• eger kiraz olgunlasmamissa gercekten kotu olan ve kirazin (ben diyeyim napolyon siz deyin enver pasa) "olgun olmiyani berbattir" sınıfı meyveler arasinda anılmasına sebep olan tad. kirazin rengi kirmizi ise tadi da iyidir diye bir kural olmadigi gibi kirazin icinde kurt bulunduysa tadi iyidir kurali her zaman gecerlidir. hatta raki, kiraz ikilemesi severler bunu bilirler ve "kurtlanmadan kiraz alinmaz" derler. buna dikkat edilir ve kurda aldirmadan kiraz agiz yolu ile kara zindana gonderilir.
  • (bkz: tam e guilass)
  • kiraz kurtluysa eğer, kekremsi bir tattır.
  • kurtlu mu değil mi acaba gerilimiyle yiyince et gibi bir tat da olabiliyor.
  • iranlı yönetmen abbas kiarostaminin filmi.intiharın eşiğindeki kahramanımız yol boyunca üç kişiden yardım ister.kürt asker korkar kaçar,afgan ilahiyat öğrencisi dini öğretiler nedeniyle kabul etmez.türk kahramanımız ilginç yaşam deneyimleri ve ikna edici konuşmalarıyla acep kahramanımızı fikrinden vazgeçirdi mi bilinmez ama aslolan kirazın tadından vazgeçip vazgeçmediğidir zaten!
  • insanı uzun iç yolculuklara çıkaran bir diğer abbas kiarüstami filmidir.
  • "elinde olana sarıl, o boş vaatleri bırak. davulun sesi uzaktan güzeldir." abbas kiarostami.. sevgiler ve sevgiler
  • abbas kiarostami’nin minimal bütçeyle çekilmiş altın palmiye ödüllü filmi. virane yerlerde dolaşıp intiharından sonra para karşılığı üzerine toprak atacak birini arayan bedii bey’in hikayesi konu ediliyor.
    varoluş sancıları çektiğim ilk gençlik yıllarımda beni oldukça etkilemişti. geçenlerde tesadüfen bu filmi izlemiş nadir insanlardan biriyle tanıştım ve yeniden izledim. bedeni yok etmek yerine düşünsel intiharın insanı kurtaracağını fark etmem için aradan yıllar geçmesi gerekiyormuş. her insan hayatında birkaç kez düşünsel intiharlar yaşamalı ki hiçbir suçu olmayan beden yaşamaya devam etsin. beni çıkmaza ve karanlık sokaklara iten duygu/düşüncelerimdir o halde ben değil onlar ölmeli..
  • iranlı yönetmen abbas kiyarüstemi 'nin 1997 yapımı altın palmiye ödüllü filmi. çok dar bir bütçe ile çekilmiş, müzik içermeyen, zaman atlaması olmayan ve kesintisiz akış halinde çekilmiş bir film.
    film iran'da bir çimento şantiye alanının çevresinde ve çoğunlukla araba içinde karşılıklı ikişer kişilik diyaloglar halinde geçiyor.
    kendinizi filme veremezsiniz sıkıcı gelecek türde bir film.
    gelelim hikayesine

    --- spoiler ---

    filmin kahramanı lüks bir arazi aracı sahibi bedî isimli birisi. hayatını sonlandırmaya karar vermiş ve bunun nedeni ile ilgili hiç bir bilgi paylaşmayan bu kişi. sadece bu konuda birisinin kendisine yardım etmesini istiyor. istediği yardım kendi hazırladığı çukura uyku haplarını içip öldükten sonra birisinin gelip yirmi kürek toprak atması. yani ölümü sonrası üzerinin toprakla örtülmesi.
    verdiği bu kararın nedenini hiç anlatmıyor. sadece intiharına ilişkin neden sorusu kendisine sorulduğunda bir inanç eleştirisi olarak verdiği cevap şu;

    "sizler insan canını allah'ın verdiğine ve aldığına inanıyorsunuz, fakat bazen öyle bir an gelir ki insan daha fazla devam edemeyeceğini anlar ve bu işi allah'ın takdirine bırakmak istemez, bunun anlamsız olduğunu farkeder. işte o an harekete geçmeye karar verir. intihar sözcüğünün sadece sözlüklerde yer alması için var olan bir kelime olmadığını görür. bunu anlayamazsınız. bunun nedeni, anlama becerinizin olmaması değil, belki sadece merhamet duyarsınız ama anlayamazsınız, anladığınızı düşünseniz bile benim gibi hissetmeniz mümkün değildir. "

    filmde üç unsur var, üç kişi. kimlikler üzerinden gitmek doğrumu bilmiyorum ama belki bunlara bakarak üç konu üstünden ele alınabilir.

    birincisi kürt asker çocuk; korkuyu temsil ediyor, bedî bey bu kişinin fazla konuşmasına müsaade etmiyor. kararını vermiş korkunun yeri yok. zaten bedî bey kararını anlattığında korku kaçarak uzaklaşıyor bedî 'den.

    ikincisi inanç sahibi medrese eğitimi almış genç afgan; intiharın onun inanç felsefesine göre yasak ve aslında bir cinayet olduğunu bu yüzden yardım edemeyeceğini söylüyor. bedî buna karşı cevaplar vererek bunun anlamsız olduğunu ve inancın ona fayda etmediğini anlatıyor. inanç sahibi afğan ise kendisi için doğru olmayan bir şeye yardım edemeyeceğini söylüyor.

    üçüncüsü ise umudu ve yaşamın güzellikleri temsil eden yaşlı türk; kendi hikayelerini anlatıyor, bir zaman kendisinin de intihara karar verdiğini ama bunu gerçekleştirmeye çalışırken fark ettiği güzellikleri görüp vazgeçtiğini. aslında hayatımızda o kadar basit ve önemsiz görünen bazı şeylerin ne kadar kıymetli olduğunu. bedî' nin sorununu bilmediğini, bilse bile anlamasının zor olduğunu ama yaşadığı sorunun dış dünya ile ilgili olmayıp tümüyle kendi içinde olan anlamsız sorunlar olabileceğini anlatıyor. yine de eğer bu konuda yardımına ihtiyacı varsa ona yardım edeceğini ve gerçekten istediği üzerine toprak atılmaksa bunu yapacağını söylüyor.

    tüm bu diyaloglar içinde bedî bey korkuyu susturuyor, inançla tartışarak onu bastırıyor, umut karşısında ise susuyor ve sadece dinliyor.
    filmin sonu ise yok. bedî bey' in ne yaptığı bilinmiyor.

    --- spoiler ---

    biri intihardan bahsetse ya da bir haber okusam basit ve belki de sıkıcı olan bu film gelir aklıma. filmde türk karakterin anlattığı bir hikayede intihar etmekte kullanacağı ipi bağlamak için dut ağacına çıkan bir kişi bu sırada ağzına eline geçen bir dut meyvesini atıyor ve sonrasında dut yemeye dalıyor. sonra ağacın yakınından geçen çocuklar için ağacı sallayıp dut yemeleri yardım ediyor. peşinden bu kişinin aklına ailesi geliyor, sabahları izlediği o güneşin doğması, susadığında eğilip su içtiği nehir geliyor. mutlu oluyor, bunları bir daha yaşamayacak olması onu vazgeçiriyor bu fikirden. aslında intihara kalkıştığı gün ve o sırada hiç bir sorunun çözülmediğinden sadece kendisinin değiştiğinden, artık hayata farklı bakan birisi olduğundan bahsediyor. değişmenin insanın kendi elinde olduğunu ve bunu o gün anladığını anlatmaya çalışıyor.

    bir de aynı diyalog sahnesinde geçen ikinci bir vecize var oda şöyle; türk hasta doktora gider ve her yerinin ağrıdığından şikayetlenir. doktora bunu anlatırken parmağı ile vücudunun her yerine dokunur ve parmağı ile dokunduğu zaman ağrı duyduğunu yüzüne vücuduna ayağına dokunarak gösterir. doktor bakar, inceler ve ağrının vücudunda değil ağrılarını gösteren parmağından ötürü olduğunu söyler. sorunun kaynağı kendisidir bizzat. esas sorun sorundan şikayet eden organıdır sadece.

    filmde üç farklı jenerasyon var, çocuk, genç ve yaşlı. belki de anlatılmak istenen bu. büyüdükçe bir şeyler öğrenecek, öğrendikçe değişeceğiz ve anlamaya başlayacağız. önce korku girecek hayatımıza, sonra arayış ve en sonunda da belki gerçekte hayatın ne olduğunu anlamış olmak.

    filmle ilgili bir başka ayrıntı da şu filmin son zamanlarında türk yolcu sana bir türkçe bir şarkı söyleyeyim diyor ve şu şiiri söylüyor.

    "azizim uçtum gel
    dost bağına düştüm gel
    yahşi günün kardeşi
    yaman güne düştüm gel.”

    son olarak bu dut vecizesinin linkini bırakıyor ve bu uzun yazımı sonlandırıyorum. kişisel görüşüm sakin bir gününüzde sabırla izleyebileceğiniz bir film.

    dut hikayesi

    edit: imla hatası
hesabın var mı? giriş yap