• (bkz: gustav klimt)
  • doksan yedi dakikalık keçiboynuzu.
    alegori yaratma becerisi klimt'inkinin yanından geçemeyecek bir senaristin ve yönetmenin, sırtlarını malkovich 'e dayayıp ellerine yüzlerine bulaştırdıkları "şey"den sıyrılma çabalarının gündökümü. atmosfer yetmez, mekan yetmez, filmin sonunda "keşke schilele olsaydı bu film" hissi yaratan "yan" karakter yetmez, bazen eşsiz bir oyuncu bile yetmez.
    o keçiboynuzunu sevdirerek çiğnetmeye.
  • son yarım saati izleyiciyi bunaltan, tadında bırakılmamış kaotik film. kim, neyi,nasıl anlatmaya calışmışta sonuç bu olmuş gerçekten merak uyandırıyor. malkovich'in dingin oyunculugu bile havada kalan diyalogları kurtarmıyor.25. istanbul film festivalinden bir hayal kırıklıgı daha...
  • anlatımını öyküsünden daha başarılı bulduğum film, koca bir düş. gustav klimt'in iç dünyasını yansıtmak adına başarılı... sanırım ressamın hayat hikayesini bilirsek filmden daha fazla haz alabiliriz.

    eyes wide shut'a benzer bir yanının olduğunu düşünüyorum. her ikisinde de erkeklerin kadınlarla olan ilişkilerinden yola çıkarak içselliğe doğru bir yolculuk var fakat biri düşlerinde, diğeri ise gündüz ya da gece düşlerinde geziniyor...

    "asıl gerçekler sahte gerçeklerden her zaman daha iyidir."
  • sakin bir masa basi yemek sahnesinin bir anda cildirmis ve kendilerini tokatlamaya baslayan aile cinnetine dönüsmesinden sonra dakikalarca gülme krizine girmem ve ardindan film üzerine düzdügüm methiyeler yüzünden yakin cevremin benden tiksindigi hatta biraz tirsmaya basladigi film.
  • sinema sanatı açısından değeri nedir bilinmez ama tomografik açıdan bir başyapıt. sanatçının iç dünyası ve eserleri , senarist ve yönetmence yorumlanarak görsellik ve diyaloglar ustalıkla yaratılmış. çevirmenler açısından ise hayal kırıklığı. çevrilmesi imkansıza yakın ağır şiirsellik yüklü bir metin.
    stunning , marvellous , a must see , worldly-wise , astonishing , extraordinary, masterpiece, magnum opus.
  • bir raoul ruiz filmi.
  • --- spoiler ---

    son dakikalarinda, cicek yagmurlari esliginde okunan siirin kime ait oldugunu deli gibi arayip bulamadigim, finalindeki bu guzellikle beni can evimden vuran film.

    who art thou?, asked the guardian of the night.

    from crystal purity i come, was my reply,
    and great my thirst, persephone.

    yet heeding thy decree, i take to flight,
    and turn, and turn again, forever right.

    i spurn the pallid cypress tree,
    seek no refreshment at its sylvan spring,

    but hasten on towards the rustling river-
    of namozine, wherein i drink to sweet satiety.

    and there, dipping my palms between
    the knots and loopings of its mazy stream,

    i see again, as in a drowning swimmer’s dream,
    all the strange sights i ever saw,

    and even stranger sights no man has ever seen.

    --- spoiler ---
  • mevzu bahis yaratıcı bir sanatçı olunca illa ki bir kaç tane, estetik açıdan dikkat çekici sahne oluyor. raoul ruiz bu kriteri yerine getirmiş. john malkovich de rolü için biçilmiş kaftan ama gel gör ki senaryo kısa filmci senaryosu gibi. çıkış noktası başlı başına klişe ama iyiliği de sübjektif, değişir yani. eyes wide shut meselesine gelince, orada dur.

    filmin pek çok açıdan eyes wide shut'a benzediği doğru. ancak ilk ve en önemli benzerlik arthur schnitzler'ın traumnovelle'inin geçtiği yerde ve zamanda (fin-de-siecle) geçiyor olması. sonra kubrick'in o dönemin sanata bakış açısını ele alış biçimi daha görkemli ve geniş kapsamlıydı. ancak yine de sanat, çıplaklık, bunun ahlakla ilintilendirilip yozlaşmışlığa paralellenmesi hep ortak noktalar.
    kadın erkek ilişkilerine bakış açısında ortak noktalar bulmak da mümkün iki filmde, ama raoul ruiz'in filmi eyes wide shut'ın yanında müsamere gibi kalıyor demeden de edemeyeceğim.
  • ilk bir saati oldukça etkileyici ve sürekliyici ancak son yarım saati sıkıcı olan film. ilk bakışta klimt'in iç dünyasındaki karışıklıklar ve dışarıdaki gerçeklik arasında yaşadığı gelgitlere, bir de viyana ve paris arasında gidip gelen anlık mekan geçişleri de eklenince seyirci açısından baş dönmesi hatta mide bulantısı etkisi yarattığı söylenebilir. ancak viyana'da dönemin politik atmosferinin sanata yansıması, yine sanatçılar ve akademisyenler arasındaki çekişme j. malkovich'in mükemmel oyunculuğu ile başarılı bir şekilde aktarılmış. malkovich, gustav klimt gibi nevrotik bir kişiliği çok yalın ve durağan ama aynı zamanda bir o kadar gerçekçi bir şekilde canlandırarak izleyenleri şaşırtıyor. bunların yanı sıra film görsel açıdan çok başarılı; her sahnenin ve özellikle klimt'in atölyesinin çok etkileyici bir dekoru var. filmde bol miktarda kadın bulunmasına rağmen, giyinik olanların kostümlerinin farklılığı da dikkat çekici.
    doğal olarak klimt'in o dönem yaptığı bir çok eser ekrana yansıtılıyor. ancak aynı dönemlerde yaptığı ama ekranda hiç görülmeyen meşhur "the kiss" yerine emilie flöge'ün kapıyı çaraparak uçuşturduğu varakların arasında onu "adele bloch-bauer" tablosunu yaparken görüyoruz. yönetmenin bu tercihi de ilginç.
    yine filmde iki kadının yanyana resmettiği "the friends" tablosu ise son dönemde yaptığı resimlerden biri. dolayısıyla filmde her ne kadar zaman kavramı belirsiz olsa da bu iki resimden klimt'in kabaca son 10 yılının aktarıldığı sonucu çıkıyor.
hesabın var mı? giriş yap