• çok değil, bundan sadece 2-3 yıl öncesiydi. açık buz dolabı kapağından içeri büyük bir kuşkuyla bakıyor, içerisindeki herhangi birşeyi yiyecek metaneti kendimde bulup bulamayacağımı sorguluyordum.

    ödenmemiş elektrik faturalarının sponsorluğunda, oldukça uzun bir süre başına buyruk bir karanlık çağ yaşamış buz dolabı, gerçekten de pek rahatsız edilmek isteniyora benzemiyordu.

    en yukardaki raftan, geçmişte bezelye olduğunu tahmin ettiğim topraklardan doğup palazlanmış bir fungi imparatorluğu, güneydeki raflara - yani sıcak denizlere - inme emellerini hala sürdürüyordu. kapaktaki savaşçı göçebe kavimler ise, yakın bir gelecekte 3 kıtaya yayacakları sporlarla özgürce at koşturacaklarının mesajlarını şimdiden vermekteydiler.

    tarihin gidişatına müdahelenin ne kadar ölümcül sonuçlar doğurabileceğini geleceğe dönüş serisinden yeterince öğrenmiş biri olarak, dolabın kapağını hızla kapatıp karnımı doyurmak için daha az riskli yöntemler bulmak üzere -sanki sonumun ne olduğunu bilmiyormuşçasına- mutfağa şöyle bir göz gezdirdim. alt çekmecelerdeki bir paket düdük makarna ile telepatik olarak gerçekleştirdiğim kısa bir sohbete istinaden, lavaboda durmakta olan tencereyi alıp, yarısını suyla doldurmuş, ocağı da sonuna kadar açmıştım bile.

    makarnayı süzerken oluşan buhar ağzıma yüzüme girse de, ya da yağını koyarken gözümün kararına küfretsem de, yine de en nihayetinde yenilecekti kendisi. tuzu az da olsa, sosu kurumuş ketçap şişesinin dibine su ilave edilip çalkalınarak yapılsa da, o makarna benim makarnamdı (la laa lalaa laaa)

    takribi 5-10 dakika süren bir süreç sonucunda doymuş, ve tencerenin kapağını haklı bir gururla kapatmıştım. cengiz han'ın küf ordularını temizlemeden tencereyi tekrar dolaba kaldırmanın zavallı makarna için cinayet olduğu kararına da varmış olacağım ki, makarnayı dışarıda bırakmıştım.

    günler günleri, kahveler kahveleri, finaller finalleri kovaladı... hatta ve hatta bu süreç içerisinde buz dolabını temizleyecek cesareti bile kendimde bulmuş, yeşil ve grinin her tonunu mevzubahis "beyaz" eşyanın içinden atmayı da başarmıştım. büyük bir zevkle mutfaktan çıkarken arkamdan öyle bir kelime duydum ki, yüreğim ağzıma geldi. tek tepki verebildim o anda:

    "....baba.....baba mı???....bana baba dedi!!!!"

    gözümün nuru, elimin emeği, pastavillanın düdüğü makarnacığım, konuşmaya başlamıştı.

    ilk kelimesini sarfındaki heyecanımı sürdürerek yanına yaklaştım. günlerdir kendi kendini yetiştirip büyütmüş, saniye olsun halinden şikayet etmemiş olan düdük, bir yandan kundağı işlevini gören tenceresinde sallanıyor, bir yandan da etrafı dikkatle izliyordu.

    bu vakayı takip eden günler su gibi aktı gitti. çok süre geçmeden tenceresinden çıkan düdük, her köşesini ezberlediği mutfakta özgürce hareket edebildiği gibi, tek tük de olsa konuşmaya başlamıştı. mutfağın diğer sakinleri onu merakla izliyor, ordularını sinsice tekrar toplayan cengiz han bile düdükten sakınıyor, ona saygı duyuyordu.

    başlangıçta çocuk kanallarını izlemeyi tercih eden düdüğün zevkleri oldukça hızlı bir şekilde değişiyordu. bir insan evladına kıyasla çok daha çabuk gelişmesi bunların nedenlerinden biriydi kuşkusuz; öyle ki 1 hafta öncesinde sadece barbie bebekleriyle oynarken daha şimdiden "hepsi" dinliyor, duvarlarına nil karaibrahimgil posterleri asıyordu.

    ilk aşkı en büyük travmasıydı. komşu tencerede pişmiş olan başemen soslu spagetti düdük makarnaya yüz vermemiş, onu çok kendi halinde ve özelliksiz bulmuştu. bu olayın üstüne kendini çalışmaya adayan düdük, çok geçmeden yüksek öğrenimi de tamamlamış, mutfağın her sakininin gözüne girmiş genç bir "makarkız" olmuştu.

    yavaş yavaş o günün geldiğini hissetmekteydim, ama bu kadar ani olmasını da beklemiyordum.

    "ben," dedi, "artık senin kanatlarının altında yaşayamam. kendi kendime dünyayı görmek, öğrenmek istiyorum. senin evinde, senin mutfağında kendimi ne kadar geliştirebilir, arzularıma ve rüyalarıma ne kadar yaklaşabilirim ki?"

    "ben," dedi, "artık ayrı eve çıkmak istiyorum..."

    yıkılmıştım. ama beklediğim bir şeydi bu. kuru kuruya vedalaştık. daha konuşacak birşey kalmamıştı.

    siyah çöp torbasının içinde kapının önüne götürürken onu, beraber geçirdiğimiz her an gözümün önünden geçti.

    belki o gece, belki de ertesi sabah alınmıştı kapıcı tarafından kapının önünden, bilemiyorum.

    ama emin olduğum tek şey varsa, o siyah çöp torbası içinde, denizler kadar engin ve en az kendi hayal gücü kadar büyük bir dünyada, benim küçük mutfağımda olduğundan çok daha mutlu olacağı, kendine çok daha yakışan bir hayat yaşayacağıydı...
  • masumane, tehlikesiz bir istektir. asıl korkulması gerek şey patates püresinin o bozulma hızıyla uygarlık kurup dünyayı ele geçirmek istemesidir.
  • ipneliktir, nankörlüktür. ulan sen zaten o öğrenci evinde, sana sunulan eşsiz ortamdan faydalanarak yaşam bulmuşsun. ayrı eve çıkacağına kiraya ortak olsana itoğlusu. bizde adsl'i hızlandıralım diciturk bağlatalım, sana daha elverişli yaşam olanakları tanıyalım değil mi.
  • makarnanın isyanıdır.unutmayın ki onu bu kararı almaya iten sizsiniz. oysa ki ne kadar sevinmişti siz onu haşlarken.hatta çok da güzel bir sos hazırlamıştınız ona.peki sonra noldu? bi tabak yediniz ve dolaba kaldırdınız.onu buz gibi bir dolapta yapayalnız bıraktınız.arada bir dolabı acıp yiyecek birseyler aranırken soyle gozucuyla baktınız ama hep başka birseyi secip onu hice saydınız.hic dusundunuz mu kalbini ne kadar kırdıgınızı?onun hayattaki butun amacını elinden aldıgınızı...simdi soyler misiniz ne yapsın o makarna?buz gibi bir yerde küflenmeyi ve çöpe atılmayı mı beklesin? sorarım size hic mi deger vermediniz o makarnaya? gun gelir de bir gun acıkırsanız bilin ki o artık baska bir evde..

    (bkz: geyik forever)
  • - ne istedin de veremedim sana ha, ne istedin de veremedim!!!
    - ben senden pestolu soslar, sarmısaklı zeytinyağları, parmesan peyniri beklemedim!
    - ..ne bekledin peki, neee?
    - ben senden sevgi bekledim... beni yedikten sonra en azından bir sigara yakmanı bekledim.... ühühüh....
    - dur, gitme, rejimdeydim!!!
    - n'artık çok geç! fırında makarna beni bekliyor...
    - o kapıdan çıkarsan bir daha geri dönemezsin!
    - öyle de bir niyetim yok zaten... salatalarınla mutlu kal sen... böhühüh...
  • *drililili drililili*
    -alo?
    -...
    -aloovv?
    -....
    -ses ver...
    -...
    -sensin biliyorum
    -mutlu musun gittiğine?
    -artık beni rahat bırak
    -beşamel sosun öksüz kaldı, süzgeç paslanmak üzere ve sen yoksun...
    -benim olmadığımı kabullen artık!
    -lütfen geri dön makarna lütfen çok yalnızım
    -ama beni anlamıyorsun...böyle olması gerekiyor
    -böhühehahaha
    *tamam ya siktir et kapat telefonu*
    -öhüheheahaha...fırk...hı? o ses?
    -ne sesi?
    -arkadan biri konuştu
    -yalnızım şu an kimse yok...
    -evet..o ses biliyorum...lazanya!!!
    -oehh yettin ama artık...evet lan! lazanya ile beraberim!
    -allah belanızı versin sizin!
    *ya siktir et ipneyi kapat diyorum sana ya*
    -bak ona söyle oraya gelirs...
    *çaaaat*
    -dıt dıt dııııt...
    -alov? alov?
    -dıt dıt dııııt...
    -böhühühühü...
hesabın var mı? giriş yap