*

  • vurucu bir oykudur.
    saki tarafindan yazilmistir ve jorge luis borges tarafindan hazirlanan babil kitapligi serisinde anlatilir
  • enfes bir saki öyküsü:

    egbert, bir güvercinliğe mi yoksa bir bomba fabrikasına mı girdiğinden pek emin olmayan, bu yüzden de kendini her ikisine de hazırlamış bir adam tavrıyla geniş, loş salona girdi. öğle yemeği sırasında geçen küçük karıkoca kavgası henüz tatlıya bağlanmamıştı ve lady anne'in dargınlığı sürdürüp sürdürmeyeceği belli değildi. lady anne, çay masasının yanındaki koltuğa bütün heybetiyle, kaskatı oturmuştu; egbert'in kelebek gözlüğü ise bu kasım akşamüstünün alacakaranlığında lady anne'in yüzündeki ifadeyi seçmekte hiçbir işe yaramıyordu.

    egbert, ortalıkta dolaşıp duran buzları kırmak için göğü kaplayan puslu, ruhani ışıktan söz etti. o ve lady anne, kış ve güz sonlarının akşamüstü saatlerinde, saat 4.30 ile 6 arasında hep aynı şeyden söz ederlerdi; bu, evlilik hayatlarının bir parçası haline gelmişti. konuyu ilk açana verilecek gelenekselleşmiş bir cevap yoktu. lady anne sesini çıkarmadı.

    don tarquinio, lady anne'ın keyifsiz olması olasılığına hiç aldırmadan acem halısına uzanmış, şöminedeki ateşin tadını çıkarıyordu. soyu sopu, üzerine uzandığı halı kadar acemdi ve boynundaki tüyler hayatının ikinci kışının görkemiyle pırıl pırıl parlıyordu. ona don tarquinio adını rönesans meraklısı genç uşak koymuştu. kendilerine kalsa, egbert ve lady anne ona yumak demekle yetinirlerdi ya, fazla üzerinde durmamışlardı.

    egbert, kendine çay koydu. sessizliğin lady anne tarafından bozulmayacağı anlaşılınca, dişini sıkıp bir girişimde daha bulundu.

    "yemekteki sözüm sadece akademik bir anlam taşıyordu," dedi, "gereksiz yere üzerine alınmışa benziyorsun."

    lady anne sessizlik engelini kaldıracağa benzemiyordu. sessizliği, iphigenia tauris'te operasından bir aryayla şakrakkuşu bozdu. egbert aryayı hemen tanıdı; kuşun tek bildiği arya buydu, zaten kuşu da sırf bunun için satın almışlardı. aslına bakılırsa, egbert de lady anne de, en sevdikleri eser olan gilbert ve sullivan'ın the yeomanof the guard'ından bir havayı yeğlerlerdi. sanatsal konularda çok iyi anlaşıyorlardı. sanatta dürüst ve açık olandan yanaydılar; örneğin bir tablo, konusunu, adının da cömert yardımıyla kendiliğinden anlatıvermeliydi. koşumları sağa sola kaymış binicisiz bir savaş atının, ayılıp bayılan kadınlarla dolu bir avluya dörtnala girdiğini gösteren bir tablo, hele de altında "kötü haber" yazıyorsa, konusunun askeri bir felaket olduğunu apaçık ortaya koyuyor demekti. egbert ile lady anne, böyle durumlarda tablonun ne anlatmak istediğini hemen anlarlar, daha kıt zekâlı dostlarına da anlatmaktan geri durmazlardı.

    sessizlik sürüyordu. kural olarak, ilk dört dakikalık suskunluktan sonra, lady anne'ın hoşnutsuzluğu söze dökülür ve sesi dikkat çekecek kadar yükselirdi. egbert, sütlüğü aldı, içindekinin birazını don tarquinio'nun tabağına döktü; tabak zaten ağzına kadar dolu olduğundan süt taştı ve halıya döküldü. don tarquinio, olanlara şaşkın bir ilgiyle baktı, bu ilgi egbert'in onu çağırıp halıya dökülen sütü içmesini işaret etmesi üzerine kesin bir vurdumduymazlığa dönüştü. don tarquinio hayatta birçok şey yapmaya hazırdı ama bunlar arasında halı emici elektrik süpürgesi olmak yoktu.

    egbert, neşeli bir sesle: "saçmaladığımızın farkında mısın?" diye sordu.

    lady anne, aynı görüşte olsa bile, bir şey söylemedi.

    neşesi giderek kaçan egbert, "tamam, peki, suç biraz da bende," diye sürdürdü konuşmayı.

    "yani, ben de insanım, değil mi? benim de insan olduğumu unutuyorsun gibime geliyor."

    sanki sağda solda, satir özellikleri taşıdığı, insan bedeninin bittiği yerde keçi ayaklarının başladığı yolunda asılsız dedikodular çıkmış gibi, bu nokta üzerinde ısrarla duruyordu.

    şakrakkuşu, iphigenia tauris'te aryasına yeniden başladı. egbert'in sinirleri bozulmuştu. lady anne çayını içmiyordu. belki de kendini iyi hissetmiyordu. oysa lady anne'in kendini iyi hissetmediğinde suskun kaldığı görülmüş şey değildi. "hazımsızlıktan neler çektiğimi kimseler bilmez," en sevdiği cümlelerden biriydi; öte yandan bilmemek ancak dinlememekten ileri gelebilirdi; yoksa onun bu konuda karşısındakine sunabileceği bilginin küçük bir el kitabını dolduracağına kuşku yoktu.

    evet, lady anne kendini iyi hissetmiyordu.

    egbert, kendisine haksızlık edildiğini düşünmeye başlamıştı; tabii, hemen ödün vermeye girişti. "peki," diyerek, halının ortasına doğru - don tarquinio'yu yer açmaya ikna edebildiği kadar- ilerledi. "ben suçluyum. seni mutlu edecekse, bundan sonra daha aklı başında bir hayat sürmeye hazırım."

    bir yandan da, belli belirsiz bunun nasıl olacağını geçiriyordu aklından. orta yaşlıydı, şeytan ancak âdet yerini bulsun diye şöyle bir kanına giriyor, fazla da üstelemiyordu. yılın on iki ayı boyunca hanımların gazetelere verdikleri küçük ilanlarla zararına satmak istedikleri balık bıçağı takımları ve kürk atkılarına karşı ne kadar ilgisizse,baştan çıkmaya da o kadar isteksizdi. gene de, olası hınzırlıklarından pişmanlık duyduğunu söylemekte etkileyici bir yan vardı.

    lady anne etkilenmiş görünmedi.

    her yanı seğiren egbert, gözlüklerinin ardından ona baktı. onunla tartışmalarında hep haksız çıkmak yeni bir olay değildi. ama tek başına konuşup gene de haksız çıkmak yeni ve çok büyük bir işkenceydi.

    egbert, "akşam yemeği için giyinmeye gidiyorum," dedi. sesine bir parça olsun sertlik katmaya çalışmıştı.

    kapıda son bir kere zaafına yenildi, bir girişimde daha bulundu.

    "aptallık değil mi bu yaptığımız?"

    egbert, kapıyı çekip çıktığında, don tarquinio içinden "budala" dedi. sonra, kadife tüylü patilerini havaya kaldırarak şakrakkuşunun kafesinin hemen altındaki kitap rafına kolayca sıçradı. kuşun varlığını ilk defa farkediyormuş gibi görünüyordu ama aslında zihninde uzun süredir geliştirdiği bir eylem planını, üstelik de çoktan kıvamını bulmuş bir kararın kesinliğiyle gerçekleştirmek üzereydi. kendini kafesinin mutlak efendisi sanan şakrakkuşu, birden yerinden olunca önce sendeleyerek düştü, sonra da kanat çırparak acı acı ötmeye başladı. fiyatı kafessiz yirmi beş şilindi ya, lady anne araya girdiğini gösterecek hiçbir davranışta bulunmadı, iki saat önce ölmüştü.
  • sevimsiz şubat ayının oldukça sevimli son kitabı:lady anne susuyor..
    hector hugh munro namı değer saki'ye ait olan kitap bir borges derlemesi..kitabın başındaki önsöz babil kitaplığının neden özel olduğunu da özetliyor bence.yazarın daha önce birkaç kitabını okumuş olsam da bu derlemedeki öyküler gerçekten cezbedici..içinde çocukların (ki oldukça zeki olduklarına inanıyorum) kahramanlıklarını ilan ettiği fantastik öğelerle yoğrulmuş öykülerde en dikkat çekici olan ironinin kullanılışı..sanırım güneşin doğduğu yerden yani şarktan beslenen yazar hayatındaki gelgitleri de öykülerinde ustalıkla harmanlamiş.
    kitapta en beğendiğim öyküler masalcı amca ve tavan arası oldu..büyüdüğünü ve her şeyin en dogrusunu bildigini iddia edenlerin yüz ifadelerindeki değişime kadar gözümde canlandirdigim bu iki öykü ironinin efendisi kabul edilmeli..
    ve intikam ateşini körükleyen bu çocukların alnından öpmeli. . yana yakıla babil kitaplığının bende olmayan kitaplarını ararken kitaplığımda buldugum bu derlemenin malesef baskısı yok.. ha bulursanız vakit kaybetmeden sarmaş dolaş olun derim saki ile... çok iyidir!
  • ingiliz edebiyatının alemetifarikası ironidir. viktoryen dönemde de geçiş döneminde de iki savaş arasında da aynı yönelimi sürdürmüştür, yani sınıf çelişkilerini, yatay hareketlilikleri, ahlâki problemleri ve diğer meseleleri ele alırken mümkün mertebe ironinin gücünden yararlanmak. takma adı saki olan yazarımız da bu kuşağın örnek bir temsilcisi.

    çavdar tarlasındaki çocuklar'ın ironik anlatıcısını hatırlarsınız. işte öyle bir hava var bu kitaptaki öykülerde. kahramanlar ya da anti-kahramanlar birer "pikaro" gibi sınıflararası bir gezintiye çıkıyorlar ve her statüden insanı kısaca izliyoruz.

    deliler, kurt adamlar, grimm kardeşler'in kesif karanlığını 20. asra taşımak isteyenler, kötü ebeveynler, haylaz çocuklar, garip ilişkiler ve yanılsama dolu tuhaf bir evren. hepsi ironi ile harmanlanıyor. bazı öyküler çok komik bu yüzden.

    borges bu seçkide gene vazgeçemediği bir şeyi yapmış ve muhakkak bir hayvanın da yer aldığı öyküleri tercih etmiş. alegorik bir anlam taşıyan hayvan öykülerinin ya da olayların gidişatında belli belirsiz rol oynayan domuzların, kurtların, tavşanların ve kanaryaların tıpkı kadim masallardaki gibi kahramanların eksik yönüne, onların saldırgan doğasına atıf yaptığını söylemeye gerek yok herhalde.

    misal lady anne susuyor'daki kuş örtük bir iğdiş edilmeyi metaforize eder. masalcı amca'daki kurtlar gizil erotik tutkuların yeniden canlandırırıldığı bir mizansenin ürünüdür. araya girenler adlı öyküde yeniden kurtlar iki düşmanın arasına sokulurlar. vahşi doğanın kanunu insani hisleri silip süpürmüştür.

    babil kitaplığına devam edeceğim.
hesabın var mı? giriş yap