• elsa triolet tarafından yazılan, 1943 de ilk baskısı yapılan, ikinci dünya savaşı öncesi ve savaş sırasındaki fransız toplumunun hayatını michel adlı her erkeğin yerinde olmak istediği kahramanımızın hayatı üzerinden anlatan roman. roman türkçe'ye beyaz at adı ile çevrilmiştir ve bilgi yayınevleri tarafından 1970 de ilk baskısı yapılmıştır. dün gece tekrar okuduğum ve kahramanımız michel'e bayanlarla olan munasabetlerinden dolayı hayran kalmama olasılığınızında olmadığı bir kitaptır. ve kitabı okurken sevgili elsa hanım efendinin kitapta özellikle toplumcu gerçekcilik karşısında bir duruş sergilediğini düşünmeme sebep olmuştur.
  • kahramanı michel vigaud adında bir erkek olan roman. roman michel'in çocukluğundan başlayarak karakterinin gelişimini ve çevresi ile olan etkileşimini çok akıcı bir dille anlatırken fonda ise ikinci dünya savaşı öncesi fransayı görürsünüz; taşradan şehir burjuvazisine kadar.
  • elsa triolet, ikinci dünya savaşı öncesinin kaygısız fransa'sında, michel vigaud adlı bir gencin öyküsünü anlatıyor sağlam bir gözlem gücüyle yazılmış beyaz at adlı bu pek güzel ve yalın bir dille yazdığı romanında. michel vigaud, başına buyruk, yaşadığı dönemin ikiyüzlü ortamlarında çevresindekilerin tüm ilgisine karşın kendisini hep yalnız hisseden, çevresindekilere karşı olan etkisinin pek farkında olmayan, çevresine olan etkisinin farkında olsa yaşamı bambaşka yönlere kayabilecek enteresan bir karakter. çoğu erkeğin özenebileceği bir yaşam süren michel için bunların hiçbirinin bir önemi yoktur aslında. annesini erken yaşta kaybettiğinden kimsesizliği ve yalnızlığı çok önceleri tanımıştır. o uçarı olmaktan çok uzak, hep özgürlüğünün peşinde koşan ve kalabalıklar içindeki yalnızlık duygusunu son raddesine kadar hisseden, müziğe karşı yetenekli ancak bunu uygulama becerisi konusunda acemi, tüm sahteliklerin ortasındaki en gerçek kişiliktir. yaşamına giren kadınlar arasından francine, marina, elizabeth, mary ve simone'un hepsiyle farklı ölçeklerde ilişkileri olur. ve de paris'le. francine'le küçük sırları, marina'nın karizması, kendisinden yaşça büyük mary'nin ondan bir beklentisi olmaksızın michel'e tüm yaşamını ve servetini verişi, simone'la daha çok dostluk ekseninde gelişen ilişkisinin yanında, sevgisini hak etmeyen bir kadın olan elizabeth'le yaşadıkları en hüzünlüsüdür haliyle. hayatı boyunca, hayalindeki beyaz at'a binip fedakarlık ve kahramanlık yapma düşleri kuran michel, savaşın çirkin gerçekliğini ilk görebilen kişilerden de biri olur aynı zamanda. romanın sonundaki mektup ise, belki romanın verdiği etkiden bile daha bir büyük etki uyandırır okurda.

    elsa triolet'nin birçok yerde yalnızca, şair aragon'un, hakkında şiir yazdığı kadın olarak tanınması büyük talihsizlik ve edebiyat adına çok büyük bir kayıp.
  • kitabın kahramanı olan michel'in annesinin ölümünden sonraki hayatı ele alınır.

    michel anormal bir kişilikli birisidir. mesela romanın başında annesini kaybeder fakat annesine veda etmeden kendini bilmediği yerlere atar. hayatı boyunca kendini oradan buraya dünyanın dört bir yanına sürükler sahip olduklarının değerini bilmeden herşeyi elinin tersiyle iter. sonunda o talihsiz sonuna kavuşur. o kadar şey yaşamasına rağmen ölene kadar gerçek mutluluktan bir hayli uzak bir hayat yaşamıştır. bu yönleriyle bize özenilen hatta özendirilen hayatların aslında göründüğü gibi değilde nasıl olduğunu anlatır. romanın bir diğer yanıysa dünyanın 2. dünya savaşı öncesi zihniyetini anlatmasıdır. hatta bu amerikadaki zenci beyaz ayrımına kadar gider.
  • elsa triolet tarafından 1943’te yazılan, 1970 atilla tokatlı çevirisiyle 1971 tdk çeviri ödülünü kazanan, ana karakteri olan michel’in hayatını anlatan uzun olmasına rağmen oldukça akıcı kitap. benim gibi kitabın arka kapağındaki ufak bölüme aldanıp savaş ve savaşın yarattığı toplumsal olayların anlatıldığı tarihsel bir arka plan bekleyenleri biraz hayal kırıklığına uğratma ihtimali olsa da kitap, okudukça insanı içine alıyor ve bu haliyle de gayet keyif veriyor.

    --- spoiler ---

    hikâyesine ve anlatım tarzına göre fazla kalın olduğunu düşünüyorum kitabın. ilk 300 sayfasında michel’in farklı mekânlarda, farklı kişilerle yaşadığı aynı olayları okuyoruz ki kişiler her ne kadar farklı olsalar da michel’e olan tutumları aynı olduğu için ne karakter ne de hikâye gelişimine bir katkısı oluyor bu bölümlerin. sadece aynı şeyi tekrar tekrar okumuş oluyoruz ama ilginç bir biçimde bu durum insanı sıkmıyor. kitabın ilk bölümlerinde dâhil olan karakterlerin çoğu kitabın sonlarında tekrar karşısına çıkıyor michel’in ama yine çok yüzeysel bir biçimde değinilerek, hikâyeye hiçbir katkı vermeden çıkıyorlar hikâyeden. bu yüzeysel anlatım kitaba dair en sevmediğim şeydi sanırım. sınırlara takılmadan istediği gibi yaşaması ve hiç kaybetmediği özgür ruhuyla michel okuması zevkli bir karakter ama 500 sayfa boyunca çocukluğundan ölümüne kadar okuduğum bir karakteri daha iyi tanımak isterdim açıkçası. gerçi michel da pek tanımıyor kendini, neden bir yerde uzun süre kalamadığını, kendine gayet güzel bir yaşantı kurduktan kısa bir süre sonra her şeyi elinin tersiyle itip, değer verdiği insanları terk edip, her şeye neden sil baştan başlamak istediğini kendi de bilmiyor. belki de çocukluğundan beri düşlediği beyaz ata binip şehri kurtardığı hayatı arıyor ve kurduğu hiçbir hayatın düşlediğine yakın olamayacağını bildiğinden hiçbir yere bağlanamıyor.
    “ne biçim dünya bu. ne kurtarılacak şehir kaldı, ne öldürülecek ejderha. allahtan ki, yollar var, bir de onlar olmasa…”
    yine de sondaki mektup biraz rahatlatıyor okuyucuyu. michel’i tam olarak anlayamasak da, düşleyip bulamadığı hayatı arayışındaki mutsuzluğu okusak da kitap boyunca, düşlediği hayata ulaşarak öldüğünü ve her ne kadar o bölümlerini biz okumasak da hayatının son zamanlarını mutlu geçirdiğini anlıyoruz.
    “… öyle ki, şu anda onu yakından tanıdığım kanısındayım; bildiğim kadarıyla bütün arkadaşlarının, korku ve yorgunluk nedir unutup ardından yürüdüğü bir adamı böyle yakından tanıdığım için gurur duymaktayım. bana söylenen şu: michel vigaud insanlar üzerindeki etkisinin hiç farkında değildi; ve bunu fark etmiş olsa, insanları yönetmek için yaratılmış olduğunu fark edebilirdi. anlattıklarına göre, o güne kadar vur patlasın çal oynasın bir hayat sürmüş olan michel vigaud aslında, kahramanların kumaşından dokuma bir insandı; ve ölümü hepimiz için telafisi güç bir kayıptır. mazlum halkları kurtarmak için, herhalde ihtiyacımız olacaktı ona.”
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap