• lebenswelt(yaşam dünyası) kavramı açıktan açığa ya da örtük olarak ve tabi ki değişik dozajlarda norbert elias, ludwig wittgenstein(özellikle tractatus sonrası defterler yani ikinci dönemi), habermas, bourdieu, giddens, le febvre, de certeau'un çalışmalarında görülür.
    kavramın, postmodernizm heyulasının da verdiği gazla tarih alanında mikrotarih çalışmaları adıyla bilinen araştırmalarla epey dirsek teması içinde olduğunu da belirtelim.

    "gündelik hayat içindeki davranışlarımızın, becerilerimizin, faaliyetlerimizin, pratiklerimizin içine doğduğumuz toplumun temellerinde, kuruluşunda ve işleyişinde ne gibi rolleri vardır?" sorusu, kavramın temel problemidir denilebilir.

    kavramdan kendimize dair bir dert çiziktirmek` : daimon'un kökü çizmekten, kesmekten gelirmiş` gerekirse söyle bir başlangıç noktasından başlanabilir mi acaba: en nihayetinde sosyal bilim toplumsal değişimi anlamak için vardır. dolayısıyla lebenswelt'in, türk modernleşmesinin getirdiği süreçler, (her ne kadar lebenswelt'in doğası kopukluktansa devamlılığa daha yatkın olsa da)kopukluklar, kırılmalar, devamlılıklar, içerikler düzeyinde kendisine ayrılan yerin algılanması ile fail aktörlere(iktidar, devlet) etkisi nasıl ve hangi yollarla olmuştur?
    ya da bir başka deyişle lebenswelt toplumun somut alanında ve aynı toplumun imgeleminde yeri ve ağırlığı modernleşme öncesi ile modernleşme sonrasında aynı mıdır? ve bunun dönüşümü ile etkilerinin (yeni) toplumun işleyişindeki etkisi, rolü ne kadar olmuştur.

    ayrıca şerif mardin'in kavramı merkeze alarak onun türk modernleşmesini açıklama potansiyeline dair bir makalesi, sibel bozdoğan ve reşat kasaba'nın editörlüğünde tarih vakfı yayınları'ndan çıkmış türkiye'de modernleşme ve ulusal kimlik kitabında var.
    tarih alanında ise sıklıkla -ulan bu kadı sicilini, biyografik malzemeyi, edebi eserleri ben teze, kitaba nasıl bir bağlamdan sokacağım da derdime azık olucak gibi- metodolojik problemler göze çarpsa da bir sürü mikrotarih çalışması var.
  • husserl'in lebenswelt kavramına, heidegger'in sein und zeit'ta kullandığı welt kavramından sonra ağırlık verdiğini iddia eden pek çok yorum vardır. felsefi bir kavramın anlamını kavramak, onun bağlamını ve hangi bakış açılarına karşı gelmek/karşılık vermek üzere kullanıldığını algılamak demektir. o halde bu kavram ile ilgili olarak sorulması gereken soru şudur: üzerinde tartışma yürütülen fenomeni lebenswelt öncesinde hangi kavram açığa çıkarıyor görünüyordu, ki bu açığa çıkartmanın yetersiz olduğu düşünüldü ve lebenswelt (ya da heideggerci terminoloji ile welt) kavramı icat edildi*?

    ortada duran ve açığa çıkarma* girişimlerinin muhatabı olan fenomen hiç kuşkusuz ki "varolan her şeyin kaynağı olarak hakikat" idi. doğru kabul ettiğimiz her şeyin, ve hatta yapılan tüm yanlışların ve hataların zemini olarak kendisine referans verilebilecek olan şey, yani hakikat nerede aranmalıydı? brentano tarafından empirik psikoloji olarak tanımlanan ve daha sonra, logische untersuchungen döneminde husserl tarafından fenomenoloji olarak adlandırılacak olan gelenek, özünde, descartes, spinoza ve leibniz'in temsil ettiği rasyonalist gelenekle locke, berkeley ve hume'un temsil etmekte oldukları empirisist gelenek arasındaki tartışmaya bir yanıt niteliği taşımaktadır. mevzubahis tartışma, geneli itibariyle epistemolojik bir sorun etrafında dönmekte, dış dünyanın doğru bilgisine nasıl ulaşılabileceğini konu edinmektedir.

    husserl bu tartışmaya şu minvalde bir yanıt verdi: tüm dünya, sonuç itibariyle bize bilinç içeriği olarak ulaşmaktadır. ama bilinç dediğimiz şey, empirisist ve rasyonalist gelenek mensuplarının üzerinde uzlaştıkları gibi, önüne bir şey konmadıkça boş duran sabit ve pasif bir ayna değildir. tersine bilinç her daim bir şeyin bilincidir, ve bilme, hatırlama, arzu etme, ümit etme gibi bilinç edimlerinin niteliği, yönelinen bilinç içeriğinin formunu da etkilemektedir. bunun ötesinde sorulacak bir dış-dünya sorusu yoktur, zira kantçı anlamıyla dış-dünya kendinde-şeyden* başka bir şey değildir.

    bilinç* bu şekilde hakikatin kendisi haline geldi ve lebenswelt kavramının yolu açılmış oldu. zira heidegger, gerek sein und seit adlı eserinde, gerekse fenomenolojiye giriş, zaman kavramının tarihi ve hermeneutik başlıklı derslerinde (1920'lerin ortalarında verilmiş derslerdir bunlar) bilincin bu mutlak konumuna bir dizi saldırı tertipledi. bu saldırılar aslında heidegger felsefesinin temellerini ve ana dokusunu oluşturmakta idi. heidegger'in altını çizmeye çalıştığı temel hususlar şunlardı:

    1. öğrenildiği unutulmuş ya da hiç öğrenilmemiş, bu nedenle de hiçbir biçimde öğretilmemiş; ama bir şekilde bilinen bir pratikler dizisi içinde yaşamaya başlarız. bahsi geçen pratiklere konu olan nesneler, bu nesnelerin içinde bulunduğu dünyanın dışında duran ideal bir dünyadan almazlar anlamlarını.

    2. bu anlamda bu nesnelerle ilişkimiz bilinç öncesi yönelimsellik olarak kategorize edilmesi gereken bir dizi pratiği kapsamaktadır. dünya içinde bulunan nesneler amaçsallık*, birlikte-kullanım* ve temel insan hedefleri bakımından biraraya gelir ve bir ağ yapısı oluştururlar. çekiç, çivi çakmak için kullanılan, çivi ve tahtayla beraber iş gören, içinde ısınıp hayatta kalabileceğim klübeyi yapmama yardımcı olacak araçtır. bu anlamda henüz bilincin nesnesi olarak soyutlanmamıştır ve benim de içinde bulunduğum dünyanın bir parçası olarak varolur.

    3. dünya sadece nesnelerden oluşmamaktadır. bu ağın içinde diğer insanlar da vardır. heidegger insanın temelde yalnız bir özne olduğunu vaazeden solipsist eğilimli öğretilere karşı çıkmaktadır. temel dünya deneyimi açısından bakılacak olursa her bir birey, bir insan toplumunun parçasıdır. düşünümsellik öncesi düzeyde insan, birlikte-varlıktır*.

    4. bilinç ise, zaten anlam verilmiş* bu entiteler ağının* öğelerini kesip çıkartır, soyutlar ve yalnız bırakır. birlikteliklerinde anlam kazanan bu öğeler artık tam anlamıyla birer nesne haline gelmişlerdir*. heidegger bu nesneleştirme işlemine tematize etme adını verir. tematize etme, bilimsel/teorik yaklaşımın olmazsa olmazıdır. şu halde, bilim ve teorik yaklaşım, asıl olarak düşünümsellik/bilinç-öncesi bir yaşama dünyası üzerinde temellenmektedir.

    özne-nesne ayrımı üzerinde temellenen epistemolojik sorunsal, bileceği şeyi soyutlanmış bir nesne olarak koyutlar ve ona gerçeklik* adını verir. bu ayrımın öncesini deşeleyen fenomenolojik yaklaşım ise benin, diğer insanların ve insan olmayan varlıkların içinde olduğu bütünü soru konusu yapar. bütünü sorgulamak sorunludur, zira bir şeyi sorgulamak demek, o şeyi başka bir şey açısından* sorgulamak demektir. bütünün dışında başka bir şey olamayacağına göre bu sorgulamanın özel bir karakteri olmalıdır. fenomenoloji, heideger'in büyük katkıları ile birlikte ciddi bir felsefi disiplin olarak ortaya çıkabilmiş olmasını tam olarak buraya borçludur. artık araştırılan şey gerçeklik değil, içinde olduğumuz, kendisine mesafe koyamadığımız hakikat, yani lebenswelttir.
  • berlin'de bulunan, sosyal hizmet alanı üzerine yoğunlaşmış bir şirket.
hesabın var mı? giriş yap