*

  • bornova anadolu lisesinin efsane resim hocası.

    kendisi ile 90ların başında hazırlık sınıfında okulun lise binası ile hazırlık sınıfları binası arasındaki atölyesinde tanışmıştım. ciddi bir atölyesi vardı ve sanata karşı çok titiz bir insandı.

    sınıfta s sesi ile konuşulmasını isterdi, bu s sesi denen hadise de fısır fısır konuşma durumuydu ve bendeniz bunu beceremediğimden çok laf işitmişimdir bu yarı deli yarı ciddi ressam-öğretmenden.

    her dönemin sonunda öğrencilere tek tek sergi yaptırırdı, sergi denen olay bütün dönem yaptıklarını arkadaşlarının da yardımıyla havaya kaldırmaktı. güzel olan senin ne çizeceğine ne resmi yapacağına karışmazdı. arada bir gerçi şu resmi yapın derdi ama kontrol etmezdi.

    bornova anadolu lisesinin farklılığını oluşturan hocalarındandı, hakkında entry olmaması da çok üzücü geldi bana, tüysüz nasıl olur da unutulur.
  • hatırladığım kadarıyla ince sayılabilecek bir yapısı vardı. boyu da uzuncaydı. açık kumral, kıvırcık, uzun , bazen topladığı saçları, sıradışı anlamlı bir yüzü ve sert bir mizacı vardı. sabahları bizi biraz da mecbur olduğu için acımasızca uyandırırdı. yatakhane koridorunun demir kapısına anahtarlığını dan dan dan ! vurur o soğuk karanlık geceyi yırtar 20 kişi uyuyup nefesimizle ısıttığımız odanın kapısını ve ışığını açıp bizi güne başlatmaya çalışırdı. etüt saatine yakın yatakhaneye tekrar gelir kontrol eder hala yatağında olan varsa başına gider ayağa dikerdi. sonra da etüde yetişelim diye bizi ayna karşısından, dolap başından toplar dışarı sürerdi. kimimiz elimizde çoraplar, kimimiz şampuan ve saç kurutma makinesi , hatta kimimiz gömleği ile etüde gider son hazırlıkları orada tamamlardık. arkamızdan yataklar düzgün toplanmış mı diye kontrol ederdi. akşam etüdüne kadar girdiği dersleri saymazsak kafasını dinledikten sonra akşam etüdünde yine bizi zaptetmeye çalışır ve gece de en son geveze grup uyuyuncaya kadar odasından çıkıp çıkıp yatakhane tarafına gelir susturup uyutmaya çalışırdı. aslında düşünüyorum da hemen her gün bizimle birlikte o da kabus yaşıyormuş. yaşları 11 ile 17 arasında değişen 150 kadar bir çoğu yaramaz , dağınık, pasaklı, laf dinlemeyen, kıçını toplamaktan aciz , ukala, küstah ve maalesef kendisini çok da sevmeyen eşkiya ve sürtüklerle yıllarca uğraştı. muhtemelen kalacak yeri olmadığından ya da kira vermek ekonomik olarak onu zorlayacağı için bize katlandı. neyse ki aynı görevi üstlenen birkaç belletmen daha vardı da dönüşümlü olarak enerji topluyorlardı.
    akşam etüdü saatinde etüd yaptığımız sınıfta ( idari binanın spor salonu tarafında kalan en üst kattaki koridor başındaki sınıf ) pencere ( sınıf kapısının karşısındaki pencere) içine oturduğum için bal'daki 2 tokadımdan birini yemiştim o güzel, duygusal ve yalnız insandan. o zaman kızmıştım ama şimdi anlıyorum. belletmendi ve her şeyimizden sorumluydu. idare ve ailelerimiz bizi ona emanet etmişti. bense o pencerede ergen salaklığı ile öyle bi oturuyordum ki düşebilirdim bile. korktu, endişelendi ve tabii ki kızdı. bize bir şey olursa ne yapardı? nasıl hesap verirdi? doğal olarak da biz zarar görmeyelim diye uğraşıyordu. hatta bize '' kızlar kibrit çöpü gibidir bir kere yandılar mı bitti'' temalı metaforik öğütler bile verirdi. ilahi hocam...

    diğer tokat için (bkz: serfiraz demirci)
  • bornova anadolu lisesi, izmir fen lisesi, bogazici universitesi derken, aldigimiz bunca matematik, fen ve muhendislik egitimine ragmen elimizin firca tutabilmesinden yegane sorumlu kisi. onun sayesinde icimizden geldigince cizip boyamayi ogrendik. onun sayesinde yaptigimiz resimlerden utanmadik. onun sayesinde east village'li brooklyn'li sanat okulu ogrencileri ile sidik yaristirdik. onun sayesinde ali os'larla bogulan ogrencilik yillarimiz icinde haftada 4-6 saat ozgur olduk. simdi nerededir bilinmez ama sagolsun varolsun.
    bir takim tuhafliklarini da hatirlarim tuysuz hoca'nin. sanat defteri diye bir sey tuttururdu. gazetelerden sanat haberlerini kesip yapistirirdik bir deftere. sonra da o defterden bize sorular sorardi sozlude. aslinda anliyorum, bize odun kalmayalim diye gazetelerin sanat sayfalarini okutturmaya calisirmis ama sozlu oncesi ne stres olurduk bu haberleri ezberleyecegiz diye.
  • bohem bir giyim tarzı vardı. döpiyesli, etek-gömlekli diğer kadın öğretmenlerden farklı takılırdı.

    derslerinden iyi not almanın yolu iyi bir sanat defteri oluşturmak ve kötü resimler yapmaktan geçerdi. tüysüz (soyadı tüysüz olan birisinin makus kaderi soyadıyla hitap edilmek olsa gerek) "içinizdeki o çocuk çok kıymetli" çizgisinde bir resim öğretmeni olduğu için, ortaokul öğrencilerince yapılan resim ne kadar ilkokul birinci sınıf çizgisini yansıtırsa, ne kadar götelek tipteyse çizilen karakterler o kadar yüksek not verirdi. ders sonunda resimleri toplamaz, dönemde iki kere sergi adlı bir sözlü sınav organize ederdi. sergi, sergisi açılan öğrencinin dönem boyunca yaptığı resimlerin sınıfın en hayta, en it 6 kişisi tarafından göğüs hizasında tutulmasıydı. sergiye çıkan resimleri imzalamazdı. hazırlıktan orta üçe kadar (orta üç dahil) aynı resimle 9-10 gibi güzel bir notla beraber, tüysüz'ün övgüsünü almış bir arkadaşım vardı. tutarlıydı, dört sene boyunca aynı resmi övmüştü.

    derslerde s sesiyle (a.k.a fısıldamak) konuşmak serbestti. her dönemin ilk dersini s sesi tanıtımına ayırır, bunun insanı rahatsız etmeyen nefis bir ses olduğunu propaganda ederdi. sen de yanındaki arkadaşına "hilyasssss tenhefüsste dokuss haylık hoynayalım mıı?" diye sorabilirdin fısır fısır. ama hafiften çatallaşan ergen sesi, s sesi marjininin dışına çıktığı anda tokat gündeme otururdu.

    çamur, seramik, ip baskısı, sünger baskısı gibi fantastik öğeleri taşırdı resim dersine. iyi bir kadındı. sandaletli mandaletli böyle, bohem.
  • bal'da yillarca resim ogretmenligi yapmistir. bukleli ve yolu$ sari saclariyla iyice vurgulanan cakmak cakmak cenahindan yesil gozleri vardir. ve dahi, bunca yillik hayatimda beni kendisinin resim dersleri kadar strese sokmus bir sey daha varsa, belki dehset neset'in fizik sozluleridir.

    kendi adima gonul rahatligiyla diyebilirim ki orta bir boyunca bu dersler dolayisiyla ciddi travma yasadim, neden derseniz her an s sesiyle konusmadim diye herkesin onunde avaz avaz bagirilarak azarlanirim korkusuyla aklim cikarak ne cizdigimi, ne boyadigimi bilemeyerek gecirdim resim atolyesindeki her animi. sanirim stresin hala ilk midemi vurmasini da ilk deneyimleyisimdir. ki bu yasima geldim, profesyonel ogrencilikte artik bir isim sayilirim, hala s sesi nedir anlamis degilim. cunku eger bu aniyi benim beynim yaratmiyorsa, "s sesi fisildamak anlamina gelmez" de dedigi icin "ulan fisildamiyicaz ama dusuk tonlu mu, ne simdi tam olarak, buhuuuuu" diye kaygidan kafayi cizdigimi cok net hatirliyorum.

    hayir her seyi gectim, bir de annemin okuldan arkadasi, okulda da bitmiyor bu cile, eve tasiniyor. ki bu yuzden az dalga gecilmedim "kaymakci" diye arkadaslar tarafindan (hello rrr). eve geliyorum munire hanim salonda oturuyor elinde cayla "nasilsin pro?" diyor. ki had safhada guleryuzlu ama ben bir kere pavlovun kopegi olmusum; ustumde forma, haz'rola gecip "iyiyim ogretmenim" filan diyorum, tuh ki tuhler tuhu. ho$, evdeyken tam bir tonti$ko, sinifa geliyoruz yanimdakine donup konustugumda s sesini kullanamadim diye uzengime orsume bagiriyor, fevkaladenin fevkinde bir tutarsizlik.

    fakat o bu degil de, ben de az kaymakci degilmisim cidden; tuysuz evde cay icer, ali pelo$ evi arar "naaber catherine denevue?" der, hayat o zamanlar bana guzelmis, kiymetini bilememisim billahi.
hesabın var mı? giriş yap