*

  • (bkz: murathan mungan)
    (bkz: itiraf ediyorum copy paste)
    "...
    yüzyıllar önce yüzyıl uyuyan bir prenses varmış, bir büyücünün zulmünün esaretinde kimbilir belki olabilecek bir uyanış beklemiş yüzyıl boyunca.

    işte o masal;

    her masalın, her söylencenin uzun uykusunda bir uyanma vakti vardır. ve o gelmeden girişilen her eylem bir serüven yanlızlığı olarak kalır. öyle anılır.

    ve yüzyıl sonra vadesi erişip bir prens çıkmış ortaya. masalın ve yüzyılın kendisine verdiği bu görevi seve seve üstlenmiş; zaten güzel hakkında yüzyıldır söylenegelenlerin etkisinde daha onu görmeden deliler gibi tutulmuş ona. kendisine verilmiş misyona mı, uyuyan güzele mi aşık olduğunu ayırdedemeyecek kadar toymuş o zamanlar. böylelikle hayranlığın sevginin, sevdanın, aşkın, cinselliğin ve beraberliğin bir kulak dolgunluğu olduğunu birkez daha görüyoruz. "bizim" sandığımız birçok duygunun, düşüncenin, değerin ve doğrunun içimize usul usul işlenmiş bir kulak dolgunluğu olduğunu...

    ve prens dudaklarında yüzyıldır beklettiği öpücüğüyle birlikte saraya yollandı.

    masalına kahraman olma zamanı gelmişti.

    prensesin odasına geldi. prenses uykusunun içerisinde batık bir gemi gibi gizemliydi. uykusuyla bütünlenmiş güzelliğine, efsanesinin güzelleştirdiği yüzüne uzun uzun baktı. çok uzaktan, çok uzaklardan, tam yüzyıl sonrasından baktı.

    sonra kararını verdi:

    aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu.
    o gün gelse de.
    uyandırdışında bu sevdanın, bu büyünün, bu tılsımın bozulacağını biliyordu çünkü; bir bakış, birkaç söz, bir dokunuş herşeyi bozacaktı. sevmek suskunluktu, sevmek kesin sessizlikti, sevmek uzaklıktı, sevmek dokunamamak erişememek, sevişememekti. ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti sevmek. gözlerini açar açmaz, yüzyıldır gördüğü düşlerin anımsıyamadıklarından ve o düşlerin tümünden, sızıya benzer bir duygu olacaktı kalakalmış olan. biliyordu bu sızı hep olacaktı. kaldı ki, o düşlerin tümüne egemen olan ortak motifler, zaman zaman, yani yaşadıkça; yaşamını,ilişkilerini yoklıyacaktı elbet.

    o düşlerin tümü anımsanmak içindi. sonsuz bir anımsayıştı herşey; anımsayış ve unutuştu. ömrünün bundan sonrası düşlerinde gördüklerini yaşamakla geçecekti.

    insan uzun uykulardan sonra yalvaç bir yanlızlığa uyanıyor. aradan yüzyıl geçtikten sonra uyanış mutlu olamaz.
    benim için artık çok geç kalmış bir sevgi bu, ben seversem yüzyıl öncesinin sevgisiyle seveceğim, o severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek. aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor. bir öpücük, yanlızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?

    sevgi, zehirli bir düşün, büyülü sözcüğü...
    öte yandan sevmek göze almaktı, sonuna kadar dek gitmekti, gidebilmekti, gidebilmek yürekliliğiydi. biliyordu prenses uykusundan uyandığında, ya da uyanır uyanmaz onu eskisi kadar sevmiyecekti. çünkü sevmek sessiz ve tek başına birşeydi. sevmek yanlızlıktır. onu eskisi kadar sevemiyeceğinden korkuyordu. onu uyandırmaktan korkuyordu. eskisi kadar sevemiyecekti, belki de hiç sevemiyecekti. çünkü arada o orman, o karanlık, o geçit vermez, o giz olmayacaktı artık. işte odasında duruyordu. duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğine. arada ne orman, ne de yüzyılın karanlığı olmadan onu nasıl sevebilirdi? bu kadar büyük sorumluluğu yüklenebilirmiydi? sevmenin zahmetini, birlikte omuzlanacak olan zahmeti yüklenebilirmiydi?

    paylaşmaya, tartışmaya, özveriye, anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi göğüsleyebilir, götürebilirmiydi?

    sevmek imkansızlıktı.

    kendimizde beslediğimiz, kendimizde büyüttüğümüz, kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek. o hep bizdedir, usul usul biriktiririz onu, içimizde yığılı durur. ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün bu duyguları o taşımıştır bize.

    sevmek, kendi kendimizi büyülemektir;
    kendi kendimize yaptığımız büyü.

    oysa yeniden başlayacaktır arayışlar, pişmanlıklar. herşey "tamamlanmak" içindir. çoğu kez ölümün tamamlayıcı ellerine dek aynı umut, aynı arayış, aynı çırpınış ve aynı perişanlıkla sürükleniriz. gözümüz arkada kalmıştır.

    ansızın anladı ki uyuyan güzelin kendisini değil, masalını seviyordu prens.

    masalın bittiği yerde hayat başlar.
    ..."
  • "onlar ermis muradina biz cikalim kerevetine" görünmesi bir belirtgecidir.
  • gokten uc elma dusmus biri sana biri bana biride masali anlatana
  • kisinin suratına dünyanın gerçek yüzünün bir duvar gibi çarptıgı nokta
  • hayatın başladığı yerdir: "masalın bittiği yerde hayat başlar"*
  • "birbirlerini seviyor gibi görünüyor insanlar.. külkedisi, ayaklarına tam oturduğunu sanıyor cam ayakkabıları'nın.. oysa, arkadan vuruyor, sıkıyor.. bu yüzden çıkıyor teki.. ayaklara cam ayakkabılar giydiren kunduracı prensler mi, daha iyi, daha cici, yoksa büyülü balkabağı sahibi lavuklar mı.. biz artık her soru'ya geç'iz.. biz artık her soru'ya geçiniz.. ve her daim taşıyoruz pamuk prenses'in yarısı'nı yediği o elmayı.. gerisini de biz yemek için, belki çok fena bir gün'de.. böyle giderse bizi öpüp-uyandıracak prens ve prensesler de kalmayacak.. yedi cüceler ise çoktan ali baba ve kırk haramilerin harami ordusu'na gönüllü olarak yazıldılar bile.. betonlaştık.. kalın olduk.. acılarımızda bile bir an olsun yoğunlaşamıyoruz artık.. hiçbir cevap, hiçbir çözüm, bize iyi gelemez artık.. oldu bitti'ye geldik.. olduk ve bittik."*
hesabın var mı? giriş yap