• 27. uluslararası istanbul film festivali'nde "milos forman: asilere övgü" kategorisinde gösterime girmiş 1965 yapımı film. filmde ve hayatta saf tutan sarışınlar üzerine yazılmış ve yönetilmiş, bir tür ak göt kara göt denemesi. people vs larry flint ya da ragtime için bir tür egzersiz, ön hazırlık gibi. hatta mcmurphy de oradaymış zamanında desem yeridir.

    kıssadan hisse: burdan bakınca milos forman mucizesi apaçık ortada duruyor.

    * filmin vacovsky'si yani vladimír mensík 1988 yılında vefat etmiştir.
  • sona erdiğinde içimde bir şeylerin havada kaldığı hissini uyandırsa da özellikle milda'nın anne ve babasının yatağında olduğu sahnelerle çok eğlendirmiş film.
  • sağolsun festival olmasa bu gibi filmlere nerden ulaşabileceğiz bilmiyorum ama guguk kuşu gibi filme imza atmiş bir yönetmenin eski filmlerinin de o kadar muhteşem olduğunu görmek insanda farkli tadlar birakiyor. filmin bekli en önemli ve en güzel yanı yanı uzun planlarının insanları sıkıntıya sokmadan bilakis gülmekten kırdırarak geçirmesiydi. bir de çek aile yapısının bizimkinden pek de farkli olmadiğin gördük. bir yerlerden edinilip izlenmesi gerektiğini düşünüyorum milos forman i anlamak adina...
  • milos forman'ın erken dönemindeki en parlak iki filminden biri. diğeri için (bkz: hori, ma panenko)

    yine belirli bir olay örgüsü, derinlemesine anlatılan karakterler yok. film bahsettiğim diğer forman filmi gibi absürd mizah ve dram arasında çok iyi gidip geliyor. çok rasyonel bir kurgusu da olmadığından film olay akışından ziyade durumlar, lahzalar üzerinden gidiyor. sonunda ebeveyn hususunda yakaladığı gerçekçilik de filmin en güzel tarafıydı benim için. aslında dönemin şartları gereği de anlatım zaman zaman alegoriye kayıyor, ancak çeklerin komünist rejimle ilişkisini ve dönemi çok iyi bilmediğimizden bunları anlamlandırmak zorlaşıyor. gerçi hori, ma panenko gibi mizahi ve eleştirel tarafı çok ön planda değil, o yüzden de yine keyifle izleniyor. velhasılı, en özgününden keşfedilmesi elzem bir forman filmi.
  • izlediğim en sevimli, sıcak ve hüzünlü filmlerden birisi. bir arkadaşın da yazdığı gibi, dönemin çekoslovakya sosyalist cumhuriyet ile ilgili bildiğimiz şeyler sınırlı. rejimin 1948 yılında bir darbe ile değiştiğini, yönetimin komünist partiye geçtiğini ve 60-68 arası ekonomik ve toplumsal sorunların arttığını biliyoruz. yönetmenin yönetimi müthiş bir örtünün altından eleştirdiği hori ma panenko adlı filmi de hesaba katıldığında filmin buğusu biraz çözülüyor ancak net bir görüntüye ulaşamıyoruz. dolayısıyla öznel bir yorum olacak bu.

    fabrika sahibi bana kalırsa rejimin ideal insan tipinin bir simgesi, rejimle (askerle) halkı (işçi kızlar) buluşturmak için son derece babacan bir tavırla işe girişiyor. milda, burjuva piç, kadınlar ise, yinelemek gerekirse: halk, işçi sınıfı olarak karşımızda duruyor. askerlerin şehre ya da ilçeye gelmesiyle birlikte düzenlenen baloda, bir pompa mücadelesi izliyoruz. orada kadınlarda görülen, bugünden bakıldığından fazla abartılı gelen bir baskılanmışlık söz konusu. ince noktaya böylece ulaşıyorum: rejim ile işçiler birlikte olamayacak kadar uzaklar birbirlerine. bir flört var, ısınma turları ancak nihai amaca ulaşılamıyor. halk (sarışın bebek), burjuvadan yana (milda) tavır alıyor. kendilerini onlara sunuyor. bedel ise, milda'nın evinde (burjuvanın alanında) sarışın kızın (işçi sınıfının) yaşamaya mahkum olduğu dışlanma. kullanılıp atılmış ancak bunu fark edemeyecek kadar saf ya da kimsesiz bir kızın yaşadığı kahredici trajediyi izliyoruz finalde. kapitalist için işçi ne ise, milda için de sarışın öyle. bu acımasız gerçeği sarışınla birlikte bizler de neredeyse ağlayarak deneyimliyoruz ekranlarımızın başında.

    bu noktada yönetmen, işçilerin arada kalmışlığı, dönemin tepeden inmeci baskısıyla iyice ne yapacaklarını bilemez hâlde oluşları gibi noktalara temas ederek, bizleri de sonunda sarışın kız gibi arada bırakıyor. komünizme uyumlanılamıyor, burjuvaların safında ise işçiye, halka yer yok, işçilerin açısından iki boktan seçenek arasında kalmışlık söz konusu ve bunu izliyoruz. bu, iki yönlü bir eleştirinin filmi gibi geliyor bana. sarışın kız piyanocu piçin ışığını, kendi sınıfındaki elemana tercih ediyor. kendi sınıfındaki eleman kızı arayıp sormadığından gidiyor ama kız. çocuk kızı sahipsiz bıraktığından gidiyor. kolayca atılan yüzük ise, rejimin işçi ile evliliğin kof bir simgesi, o yüzük kolayca çıkarılıp atılabilecek bir değerde. sonunda, "senden iğreniyorum," cümlesi, aslında rejime edilmiş bir laf olarak düşünülmeli bu noktada.

    evet, bir sonundan, bir başından yakalayarak yorumlamaya çalıştım. bu film oturaklı bir okumayı hak ediyor, ancak yılbaşı rehavetinin sürdüğü şu anlarda, her şeye yeniden başlayacak mecali kendimde bulamıyorum. geceniz güzel olsun çocuklar, en azından denedim. ühü.
  • (bkz: necktie)
  • yukarıdaki yazar, filmi cidden iyi tahlil etmiş. komünizm, işçi sınıfı, burjuva ve insanların "sınıf atlama" hevesi...benim, filmin felsefî ve siyâsî alt metinlerini yorumlayacak kadar sinema kültürüm yok.

    ancak filme normal bir seyirci gözüyle bakayım:

    filmin mesajlarına dikkat etmezsek "düz" bir film görünümünde. yanlış anlamayın; bu "düzlük", filmi kendi içinde anlamlı kılmış. başından sonuna kadar kızın yaşayacağı şeyler o kadar açık ki. belki de bu yüzden film kolayca seyredilebiliyor.

    hafif spoiler :d

    günümüzde de bir erkeğin, kadınla konuşma maksadı bu değil mi?..gerçi kadınların gözü artık daha açıldı fakat hâlâ o hayalpereset yönlerini bir şekilde koruyorlar sanırım.
  • en konuşulmaya mevzu kadın erkek mevzusu. bu film yılına göre hatta bu güne göre, hele de turkiye'ye göre çok ayrık duruyor. ne demek fabrikada hep kız var, kışlada da hep erkek var. eee? o halde ordu ile kışlayı bir araya getirelim. kaynaşsınlar, tanışsınlar. hem savaş falan da yok. film bu yazdıklarım kadar akmıyor ama çok değerli bir film. hatta anlatması izlenmesinden daha değerli. bu arada filmin yılı 1965. çok canım yandı izlerken.
hesabın var mı? giriş yap