*

  • bir siyasal faaliyet türü... bu arada, şimdiye dek başlığının açılmamış olması çok tuhaf. komünizm propagandasına girer diye mi acaba? neyse...

    yeryüzünün birçok yerinde olduğu gibi bizde de pek sevilmez bu faaliyet. zaten özneleri de gerçek anlamda hiçbir zaman icra edememiştir bu türden bir faaliyeti. fakat yaygarası hiç eksik olmamıştır. zira, komünizm ayrı bir dert, propagandası ayrı bir derttir bizim için. komünizmle alakası olmadığı halde birçok şey, basit bir hak talebi, hakikate şöyle ya da böyle temas eden bir köşe yazısı, mesela rıfat ılgaz'ın, hababam sınıfı'na esas teşkil edecek olan 'sınıf' adlı kitabı ('sınıf' diyor adam yaa!), lise öğrencisinin defterine yazdığı bir nâzım hikmet şiiri... saymakla bitmez...

    ne hikâyeler vardır, acıklı komedi babından. mesela adam karakolda 'efendim iyi de ben antikomünistim' demiş de, komiser 'ulan bunun bi de anti'si mi çıktı!' deyip girişivermiş... nice insan bu itham altında neler çekti. hapishaneler, bilerek anadolunun en mutaassıp taşra kentlerine, kasabalarına sürgüne göndermeler. çünkü çizgi dışı her sesin, oyunu bozan her yeltenişin bu yafta altında kriminalize edilmesi işe geliyordu. bu işte de had, hudut, akıl, izan aranmıyordu.

    bu ülke siyasal seçkinleri hep şunu diyegelmiştir sanki: "propaganda... yaptırmayız efendim, geçeceksiniz o işi. yaptırmamak uğruna gerekirse bütün o saçma tiyatrosu'nu... beckett'ini, ionesco'sunu, jarry'sini filan yeniden yazarız. biz bu huyu bizden evvelkilerden nasıl tevarüs ettiysek, bizden sonrakilere de aynen intikal ettireceğiz, bundan emin olun."

    eski valilerimizden gürbüz atabek anlatır: "amerika'ya gönderilen siyasi şube müdürü niyazi birincioğlu'na vekâlet etmekle görevlendirildiğim 1958 yılı, seçim sonrası politika ortamının sertleşmeye başladığı, tâbir yerinde ise öküzün altında buzağı arandığı bir dönem. (...)

    erken saatlerde geldiğim şubede günlük işlerin çalışma düzeni ve planı üzerinde arkadaşlarımla konuştuğum sırada, telefonla içişler bakanı'nın özel kalem müdürü beni aradı ve bakanın bu erken saatte kimseyi bulamadığı için benimle görüşmek istediğini söyledi. merhum namık gedik, 'gürbüz bey, şimdi bir milletvekili arkadaşım bana telefon etti, anafartalar caddesi başında, adliye binası karşısında iki delikanlı görmüş. bunlar kırmızı çorap giyerek komünizm propagandası yapıyormuş. durumu tetkik edin ve bunları yakalayarak gerekli kanuni işlemi yapın ve sonucu da bana haber verin...' (...)

    karşımda 14-15 yaşlarında iki çocuğu görünce önce şaşurdım, sonra üzüldüm ve sonra da utandım. bir işyerinde çırak olarak çalışan ilkokul mezunu bu iki çocuk, ayakta, şaşkın, ne olduğunu anlayamamanın aptallığı ve korkusu içinde duruyorlardı. gerçekten her ikisinin de ayağında kırmızı çorap vardı. kısım amirinin bunları niçin giydiniz sorusuna yanıtları sadece ağlamaktı. (...) yazılı bir ifade almaya ve tutanak düzenlemeye dahi gerek görmeksizin çocukları salıverdik.

    şaşkınlıktan bir türlü kurtulamayan çocukları sonu bilinmez bir yola itelemeyi engelleyelim derken arkadaşlarımla birlikte hayli üzüldük ve heyecanlı anlar yaşadık. içişleri bakanı'nın ankara valisi dilaver argun'u, onun da bizi sık sık arayıp 'bir işi beceremediniz...' şeklindeki suçlamaları üzüntümüzü daha da artırdı."
hesabın var mı? giriş yap