• cemal kafadar' ın 1986-94 seneleri arasında yayımlanmış dört makalesinden oluşan kitabıdır.
    alt başlığı "dört osmanlı: yeniçeri, tüccar, derviş ve hatun"dur.

    kitabın adı karacaoğlan'dan gelmekte imiş:
    "karac'oğlan der ki bakın olana
    ömrümün yarısı gitti talana
    sual eylen bizden evvel gelene
    kim var imiş biz burada yoğ iken"

    kitap, kafadar'ın teşekkür yazısında belirttiğine göre fatih özgüven'in girişimi ile kitaplaştırılmış: "kitap kapağında 'çeviren' hatta 'çekip çeviren' başlığıyla fatih özgüven adı çıkmamışsa, bu onun cömertliğindendir."

    kafadar makalelerini giriş yazısında şöyle tanıtıyor:

    "burada bir araya getirdiğim dört denemede on altı ve on yedinci yüzyıllar osmanlı dünyasından oldukça mütevazi dört kişi ve onlarla ilgili bulduğum belgelerin ışığında peşine düştüğüm bazı sorular ele alınıyor.: babasından kalan arazi üzerindeki haklarını korumak için 1521'de divan-ı hümayuna başvuran mustafa adlı yeniçeri; 1660-64 arasında istanbul'da günce tutan seyyid hasan adlı derviş; ticaret için gittiği venedik'te 1575'te ölen ayaşlı hüseyin çelebi; rüyalarını kaleme alarak şeyhine mektupla gönderen ve bu yolla irşad edilmeyi bekleyen üsküplü asiye hatun."

    tarihyazımı derslerine ilaç gibi gelebilecek olan bu giriş yazısının bir noktasında biz arşivlerde belgeler arasında ne yapacağını şaşıran, zaman zaman umutsuzluğa düşen, zaman zaman amerikayı yeniden keşfettiğini farkedemeden heyecanlara kapılan genç araştırmacılara şöyle diyor kafadar:
    "hammaliye ise hammaliye. tonlarca arşiv belgesi arasında ıdının dıdısı ile uğraşmanın romantizmini de yabana atmamalı. kaynakların zenginliği ve öğrenileceklerin uçsuz bucaksızlığı keşif yolculuğunun yükünü de arttırır, zevkini de.*

    *tek tek tarihçiler için mümkün değil ama sahanın ortak aklının ve bilgi birikiminin, osmanlı tebası arasında kullanılan bütün dillere (hiç olmazsa bütün yazılı dillere) ermesi arzulanacak bir şeydir. alfabetik sırayla: abhazca - ki evliya çelebi'nin annesinin dilidir-,aramice, arapça, arnavutça,....daha a'ları bile bitiremedik."

    ve kafadar giriş yazısını şöyle bitirerek acemiliğimize destek veriyor: "bu kitapta okuyacağınız yazıların her biri şaşkınlık ürünüdür."

    bol bol şaşırmak dileğiyle.
    iyi okumalar.
  • uzun zamandır beklediğim kitaptı. metis'in ajandasında yaklaşık bir yıl önce yayınlanacağı ilan edilmişti. kitabın, yazarın yapı kredi yayınlarından çıkacağı söylendiği halde çıkmayan müthiş kitabı, between two worlds: construction of the ottoman state'ın kaderine uğrayacağını sanmıştım.

    kafadar kısa, öz, tarihçiliğin temel düsturlarının nereye nasıl evrildiğini osmanlı tarihçilerinin bu gelişim ve evrilme çizgisi içinde devam ettirilmesi gerekenlerin yanında artık bırakılması gereken "müslümanlar ticareti gayrimüslimlere bırakmışlardı" gibi kökleşmiş bilgi kalıplarını sorgulayarak, tarih yazımına kişisel mektup, hatırat gibi birinci el kaynaklardan yola çıkarak bir başka deyişle öznel olandan- ki ne iyi olur osmanlı tarihçiliğinde fenemonolojinin imkanlarından yararlanmak-, tekil algı ve deneyimleri odak alarak tümel olana dair algımızın ne kadar zorlanabileceği, bu gidişin güzergahları, yöntem ve yordamları hakkında epey zihin açıcı bir kitap yazmış.
    sanırım hoca, epeydir bu tür tekil anlatıların peşinde ve kazıyor arşivleri, moria madenlerini kazarcasına...

    ayrıca kendisi çok yardımseverdir, fakirin 18 ve 19. yüzyıl osmanlı kamusal hayatın belirme mekanlarını yoklayan, 18.yy istanbul'unda gündelik hayatın alanlarına ilişkin, shirine hamadeh'ın yaptığı doktora tezi "pleasures of the city" ile 19.yy cesmeleri ve bunun sosyal siyasal hayat uzerine etkilerini konu edinen calismalar yapan mimar sinan üniversitesi turk dili ve edebiyati bolumunde hoca prof. hatice aynur'dan haberdar olmasını sağlamıştır.

    venedik'e ticaret için gelen müslüman osmanlı tüccarlarından birinin doj sarayı'nın duvarına yazdığı erken bir duvar yazısı ile bitirelim:
    "ey kadir, lem yezel[kalıcı, baki], ey padişah lem yezel, sen bu yapıları düşmenler elinden al, işbu bindoksandört[1682/1683] senesi saferinun yigirmiikinci güni işbu şehre nüzul idüb tahrir olundu. elhakir eğribozi mustafa"
  • bir tanıtım yazısı için link'e gidebilirsiniz.
  • kimlerin olup olmadığın bir kenara bırakacak olursak, akıllara replikasın aynı isimli albümünü getirir.
  • öyle incelikli bir giriş bölümü yazmış ki bu kitaba cemal kafadar, hem metodolojik uyarılarıyla hem sade, zarif üslubuyla yazmakta tıkanıklık yaşayana ilham verici olabilir. en azından bana (zaman zaman) oluyor.

    kendisi şerh düşse de bu tabire 'sıradan insan'ın tarihini yazmanın önemini şöyle anlatıyor:

    "modernizm, kendine biçtiği büyük tarih anlatısında, geleneksel, modern öncesi gibi nitelemelerle ele aldığı toplumların, mesela bu kitapta ele alınan 16. ve 17. yüzyıl osmanlı şehir ehlinin, ne derece sofistike olduğunu gözlerden uzak tutmayı başarmıştır.

    bu ideolojik çarkın dişlileri o kadar öğütücü ki, tarihçilerin nice zamandır uğraştığı revizyonun etkisi küçük çevrelerle sınırlı kalıyor. osmanlı toplumunda insanların kendilerini birey olarak ifade etmekten, bu uğurda aileyse aile, cemaatse cemaat, devletse devletle çatışmaktan imtina ettiğini düşünmek hâlâ yaygın.
    (...)
    oysa tarih, bir şey gösterirse eğer, her düzenin her sömürü biçiminin, her kurumun, her kavramın, her hiyerarşinin, her karşı çıkış imkânının ve söyleminin, insanlar eliyle başka başka biçimlerde inşa edildiğini, usul usul da olsa tekrar tekrar dönüştürüldüğünü, yapılıp bozulduğunu gösterir"
  • (bkz: şu yalan dünyaya geldim geleli)
    şu yalan dünyaya geldim geleli
    tas tas içtim ağuları sağ iken
    kahpe felek vermez benim muradım
    viran oldum mor sümbüllü bağ iken

    aradılar bir tenhada buldular
    yasladılar şıvgalarım kırdılar
    yaz bahar ayında bir od verdiler
    yandım gittim ala karlı dağ iken

    farımaz da deli gönül farımaz
    akar gözlerim yaşı kurumaz
    şimden kelli benim hükmüm yürümez
    azil oldum güzellere bey iken

    karacoğlan der ki bakın olana
    ömrümün yarısı gitti talana
    sual eylen bizden evvel gelene
    kim var imiş biz burada yoğ iken
  • bireysel tarihe odaklanması bakımından bize farklı bir kitaptır.

    ayrıca her makale farklı bir ön yargıyı, ön kabulü yıkmaktadır. bu eserin ilk makalesinde kanuni döneminde de yeniçerilerin mal edinebilme haklarının olduğunu görüyoruz. bir yeniçeri asıl ailesinden kalan mirasın peşine düşmüştür. devşirme sistemi üzerinden osmanlıya saldıran batılılar ve kendini batılı hissedenler iin kötü haberdir bu.

    "türkler dış dünyadan nefret eder, korkarlar, bu yüzden ülke dışına çıkıp ticaret yapmazlardı." diyenler için venedikte ölen bir türk tüccarın mallarının ve parasının iadesi sorunu ile ilgili kayıtları yayınlamıştır. bir ön kabulde böylelikle yıkılmıştır.

    "türkler için bireysel kayıtlara ulaşamazsınız, barbar türk halkı kayıt tutmazdı" ön kabulü de bir dervişin günlük benzeri defteri ve bir hatunun rüya defteri ile yıkılmıştır.

    kafadar hocanın makaleleri aslında türk tarih kitaplarını değiştirecek kadar değerlidir ama "almanlar yenildiği için yenilmiş sayıldık" anlayışındaki lise müfredatına etki edememiştir. ayrıca "batı ne eylerse güzel eyler" kafasındaki çakma aydınların da makalelerden haberi bile olmamıştır. en ilginci, "ya hak ya osmanlı" diye cirit atanlarca bile pek okunmamıştır.
  • kitabın giriş bölümünde harika bir tespit yapmış cemal kafadar:

    "tarih, yok olanla değil bir zamanlar var olanla ilgilidir. nitekim karacaoğlan da 'kim var imiş' diye sorar, onların kanlı canlı insanlar olduklarını hatırlatacak şekilde, şimdi yok olduklarını değil bir zamanlar var olduklarını ifade ederek. dönüp seyir ettiğimiz zamanlar için bir yokluk söz konusu ise, o bizim yokluğumuzdur, anlama çabasıyla telafi etmeye çalıştığımız yokluğumuz. 'onlardan sonrası' olduğumuzun ve bir de 'bizden sonrası' olacağının bilinciyle, yani bugüne ait ve geleceğe dönük bir perspektifle anlamağa çalıştığımız birileridir mazinin insanları. yunus gibi ölüm gerçeği ve ahiret üzerine düşünmek isteyenler felsefeye yönelse gerektir, karacaoğlan gibi hayat ve dünya üzerine düşünmek isteyen ise tarihe..."
  • "karac’oğlan der ki bakın olana,
    ömrümün yarısı gitti talana,
    sual eylen bizden evvel gelene,
    kim var imiş biz burada yoğ iken*?"

    (bkz: karacaoğlan/@ibisile)
  • karacoğlan'ın, "kim var imiş biz burada yoğ iken?" suali ciğergahıma oldum olası işlemiştir. bu soruda harikulade bir duyarlılık ve letafet var. başkalarının öncesine, acısına, travmasına, tarihine bakma cüreti ve eşduyum çağrısı var. eldekiyle yetinmezlik var. başkalarının, kendisini önceleyen yaşantıların deneyimlerinden kendi adına pay çıkarma girişimi ve meramı var. ötekine duyulan bir merak içeriyor bu fevkalade ifade. bir hafıza, nisyana isyan talebi var bu dizede. karacoğlan, anadolu'nun anacıl veçhesinin, çehresinin taşıyıcılarındandır. karacoğlan'ın murat ettiği, evvel zaman içindeki hayatların sesinin aksini, dokusunu yakalayabilmektir. karacoğlan bize ayrıca iri ve kenarlı lokma kabilinden laflar etmemeyi, sıradan olanın sıradışılığını hatırlatıyor. yaşamın yaşayanlardan çok ölenlere ait olduğunu bilen bir içgörü içkin bu soruya.

    "şu yalan dünyaya geldim geleli,
    tas tas içtim ağuları sağ iken.
    kahpe felek vermez benim muradım.
    viran oldum mor sümbüllü bağ iken."

    "kahpe felek" ile kasıt, esasında hükümranların, bezirganların, fesatçıların çevirdiği bu düzenektir. karacoğlan'ın felek ile hiç arası hoş değildir. o, kendisine dar edilen ovadansa bir şahan gibi kanatlanacağı ve nefesleneceği yükseltilerin kıvrımlarını yurt beller.
hesabın var mı? giriş yap