• eric rohmerin moral tales'ini olusturan alti filmden ilki.hergun gittigi boulangeriede kocaman kurabiyeleri agzina tikistirmadan evvel kagidini kaldirima atmasi dikkati ceken adamin sokakta surekli karsilastigi slyvie ile boulangeriede calisan jaqueline arasinda kalmasini ilginc bir sekilde sunan film.
  • eric rohmer'in, barbet schroeder'le üç beş kuruşla çektikleri işbu filmde kamera arkasında bruno barbey'in olması sinemaseverler için bambaşka bir mutluluk kaynağıdır.

    yıllar sonra; rohmer, schroeder'le 2006'da six moral tales üzerine laflarken, barbey'i "soyadı senin adına benzeyen sonra dünyaca ünlü fotoğrafçı olan adam" olarak anmıştır.
  • çok ilginçtir ki sözlükte filmden bahsedenler de erkek karakterin sürekli etrafa çöp atmasına değinmişler, filmden "iki aşk arasında kalıp kalmama durumu/ sırf canı istediği için birini elde edip geride bırakma/ takıntı/ alışkanlık" gibi birçok şey çıkarılabilecekken 23 - 24 dakikalık bu filmde bizleri kahramanın etrafa sürekli bir şeyler atması kilitlemiş. ben de çöp üretici karakterimiz önce semt pazarı sahnesinde bir kese kağıdı kirazı yiyerek dolandığında "allah allah kiraz çekirdeklerini elinde mi biriktiriyor acaba?" diye düşünüp kamera açısı değiştiğinde yediğinin çekirdeğini sağa sola salladığını görüp "hoydaa?" dedim ve üzerinden çok süre geçmeden kurabiyelerin sarıldığı kağıtları savurup savurup durmaya başladı. hatta eğlencesine bir kağıdı buruşturup kaldırım kenarından akan suya bırakıp arkasından muhabbet kuşu gibi kafasını eğip baktı, iyice, bizim kuşumuz da bazen yerden aldığı bir şeyi tüneğine çıkarıp gagasından bırakınca öyle bakıyor. "fakat orası paris, fakat nasıl yani, sokağa çekirdeğini, kağıdını, çöpünü nasıl sallıyor?" şaşkınlığıma mı yanayım, yoksa "oha o dönem çıkarılabilecek en fazla çöp de çekirdek ve saman kağıt tabii..." aydınlanmasına mı? ne acayip, bu kadar öz, bu kadar bir kıssadan hisse filminde hepimiz çöpe odaklanmışız fakat, bize de bravo.
  • “what upset me was not that she liked me,
    but that she’d think there was any way i would like her.”
  • eric rohmer'in (bkz: siz moral tales) (ahlak serisi)nin ilk filmi ve paris-monceau’da geçen 23 dakikalık bir yapımıdır. bu kısa filmden çıkarılacak kısa mesaj kısaca şu olabilir: "ahlaki olan, kabullenilmesi daha kolay olandır."

    hayatın akışına göre sylvie doğruluğu, jacqueline ise yanlışı betimliyordu.
  • apansız gelen yakın planlar, senkronu kaymış diyaloglar ve dahası aramak ile bulmak arasında seyreden aylak adam-vârî kararsızlık ve ağırlık üzerine éric rohmer'in altı ahlâk hikâyesinin * ilki.

    1963'te bile fransa'nın perakande devi monoprix'nin ortalıkta olduğunu gösteren, dönemin paris çarşı pazarını yakın bir kaydını alan yapım, sınıfların (küçük burjuva hukuk öğrencisi erkek, proleter pastaneci kadın) keskin olduğunu ve her nasılsa orta sınıfın ahlâksızlığının terazide daha hafif geldiğini zorlamadan, geldiği gibi anlatmasıyla değerli. tüm bunların ötesinde, genç erkek çiğliklerinin "başından beri" haberdar olunmasına rağmen, kolayca halının altına süpürülüp küçük burjuva ahlâkına halel getirmemesiyle, birkaç seneye mahallenin üç dört bulvar ötesinde ağır saldırıya maruz kalacak aile müessesesinin amatör fakat doğrudan, başarılı habercisi olan film.
  • eric rohmer'in ahlak hikayelerinden* ilki. fransız yeni dalgasından olan fakat yeni dalgadan sayamayacağım bir kısa film.

    her gün sokakta karşılaştığı sylvie ve pastanede çalışan jacqueline arasında çıkarlarına göre değerlendirme yapan bir genç adam görürüz. sylvie' yi yeniden görmek için yemek yemekten vazgeçer bu genç adam. pastanede çalışan kız için ise şeker komasına girmeyi göze almıştır. sylvie'ye olan tutkusu genç adamı her açıdan doyuma ulaştırmışken, jacqueline'nde doyurulmayan duygularını hamur işiyle doyurmaya çalışmıştır. pastaneye her gidişinde bu doyumsuzluğun biraz daha arttığını görürüz.

    filmden anlaşılan o ki; biz ahlaklı olanı seçmiyoruz. çıkarlarımıza uygun seçimin ahlaklı olduğunu iddia ediyoruz. kısacası ahlak davranışı belirlemiyor, davranış ahlakı belirliyor.
  • eric rohmerın altı ahlak hikayesi'nin birincisi, 1963 yapımı. izlerken yeni dalgayı buram buram hissediyorsunuz, teknik ben yeni dalgayım diye bağırıyor. ayrıca esas oğlan iyi bir dayak istiyor.* şaka bir yana zaten hayatın gerçekleri bunlar. ahlak dediğimiz şey tamamen çıkarlara göre şekillenebiliyor. tıpkı genç adamın kendi haklı çıkarabilmak adına, suçu pastaneci kıza atması ve ateşle oynadığı için cezalandırılması gerektiğini düşünmesi gibi.
    edit: yazım yanlışı
  • eric rohmer'in 1963 yapımı, 23 dakikalık kısa filmi. tercihlerdeki tereddütleri, ahlaki değerlerin esneyebilen şeyler olduğunu duru bir şekilde işleyen film. 1963'ün paris'ini seyretmek de ayrı keyifli.

    lacanyen bağlamda 'arzu, ötekinin arzusudur.' düşüncesi ile filme bakıldığında arzuların değişken ve muğlak oluşunu da anlamlandırmak mümkün oluyor.

    "biri (sylvie) doğruluğu, diğeri (jacqueline) ise yanlışı betimliyordu. belki de bunu o esnada ben uydurmuştum."
  • 1963'te paris'te metro olduğunu de bizlere gösteren kısa filmdir ayrıca.
hesabın var mı? giriş yap