5 entry daha
  • chantal akerman'ın 2000 yapımı marcel proust uyatlaması filmi. filmin adı mahpus veya tutsak olarak çevrilebilir, ait olduğu marcel proust romanı ise la prisonniere.

    çağımıza daha yakın bir zamanı ve toplumu çerçeve almakla birlikte filmde fransız ve özgün döneme ait vurgular da yeterince var. zaten ilişkisel ve iç dünyasal bir kitap-film ikilisi bunlar. aristokrasi havasını başlıca veren armalı limozinimsi, özel şoförlü araba. erkeğin proustumsu öksürük ve nefes daralmalarına bir de her iki gencin çocuk mezarı gibi daracık yatakları eşlik ediyor. bunlar buradan ferahlık, çözüm çıkmaz dedirtiyor. anlamsız boş bakan bir dişi bakışına karşılık; ruh gibi dolaşan, her daim ağlak-üzgün erkek bakışı.

    kadının (kapatma kızın) adı albertine simonet değil ariane yapılmış. kitapta erkek kahramanın adı belirsizken (ben yani marcel proust diliyle konuşuyordu galiba) filmde bir ada kavuşmuş, özgün albertine'in soyadından erkek başrole bir simon ismi çıkmış.

    yanyana ikiz bir dairede simon'un büyükannesi ve hizmetçisi françoise ile birlikte yaşıyor ikilimiz. sanki kız erkek çocuğunun oyuncağı, kölesi; ikisi de sessiz gözlemcileri iki kadının gözaltındalar. evin sürekli misafiri ikisinin ortak arkadaşı andree; sıkılmış ariane'in nefes alma aygıtı, ama aynı zamanda sanki lezbiyen aşklarından biri. geçkince opera şarkıcısı lea da bir diger lezbiyen suç şüphelisi. hele bize iktidarsız hissettiren simon'u bir de uykuda sürtünmelerle azdırdığı sevgilisi ariane'ın sayıklaya sayıklaya andree adını sayıklaması yıkmasın da ne yıksın?

    simon'un tek varoluş yolu ariane'ın mutlak bilgisine ve denetimine ulaşabilmek. kız ne kadar köle rolü keserse kessin bu bilgi-denetime yaklaşamadığını gördükçe zindan sahibi kendisi de mahpus halini alıyor. insana ve zaman gibi uçucu yapısı olan kadına hükmetmek olanaksız. filmde gündelik yaşam dili kullanılarak inanılmaz sade bir dalavere, entrika ve gerilim dili oluşturulmuş. hem kitapta hem filmde. ama olağan dil kullanıldığından yalnızca filmi izleyen biri neyin neye işaret ettiğini, kaç kat deşifre gerektiğini ilk izleyişte kavramayacaktır.

    filmin giriş sahneleri adeta çiçek açmış genç kızların gölgesinde* kitabından ilk hızını alıyor. sonra bütün ana gövde boyunca mahpus yürüyor. gerilimi sadece edebiyatın boğuculuğu gibi algılıyoruz. sonu, finali ise sanki albertine kayıp* kitabına zıplayarak yapılıyor. böylece kurulup şişmeye bırakılan gerilim o teyel ile patlatılıyor. ariane kötü havada inadına girdiği denizde boğuldu gibi gelince simon deli gibi denize atlıyor. son sahnede kharon gibi bir teknecinin eşliğinde yalnız başına bir ıssız adaya/karaya çıkışını görüyoruz. ister somuttan alın, ister mecazi yiyin. soğuk servisli ve ömür boyluk düşünme, hesaplaşma sizi bekler.

    (bkz: albertine simonet/@ibisile)
    (bkz: kharon/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap