözleyen bir bilinçten söz edilebilir. buna karşı geliştirilmeye çalışılan argüman, "tanrı senin neleri seçeceğini biliyor, ama onlara müdahale etmiyor ki" gibi yanıtlamaya bile gerek olmayan sikko bir şey. nassı müdahale etmiyor arkadaşım, evreni yarattığı anda, bırak beni daha bildiğimiz haliyle atomlar bile oluşmamışken, ben diye tabir ettiğim atom yığınının, şu tarihte, bira diye tabir ettiğimiz atom yığınını içsel bölgesine geçireceğini biliyorsa, ki omniscient olması onu bilmesini zorunlu kılıyor, bu o hadiseyi tanrının belirlediği anlamına gelir; henüz var olmayan benim, özgür irademle onu seçtiğim anlamına değil. ikinci kontr-argüman ise, biraz daha karşıdakinin kafasını karıştırarak ve onu "he, ımm, öö" durumuna sokarak alt etmeye yöneliktir: "ya olum şimdi tanrı, senin seçebileceğin her türlü olasılığa karşılık neler olacağını biliyor, sen istediğini seçiyosun yani, bi müdahale yok". şimdi, paralel evrenler kuramının hollywood tarafından algılanan şeklinin dindar bireye indirgenmiş halinden doğan bu argüman da birçok eksik nokta içermekte. bir, eğer ben tek bir bölünmeyen bilinç ve benlikten ibaretsem, tanrının benim yapabileceğim her türlü şeye karşılık olacak şeyleri bilmesi bir şeyi değiştirmez, benim onlardan hangilerini seçeceğimi biliyor demektir, ben yine onun bildiği, yani benim için belirlediği şeyi yapacağım, öyleyse 2. durumun başına dönünüz; yok eğer benim seçebileceğim her türlü olasılık için benim kimliğim de bölünüyor, yani bir evrende bira içiyorken birinde tekila shot yapıyorsam, bir diğerinde efendi efendi oturup ders çalışıyorsam, bu, tanrının her özgür bireyin, her olası kararı için zilyon tane evren yarattığı anlamına gelir ki, teist bir insan için bu, benim bir evrende yaşayan versiyonum cayır cayır yanarken diğer evrende yaşayan versiyonumun hurilerle seviştiği sonucunu doğurur. yani tanrının yarattığı her birey, bu anlayışa göre, bir tarafta yanarken diğer tarafta alemin balını emiyor; lame. buradaki ilginç noktalardan biri de, örneğin, ali rıza efendi ve zübeyde hanım'ın bir çocuk daha yapmaya karar verdikleri evrenlerden bazılarında ben varım, diğerlerinde yokum. milyarlarca benlik yaratıp, ve bu milyarlarca benliği zilyon tane fraksiyona ayırıp, bu fraksiyonlardan bazılarını ateşe bazılarını hurilere göndermem ne denli mantıklıdır, orasını siz değerli sözlük okurlarına bırakıyorum. teistler 2-0 geriye düştü sayın seyirciler, ağlamak istiyorum...

    teistlerin bizim algımıza ve felsefi yeterliliğimize göre, 2-0 geriye düştüğü, deistlerin görece sağlam durduğu ancak yine de iddialarını doğrulayacak hiçbir kanıtın bulunamadığı bu karşılaşmada olası hakem hataları için erman hocanın mesajlarını beklemekteyiz, esen kalın*.

    not: işbu entrynin 2.argümanın ortasına kadar olan kısmı 6 biradan önce, kalanı 6 biradan sonra yazılmıştır, ikinci kısımda ekseriyetle backspace'e basılmıştır, arz ederim.
  • insanın bir kul olarak kendisini yaratan gücün çizdiği sınırların dışına çıkamayacağı, özgür irade kavramının bu bağlamda kaybedildiği, kulun kaderin kuklası olduğu için davranışlarından dolayı ceza görmesinin mantıksızlığı ileri sürüldüğünde, "güneşin doğacağını bilmen onun doğuşuna etki ettiğin anlamına gelmez" şeklinde bir cevap verilir genelde. evet, biz cüz-i iradeliler için güneşin doğuşunu etkilemek imkansız; peki bu mantığı güneşi yaratan kişiye kadar esnetmek saçma değil mi?

    kadir-i mutlak olanın alim-i mutlak da olduğunu varsayarsak (-bu ikisinin birarada olmaması nasıl bir şey olurdu acaba?), böyle bir varlıkta bilmek ile belirlemek arasındaki ilişkinin biz insanlardakine benzemeyeceği aşikardır. bizler, sınırları ve işleyişi tanrı tarafından belirlenmiş olduğu iddia edilen bir evren içerisinde, bilsek de geleceğini belirleyemeyeceğimiz yahut geleceğini belirlesek de ne olduğunu bilemeyeceğimiz sayısız olaya sebebiyet veriyoruz. ama her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir tanrı, tanımı gereği böyle bir yetersizlikten münezzehtir. tanrı, bildiği şeylerin doğal sebebi, kaynağı değil midir zaten? tanrının bilişi pasif bir gözlemin ya da simülasyonun ürünü olmadığına göre, bilmek ile belirlemek arasındaki insanî ayrım tanrıda yok olur.

    şimdi bu paragraflarda sebep sonuç ilişkileri kuruyor, akıl yürütüyorum. benim akıl yürütme ölçeğimin evrenselliği bile aşıp tanrıya kadar uzanması ancak büyük bir lütuf olurdu; buna mukabil bilgimin ve aklımın sonsuzluğu ve tanrılığı anlamak için yetersiz kalması çok daha muhtemel, doğru. insan için birçok şey "bilinemez"dir, kabul. çok güzel bir yere geldik, burada biraz duralım. "bilinemezcilik"i işimize geldiği zaman kullanmayalım, burada aklıselim bir iklim var, değerlendirelim. ayakları yere basan "sen tanrıyı bilemezsin" argümanından, "işte o yüzden sorgulama hakkın da yok, onun kitaplarla gönderdiklerine kayıtsız şartsız itaat etmelisin" çıkarımına bir hamlede sıçramayalım. zira aynı bilinemezlik penceresinden, tüm o kutsal metinlerin, çizilen tanrı resminin, ruhun, maddenin, ve bunun gibi her şeyin bilinemezliği de görünüyor. manzara güzel, izleyin.
  • kadir-i mutlak olanın alim-i mutlak da olduğu takdirde paradoksal bir durumun oluşmasının yanında, insanın özgür iradesinin kader kavramı ile birlikte varolabilmesinin nasıl mümkün olabildiği sorusunda hafiften bilinemezci takılanlar dahi mevcut. kader-özgür irade halılarından hangisine atlarsanız atlayın islam teolojisine göre cehenneme uçma ihtimaliniz olduğu için, ebu hanife'nin, kaderle ilgili bir soruya "kader üzerinde düşünen kişi, güneşin kendisine bakana benzer, güneşe baktıkça gözler kamaşır, anlaşılmaz" cevabını verdiği rivayet edilir. hatta yine aynı ebu hanife, kader konusundaki cevabın anahtarının insanlığa verilmediğini de söyler. idealizm, paradoks ve sorunlardan bazen nasıl oluyor da kurtulabiliyor değil mi?, çözümler sonsuz...
  • bizatihi yaratıcının kendisi. hoş bazı geniş görüşlü din felsefecileri bunu da tartışmaya açmadı değil.
  • (bkz: #22436213)
hesabın var mı? giriş yap