• didem madak şiiri. pulbiber mahallesi adlı kitabında bulunur.

    efendimize

    sahte rakımdan düştüm efendimiz, galiba kör oldum
    acaip bir atmosfer yarattım
    tuzluk, kapatılmış kahve falı, ütü suyu, ceza kanunu...
    hiçbir şey kalmamış gibi olduğu için oldu bu
    hiç acımıyormuş gibi...
    acım uzakta kendini çekiyor efendimiz
    ben burda balkabağından bir pranga ile dolaşıyorum

    bir cadının içli geçmiş zamanındayım
    elektrikli süpürgemden zalim toz yumakları boşaltıyorum.
    bu tozlar her şey efendimiz, sözler ise hiçbir şey
    kuşlar sözlerin arasındaki boşluktan sıcak ülkelere göçerler
    sözlerin arasındaki boşluğa
    bahçedeki kuru yaprakları süpürür insanlar
    sözler ağır alışveriş torbaları gibi
    gitgide taşınmaz olur efendimiz

    sözleri tekrarlayarak yok eden çocuk gibiyim
    acı çekmeyi öğrendiğimde ismimi de öğrendim

    "sus-dinle-sus-sus-dinle-sus
    sesikilitsesikapısesikilitsesi..."
    sesleri dinleyerek büyüdüm
    efendimiz beyaz etli çuprayı deşeleyerek
    yeşil elmayı dişleyerek
    sokağa atılmış bir çin aslanı kadar şaşkın,
    rüyamda bilmediğim bir yazıyı okuyup anlayarak
    ne anladıysam sonra ağlayarak
    gübre yığınlarından tüten dumanı koklayarak
    sonra vesikalık fotoğraflar çektirerek
    kimini beğenip kimini beğenmeyerek
    yüzüm kilitlendiğinde anahtar sözler yoktu efendimiz
    sözlerin arasındaki boşlukta
    acı çekmemeyi öğrendim.

    "gül ağacı değilem" çalarken hafiften metroda
    istanbul'un yanık kablo kokan damarlarında
    ayağımda balkabağından bir prangayla dolaştım.
    tüm yüzlerde sizi görüyordum efendimiz
    gidiyordunuz, devam ediyordunuz, aşık oluyordunuz
    ayağınız tiksintiler ayağıydı
    ucuyla ölü bir fareyi mazgala iteliyordunuz
    küçük kızların saçlarını bahçıvan makasıyla kesiyordunuz
    romatizmanız hafiften sızlıyordu, ayakkabınız da vuruyordu
    bebekler gibi süt kokuyordunuz bir yandan da
    siz herkesin gül ağacı, herkesin ısrarıydınız
    eliniz tiksintiler eliydi, şeytanı çatlayanlar elinize doğardı
    ve siz portakalı uzun uzun soyar, başucuma koyardınız

    ortam şiire acaip müsait efendimiz,
    acaip bir atmosfer yarattınız
    kar yağdı, yüzümün yolları kapandı.
    hayır, tuzlama çalışması yapmıyorum efendimiz.
    ne bir kimseyi göresim var, ne konuşasım bir kimseyle
    hayır, insanları sevmiyorum efendimiz
    çok soru soran bakkalı, işgüzar sekreteri
    pantolon ağlarından dakikalar fırlayan kart zamanparaları...
    hayır, hiç kimseye acımıyorum efendimiz.
    kendimi de ağlak suratımı görmemek için
    çokonat reklamına gönderdim.
    arınmadan gelmesin.

    zavallı kendim!
    tasfiye edilmiş bir merkez komite üyesi gibisin.

    şimdi hiç kimse yok efendimiz
    şu tuzluğu elinin tersi ile itip devirecek biri
    fal kapatıp bakacak biri
    babazula çalacak, janis joplin dinleyecek biri
    fiillerime uygun cezayı şu kanundan bulacak biri,
    cezalandıracak ve beraat ettirecek biri,
    sanığı son sözünü söylemeye teşvik edecek biri
    pulbiber mahallesi vakanüvisi işbaşında şimdi
    hayaletler için masumiyet karineleri icat etmektir işim
    ilkem hayaletleri aklamak, görünmez olmaktır
    karnımdaki 37 ekran televizyondan
    kılıç şakırtıları ve at sesleri geliyor
    bir iç savaş hikayesi
    bir marduk efsanesi
    renk ayarlarımı yapıyorum,·acaip bilim kurguyum
    didem madak kangurular gibi şiirlerini karnında taşır
    bir ideolojiden diğerine zıplardı
    stigmata problemlerini beş dakkada çözer
    ağır bir şey taşırmışçasına hafif kambur dururdu
    benden iyi belgesel olur kız zeyna, ha? deyip kulağını çekiyorum
    gölgelerin gücü adına!
    şimdi bir hayalet uzun çivileri elime zaplar.
    göbek deliğime basarak kapatıyorum şiiri.

    pulbiber mahallesinin tarihi kaçarken vurulmuştu.
    sen bir yampirisin dedim,
    sen kendini bilmez bir yengeçsin sen... sen... aşağılık ay budalası...
    işte yine küfrün sokaklarında lambalar yanmıştı.
    şimdi olacaktı
    belki biraz daha uğraşmak lazımdı
    tanrı hilali bumerang gibi kullanıyor
    beni bol kesik kafalı bir korku filmine fırlatıyordu
    pulbiber, mahallenin ismi olmuştu.
    biber pul olup gitmişti işte,
    ne güzeldi yani, hafiflemişti.
    ağla ağla açılırsın bir kelimeydi pulbiber.
    hz. isa karşıdaki lambacının alın çizgilerine gelip oturdu.
    yan kahveden bir türk kahvesi söyledi kendine
    yürüklerin ibram "ayıpsın bi garar" diyerek
    kokusu güzel, kendisi güzel kahvelerden getirdi ona
    böylece avizeler ve lambalarla dolu dükkan
    şıkır şıkır oldu sesler ve ışıklarla

    lambamı dünyamın tavanına asmıştım işte
    en bi tavanına.
    mor ötesi ışıklı bir lamba.
    kendimdeki işaretleri görebildim böylece.
    böylece evde deli beslemeyin uyarılarına aldırmadan
    ve hiç korkmadan bir deli beslemekten
    çamaşırların kurumasını bekledim, yemeğin pişmesini
    bebeğin doğmasını
    küfrün sokaklarında lambaların yanmasını
    çimentonun donmasını
    mafya babanın başımda kahkahalar atmasını
    cesaretin varsa gel demelerini bekledim.
    kelimelerin meczup dilenciler gibi evimde gecelemesini.
    dili kesik bir korku filmine atmıştı tanrı beni
    bana reddedemeyeceğim bir teklif sunmayacak mıydı?

    tanrı'nın büyük tarlaları andıran ayakları vardı
    yürüdüğünde buğday başakları hışırdardı
    üzüntüsünden kan tüküren tanrı'dan işaretlerdi gelincikler
    hain bir raptiye gibi saplanırdım ayaklarına
    çıkarıp atardı beni.
    yüzüm sürülmüştü, kökleri dışarıdaydı, humus kokardı.
    hapishaneden kaçan kehaneti teklif etmişti tanrı bana
    herkese yasaklanan ayeti,
    bu kırmızı, bu top top, bu yılbaşı çiçeklerini...
    içinde ne var merak edeceksin
    koyun koyuna uyuyan iki kara tohum?
    koyun koyuna, biri uyuyan diğeri uyumayan iki kara tohum?
    çiçek satan kadınlardan tarih satın alacaksın.
    içinde her şey çiçek pıhtılarına dönüşecek
    bir gün gelecek hiç ağlamayacaksın
    yüzün çatlayacak susuzluktan, şeytanın çatlamayacak
    bilecek ve söylemeyeceksin!

    mahallemizde bütün talih kuşları kuş gribi olmuştu.
    isli evler kara tabancalar gibi havaya ateş ediyorlardı.
    kaçışıp kaçışıp dağılıyordunuz efendimiz
    gidip bir alışveriş zincirine bağlıyordunuz kendinizi
    günler süren bir ölüm orucundan çıkmış gibi...
    kredi kartları iade edilmiş bir manikdepressif gibi...
    siz efendimiz, siz, siz, siz,,,,,,,,,,,sızsızzzzzzzzzzz
    kanatları itlaf edilmiş garip bir kuştunuz

    istanbul'un yanık kablo kokan damarlarından akarak
    oyun arkadaşımın yanına gidiyorum
    siz buna kaçmak diyebilirsiniz
    siz buna göçmek diyebilirsiniz.
    çocukken elektriklerin kesilmesini isterdim
    annem masal anlatırdı o zaman.
    çünkü sahibini görmediği sesleri şiir sanır insan.
    siz bunu da böyle bir karanlık sayın efendimiz.
    şimdi kelimeleri tekrarlamak yok etmiyor onları
    şimdi kendim altımı çizme kırmızıyla diye
    bas bas bağırıyor.
    siz buna yanlış da diyebilirsiniz ya.
    belki de biraz iyi olmaktır ama.

    "tanrının olmadığı bir dünya'da fazladan bir yığın aşk vardır"
    sözün aslını araştıracak takatim yok.
    buna benzer bir şey diyebilirim,
    demek isterim takatim olsa.
    kar yüzümü kapatmadan önce derdim belki
    belki cama küçük taşlar atar ve uyandırırdı beni sevgilim.
    belki buluşurduk, telli duvaklı bir şiirde buluşurduk
    siyah bir gelinliğe benzemeden önce bu şiir
    uzun kuyruklusundan.
    karanlıkların ihalesi bana kalmadan önce
    biraz arpa için şaha kalkmadan önce atlar
    kelimelerle beş-taş oynayan bir çocukken belki
    annemin adını tekrarlardım
    kardeşimin adını
    kendi adımı
    belki babamın bile adını
    ve eski sesler bilirdim
    oeski sesler bilir derlerdi, efsaneydi
    şeytan tırnaklarının sesini bilir
    lslık çalamayan çocuk üzülür
    bahçeye kaçmıştopun kesilen sesi gibi
    rüyanda ölmüşsün demek ömrün uzamış
    diyebilecek biri gibi.
    pulbiber mahallesinin tarihi ne zaman başlayacak?
    kapatıyorum şiiri hep göbek deliğime basarak.
    tanrı sadece iyi bir oyun arkadaşıdır.

    biz şimdi miss marple ve zeyna ile beraber acılarımızın
    kaynağını araştırıyoruz.
    pulbiber mahallesinin vakanüvisi olmak
    gözleri fotoğraflarda kırmızı çıkan albino bir şiir kedisine
    bir kız kurusu ve bir şair eskisine kaldı
    kardan kapanmış bu yollar bizim!
    hayali bir arkadaşı olmuştu kardeşimin.
    aytaç geldi dün gece diye uyanırdı sabahları.
    saçmalama derdi babam kızarak
    bunu şimdi hatırlayıp yazmamın bir manası var mı?
    çok saygıdeğer zeyna ve sayın miss marple?
    sizlere soruyorum bir manası var mı?
    tarifeler içinde bir tarif bulmak lazım
    bu ölen kelimelerden biri mi savaşta?
    hayal öldü mü?
    bak çabuk, bak şuna diyorum zeyna'ya
    saf saf bakıyor ve klişe yumaklarıyla oynuyor
    tarifelerden başını zorlukla kaldıran miss marple
    hayal güçleri tezkerelerini almış diyor.
    çağırın çabuk diyorum seferberlik var
    mahalleye bir tarih yazmamız lazım.
    pulbiber tarihsiz kalmayacak!
    aytaç'a dönüyorum, kimse ama hiç kimse
    varolmadığınızı söylemeyecek bundan sonra.

    miss marple fahişeleri koklamaktan yorgun geliyor akşamları
    öldürülmüş kadınlar gülümsüyor
    piyano tuşları gibi arası kararmış dişleri ile
    çözülmemiş cinayetler oratoryosu yazıyoruz
    kadınlar öldürülmesin senfonisi
    şeker de yiyebilsinler notalarla!
    cinayetler saçlarını çözüyor, beyaz kadınların omuzlarına
    ben yüzü kalpten kadınlar çizerek rahatlıyorum pastel boyayla
    nedense hepsinin yüzüne
    beyaz bir kedinin kara gölgesi düşüyor
    buna gözyaşı demek mümkün belki
    neme lazım güzel kadın sanatı yapıyoruz burada.
    aydınlanan vakaları miss marpple yazıyor
    karanlıkta kalanları taşeron usulü şaire veriyoruz.
    yetki belgemiz yok, yine de
    duruşmalara müdahil oluyoruz ara sıra
    doğrudan zarar gördük diyoruz
    doğrudan!
    hakim bağırıyor
    atın bu isterik karıları dışarıya!
    geçmiyor zapta nedense hiçbir sözümüz

    yetki belgelerimizi yakıyoruz sokaklarda
    mor küllerini savuruyoruz.
    çok mutluyuz.
    eksenimiz yok, kolanlarımız çatlak
    kömürlük penceresi dilinde yazıyoruz.
    ete yapışmış siğil dilinde
    kuyruğu kesik kedi dilinde
    kırmızı tırtıl dilinde
    bulabildiğimiz ve bilebildiğimiz dillerde yazıyoruz.
    bu diller bizim!

    efendimiz, ey efendimiz, yüce efendimiz
    şeytanım çatlamıyor
    acaip bir atmosfer yarattım
    tuzluk, kapatılmış kahve falı, ceza kanunu...
    acım uzakta kendini çekiyor
    ben burda balkabağından bir pranga ile dolaşıyorum
    evet efendimiz!
    bahçedeki yaprakları süpürdüm
    kediye sütünü verdim, işe geç gitmedim
    kirayı yatırdım, fazla içmedim balkabağımı parlattım efendimiz
    yılbaşında kabak tatlısı da yaparız.
    hayır, şeytanım çatlamadı, çatlamıyor.
    lslık çalmam ve parmaklarımı da hiç kıtlatmam
    yarın karlar erirse,
    yüzüm geçit verirse gülümserim birilerine
    peki gülümserim efendimiz
    başka emriniz?

    -------------
    bonus: didem madak’ı bir kadın şair, bir cinsiyet farklılığı şairi olarak bu şiir üzerinden okuma denemesi için bkz. zeynep direk, "karşılıksız hayat", cogito sayı 81-annelik, ağustos 2015.
  • bir didem madak şiiri. buradan dinlenmesi tavsiyedir.
hesabın var mı? giriş yap