• fransiz kelime oyuncusu.

    altın maskeli kral, monelle'in kitabi ve dussel yasamlar adli romanlari uc roman isimli kitapta aykut derman cevirisiyle toplanan yazar.

    ve ben keske diyorum iki gundur. keske daha once haberim olsaydi kendisinden, keske borges'in eserlerini daha dikkatle okusaydim da, sabirsizlikla bekleseydim bu ceviriyi okumaya baslamak ve bu yazarin dunyasina girivermek icin.
  • fantastik edebiyat için daha 38 yaşında ölen bu adam büyük bir anlam ifade ediyor ve bu anlam günümüzde daha da açığa çıkmış durumda. kuşkusuz türkiye'de dost yayınlarının babil kitaplığı ile özellikle bilinir hale gelen kimi isimlerin zamandaşı, daha sonraki kimi isimlerin ise esinlendiği bir isimdir marcel schwob. öyle ki örneğin üç roman adıyla türkçe'ye çevrilen eserlerden birisi olan altın maskeli kral'ı anatolia france'a, mavi ülke'yi de oscar wilde'a ithaf etmiştir. eseri okuyan anatolia france yazarı dehşetin prensi olarak selamlar. kuşkusuz poe'nun ve borges'in arasında bir yere konulabilir biçimsel manada kendisi ama daha ötesi özellikle düşsel yaşamlar borges'in doğrudan etkilendiği öykü-roman diyebileceğimiz ve hiç varolmamış romanların ya da varolmuş kişilerin fantastik bir boyutta hayat hikayelerinin ele alındığı tarzın çıktığı kaynaklardan birisidir. düşsel yaşamlar'da bilimsel bir tüyle yazılmış edebi-fantastik satırlar vardır, o satırlarda empedokles'ten lucretius'a kadar bilinen, bilinmeyen bir çok isme rastlarız. her birinin öyküsü bir sıfatla başlar, örneğin empedokles varsayılan tanrı, lucretius şairdir.

    benim okurken en çok tuttuğum ise neredeyse nietzschevari bir uslup ve derinlik gördüğüm monelle'in kitabıdır, küçük bir fahişe-büyücü (monelle) üzerinden metinsel sıçramalar -dostoyevski, thomas de quincey vs.- eşliğinde tanrılardan, yok etme eyleminden, biçimlerden, anlarda, yaşam ve ölümden, ölü şeylerden, eylemlerden, sözlerden söz eder. felsefi, fantastik bir vaazdır bu, küçük fahişenin dilinden anlatılan:

    "sakın şaşırma, benim ve ben değilim"
    "beni yine karşında bulacaksın ve yitireceksin;
    bir kez daha aranıza geleceğim, çünkü beni çok az erkek gördü ama hiçbiri anlamadı"
    "sana küçük fahişeleri anlatacağım ve sen başlangıcı öğrenmiş olacaksın."
    "ve ben şuyum, ben buyum, ben adı olmayanım"
    "çünkü her şey kaçıcıdır ama monelle onların en kaçıcı olanıdır"
    "sana yok etme eyleminden söz edeceğim: yok et, yok et. içindekini yok et, çevrendekini yok et. kendi ruhuna ve başkalarına yer aç.
    her iyiyi ve kötüyü yok et. yıkıntılar birbirinin benzeridir.
    insanların eski barınaklarını, ruhların eski barınaklarını yok et; ölü şeyler biçim bozan aynalardır.
    yok et, çünkü her yaratı, yok ediş sonucu ortaya çıkar.
    ve üstün iyiliği yaratmak için alçak iyiliği yok etmek gerekir. ve böylece yeni iyilik kötülüğe doymuş görünür."
  • bülent usta'nın güzel bir yazısı var, marcel schwob'a dair:

    "gizli bir melankoli ruhumu ele geçirdiğinde, genellikle üç kulaklı bir kedi olan dostum ivam yetişirdi yardımıma… beni güldürecek ya da ağırlaşan düşüncelerimi dağıtacak bir şeyler bulurdu mutlaka… bu aralar monelle çıkıyor karşıma… marcel schwob’un, “üç roman” adlı, yky tarafından aykut derman’ın çevirisiyle yayımlanan kitabından çıkıp karışmıştı hayatıma. “üç roman”, adı üstünde, üç romandan oluşuyor. “altın maskeli kral”, “monelle’in kitabı” ve “düşsel yaşamlar”… ilk olarak 1890’larda yayımlanan bu romanların, ancak yüz yıl sonra türkçede okunabiliyor oluşu ise, bize özgü bir muamma olsa gerek… daha öyle çok türkçeye kazandırılması gereken “olmazsa olmaz” yapıt var ki…
    “monelle beni ovada dolaşırken buldu ve elimden tuttu” diye başlıyor “monelle’in kitabı”… ben ise, sokakta, evde, iş yerinde, ne zaman kendimden ve yaşadığım gerçeklikten kuşkuya düşsem, monelle karşıma çıkıp tutuyor elimden. zehirli sözleriyle ruhumu diriltmesinde bir giz var. onun hem o olduğunu, hem de o olmadığını bilerek dinliyorum… “yeniden bulmadan önce beni yitirmen gerekiyor. ben yalnız olanım” diyen birisini, nasıl görebilirim ki başka? durmaksızın konuşuyor… şöyle diyor: “içindekini yok et, çevrendekini yok et. kendi ruhuna ve başka ruhlara yer aç. her iyiyi ve her kötüyü yok et. yıkıntılar birbirinin benzeridir. insanların eski barınaklarını, ruhların eski barınaklarını yok et, ölü şeyler biçim bozan aynalardır. yok et, çünkü her yaratı, yok ediş sonucu ortaya çıkar. ve yeni bir sanat tasarlayabilmek için eski sanatı kırmak gerekir. ve böylece yeni sanat bir tür sanat düşmanlığı gibi görünür.”
    “ruhların o eski barınaklarını” süsleyip yeniden satanlarla doluyken ortalık, monelle’e hak vermemek olanaksız. peki neden o eski barınaklar cazip geliyordu sanatçılara? monelle’e göre kolayına kaçıyordu bu aciz ruhlar. yeni bir barınak inşaa etmek, kolay bir iş olmasa gerek. solculuk da, yeni barınaklar inşa etmek için, eski barınakları yıkmak anlamına gelmiyor muydu? bırak eskiyi yeniyi, kiradan kurtulamayan bir sol anlayış yaygın günümüzde. liberallere ya da ulusalcılara kiracı olan bir anlayış…
    monelle, “evini kendin kur ve onu kendin yak” derken, nietzsche’nin “evini akan bir nehrin üzerine inşaa et” sözünü tekrarlıyordu sanki, mezara ya da müzeye dönüşen evlerle dolu tarihe bakarak… içinde ölünecek değil, yaşanacak evler lazım bize…
    monelle, zehirini içime akıtıp giderken şu sözlerini eklemeyi ihmal etmedi:
    “ve monelle ekledi: sana yaşamdan ve ölümden bahsedeceğim.
    her siyahlığın içinden gelecekteki beyazlığın beklentisi geçsin.
    şunu söyleme: bugün yaşıyorum, yarın öleceğim. gerçekliği yaşamla ölüm olarak ayırma. şöyle de: şimdi yaşıyorum ve ölüyorum. her acı senin içinde birazdan uçacak bir böceğin geçişi gibi olsun.”
    onu bir daha ne zaman göreceğimi sorunca da, “unut beni ki sana döneyim” diyerek kayboldu karanlığın içinde…"
hesabın var mı? giriş yap