• bir kişinin almış olduğu borç veya kredi için, karşı tarafa ödemezse ben öderim teminatı vermek. ancak dikkat etmek gerekir, yanlış kararlar bazen istenmeyen olaylara neden olabilir.
    (bkz: kazık yediğin oranda tecrübelisin)
    (bkz: tanıdık diye bile bile kazık yemek)
  • genellikle kefil olunan rakam + olası avukat masrefları kadar parayı doğrudan/karşılıksız vermekten daha kerizce bir eylem.
  • müteselsil ve adi olarak iki çeşidi mevcuttur. basite indirgemek gerekirse, müteselsil kefillikte alacaklı , size borcunuzu ödemeniz için başvurmadan önce kefilinize giderek "bu adamın borcunu öde lan" diyebilir. adi kefillikte ise , öncelikle size , yani asıl borçluya gelmesi , eğer siz borcu ödemezseniz kefile giderek az önceki cümleyi sarfetmesi sözkonusudur. peki bunun ayrımı nasıl yapılır? o da düşünülmüş. ilgili kanunlar gereği bütün ticari işlerdeki kefalet şekilleri kendiliğinden müteselsil sayılmış. herhangi bir kefalet sözleşmesinde ise aksi belirtilmedikçe adi kefalet hükümleri uygulanacağı belirtilmiş.(bkz: adamlar yapmis abi)
  • ne kadar agir(!) biri olunursa, alinmasi gereken sorumluluklarin da o denli azaldigi eylem.
    mesela (bkz: mehmet agar in kefil olmasi)
  • tekefful
  • ööööyle bir kaç kağıda imza atmaktır. imza atmaktan kolay ne var?
    imza atmak ne kadar kolaysa, borçlunun ödemediği borcu kefil olarak senin ödemen de o kadar ağırdır.
  • "vaktin varsa şahit, paran varsa kefil ol."
  • garantör olmaktan iyidir.
  • askerliğimi yaptıktan sonra, sinemacı olma hayalimi gerçekleştirmek için istanbul'a geldim. setlerde çalışabilmek için mutlaka bir tanıdığımın olması gerektiğinden hareketle, bu sektörü bilen, insanları tanıyan bir dostuma durumu anlattım ve bana bir set işi bulmasını istedim. aradı taradı, şimdi adını vermeyeyim, tanınmış bir yapım şirketine aldı götürdü beni. neyse şirketin başındaki adam masada, biz de masanın önündeki sandalyelerde oturuyoruz. laf arasında, bana göre bu düzen oldukça otokratik bir düzen. bu masa şablonunda oturan insanların, birbirlerini tanımasalar bile, oraya oturur oturmaz bir hiyerarşide olduklarını hissetmelerine neden oluyor.

    neyse, hal hatır soruldu, konuşuldu. söz asıl noktaya geldi. benim tanıdığım ve torpilim olarak görünen agabey, elini bana doğru uzatıp, zarif bir koyunmuşum gibi anlatmaya başladı.

    "bak abi, bu adam tam bir sinema hastasıdır. ne iş olsa yapar. çok düzgün, çok dürüst adamdır. sinema için her şeyi yapar. setlerinde bir iş çıkarsa, ufak ufak ne olursa, ona verebilirsin. her işi yaparak başlayacak, hepimiz öyle yaptık zaten. çok güvenilirdir ama, gözün arkada kalmasın."

    hoşbeş edildi, yakında bir reklam seti olduğundan, oraya gelebileceğimden bahsedildi. falan filan. önemli olan bu değil. kefil olmak meselesine ucu dokunan noktası, orada nazik bir koyun olarak sessiz sedasız oturup, hakkımda söylenenleri dinlemekti. bir anda kendim olmaktan çıkıp, o sözlerde anlatılan insan olma yükümlülüğüyle başbaşa bırakıldım. etrafıma uzunca ve sıkıca bir çember çizilmişti ve benim bu çemberden çıkmam pek mümkün görünmüyordu. o dostum konuşurken, ben de bir yandan düzgün olabilmenin, dürüst olabilmenin, sinema için her şeyi yapabilecek olmanın nasıl bir yüz hâli gerektirdiğini düşünmekle meşguldüm. ben nasıl düzgün olacaktım bu sözlerin altında? buna uygun olduğunu düşündüğüm bir sessizlikle sustum.

    dostumun bana kefil olması demek, bir anda benim, kendim olmaktan ziyade o dostumun ağzından çıkan sözlerle şekillenen bireye dönüşmem demek oluyordu. o saatten sonra asla düzgün olmayan bir hareket yapamazdım. beni döktükleri kabın şeklini almam gerekiyordu ve bunun bedelini, o kapıdan çıkarken aslımı o koltukta bırakarak ödemeliydim. artık kızmaya, düzgün olmayan ve dürüstlükler yapmayan, sinema için de skime kadar bir şey yapmamaya lüksüm kalmıyordu. bir büyük ilmek, bir büyük gözaltı. şimdi ben hangisini olmalıydım? o konuşurken sürekli bunları düşünüyordum. bir işe sahip olabilmek adına, insan olma özgürlüklerimden sıyrıldığımı fark ettim. bundan sonra kendim için değil de, kefilimi utandırmamak için yaşayacağımı hissettim.

    "abi ben arada yalan da söyleyebilirim?"

    diyemedim. başım öne eğik, övgülerin ağırlığını, kefil olunmanın verdiği sızıyla birleştirdim ve o reklam setine gittikten sonra bir daha sinema setlerinin, sinema dünyasının yakınına yaklaşmadım. kimse bana kefil olsun, beni satsın istemedim. bir avantaj uğruna öğütülmek, zımparalanmak ve varoluşumdan ödün vermek istemedim. insanın, kötü bir insan olma özgürlüğü elinden hiçbir şekilde alınmamalı. kefillik müessesesinin en büyük açığı da bu. yoksa ben o gün bilirdim, katır mıyım lan ben her şeyi yapayım, demeyi. şimdi beni hâlâ çok düzgün ve çok dürüst bir adam olarak hatırlıyor olmalılar. bilmiyorum. ama değilim lan. yalan da söylüyorum, insanları da üzüyorum. uzak durun kefiller, hepinizden nefret ediyorum.
hesabın var mı? giriş yap