• adnan bey'in rüyasında*söylediği arya.*
    sözleri de şöylekine;

    bir arzu çölü bu, hasretten ibaretim.
    vahşi bir hiçlikteyim, reddedilmiş.
    insan suretinde saklanan keskin hançerim.
    cehennemmiş bu sevda, zifiri bir hasretim.
    maskeler yetişir imdada, bitince kudret-i idrak.
    maskeler yetişir imdada, kaybolur sarsan hakikat.

    evet inanmak istiyorum elbet gelicek saadet.

    insan suretinde saklanan keskin hançerim.
    cehennemmiş bu sevda, zifiri bir hasretim.
    cehennemmiş,
    ah! sevda!
  • (bkz: tuncay doğu)
  • en güzel yorumlarından biri de budur.

    http://www.youtube.com/watch?v=erryguyeld4

    ayrıca söz konusu performans türk operasında yapılan ilk bistir selman ada'nın belirttiği üzre.
  • -mış gibi yapanların dünyasında onlar gibi olamamak neler kaybettiriyor insana. samimiymiş gibi yapıp içten pazarlıklı insanlar, mutluymuş gibi yapıp mutsuz yaşayan insanlar, çok rahatmış gibi davranıp kalıplarının içinde sıkışmış insanlar sarmış etrafımı. bende şu -mış gibi yapmayı öğrenmeliyim artık. çünkü inanıyorum o insanlara, gerçekten rahat diyorum, gerçekten samimi diyorum. sonrasında ise onlar gibi davrandığım için suçlu ben oluyorum. bir tek mutsuzluğumu gizlemeyi öğrenebildim sanırım şu hayatta ki gizleyemediğim zamanlarda insanlardan kaçıyorum, fiziken gizleniyorum yani ;)

    her duygu, iyisiyle kötüsüyle insana ait ve hissedilesidir. ama -mış gibi yapıp sonrasında hissettirilen duygular için kimseyi suçlayamazsın ki. samimi ve rahatmış gibi karşındakine davranıp, her türlü kapıyı ardına kadar açıp, içini döküp sonrasında onu kıskanmak nedir? bu kıskançlık yüzünden etrafındaki herkese tavır yapmak nedir? hadi kıskandın, bunu gizlemeye çalışmak, herkese ayrı bir bahane bulmak nedir?
  • https://www.youtube.com/watch?v=d6l9wuo_akq

    mersin devlet opera ve balesinde çok başarılı bir yorumu sergilenmiş eser. bu gösteride ben de canlı izleme fırsatı bulmuştum. hasan berk'i büyülenmeden izleyen neredeyse yoktu.
  • "hayat budur de, ikinci bir kez çağrılmayacağın bir oyun olduğunu söyle. zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatma oyunu, maskeler oyunu, onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak ister izleyici olarak." amin maalouf - les echelles du levant
  • üst edit:
    şadan karadeniz’ in sizlerle yıllardır paylaşmak istediğim “maskeler” metninin yazımını yıllar sonra nihayet tamamladım.
    maskelerin gelişiminden ve günümüz toplumunda yüzlerimize taktığımız maskelere kadar bir çok konuda herkesin okumasını istediğim bilgiler veren şadan karadeniz’ e bu yazısı için şükranlarımı sunuyorum.

    buyurunuz buradan yakınız;

    .....

    “insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri var olagelmiş maskeler. gerçekten de, maskenin paleolitik çağa dek geri gittiği sanılıyor. ilkellerde, dinsel törenlerde, giderek tiyatroda kullanılan maskeler zaman içinde alabildiğine gelişmiş, çeşitlenmiş, değişik amaçlarla kullanılır olmuş. “ilkel" toplumlarda, maskeler, doğaüstü varlıkları, ataları ya da kutsal ruhları canlandırır. bu nedenle bu toplumlarda maske takmakla bu varlıklarla ilişki kurmak çok kez eş anlamlıdır. doğaüstü bir gücü simgeleyen maskeyi yapan kişinin de bu gücü duyumsadığı varsayılır. dahası, bu doğaüstü gücün sanatçının araçlarında da bulunduğuna inanılır. bu da zamanla sanatçıların bazı olağandışı güçlere sahip oldukları düşüncesini doğurmuştur. örneğin, batı afrika’daki mali kabilelerinde bir maskeyi yaratan kişinin istediği zaman başkalarına zarar verecek güçlerle donatılmış olduğu düşünülür.

    zaman içinde gelişip çeşitlenen, değişik işlevler edinen maskelerin alabildiğine geniş bir yelpazesi var: ölü gömme, bereketlilik sağlama, hastaları sağaltma gibi dinsel ya da toplumsal törenlerde kullanılan tören maskelerinden eğlencelerde ya da gösteri sanatlarında kullanılan maskelere, maskeli balolarda, tiyatroda kullanılan maskelere, gaz maskelerinden mikroplardan korunmak için yüze takılan sterilize maskelere, ameliyat sırasında cerrahların taktıkları maskelerden kar maskelerine, hırsızların yüzlerine taktıkları maskelere, bir katilin, casusun, bir gizli örgüt üyesinin bir teroristin tanınmamaları için ameliyatla değiştirilen yüzlerine dek. bu arada, palyaçoyu da unutmamak gerekir: acılı bir yüreği gizleyen gülünç bir maskeydi palyaçonunki.

    bütün bu çeşitli maskelerin tüm ayırıcı özelliklerine, değişik işlevlerine karşın temelde tümünün de başlıca iki orta özelliği var: kimlik gizleyicilik ve koruyuculuk. örneğin, eskrimcilerin maskeleri, gaz maskeleri, banka soyguncularının, hırsızların tanınmamak için yüzlerine geçirdikleri çoraplar, mikroplardan korunmak için takılan maskeler, cerrahların ameliyatlarda taktıkları maskeler. maskeli balolarda takılan maskeler de, sözde kimlik gizleme amacına yönelikse de, bunların takanın kimliğini gizledikleri pek de söylenemez; biraz danışıklı döğüş gibidir maskeli balolarda maske takmak; özellikle yalnızca gözleri örtenler yüzü pek de gizlemezler; biraz oyun niteliğindedir bu maskeler. bir de -sözümona- maskenin ardına saklanmak, kişiye dilediğini rahatça söyleme ya da dilediği gibi davranma özgürlüğü verir bir anlamda; ya da en azından maskeyi takan böyle bir özgürlüğü varmış gibi davranır. açık seçik, belirli işlevleri, pratik yararları olanların ötesinde, maskelerin belki de en ilginçleri, kimliğimizi, kişiliğimizi gizlemek için taktığımız göze görünmez maskelerdir, sanal maskelerdir bunlar bir anlamda. insan durup düşününce, maskesiz yaşamın neredeyse olanaksız olduğu sonucuna varıyor.

    yaşam boyu maskelerle dolaşıyoruz; kimilerini yerine göre, gerektikçe -bile isteye- takıp çıkarıyoruz. günlük yaşamda sık sık başvuruyoruz bu maskelerin kimilerine: neşeliyken yüze bir hüzün maskesi takmak, ikiyüzlülüğünü bir gülümseme maskesiyle örtmek; üzülüyormuş gibi görünmek için yalancı gözyaşlarından oluşan bir maskeye bürünmek. en yaygın olanlar da, başkalarının sevincini paylaşmaksızın, salt paylaşıyormuş, onların sevincine -gerçekte hiç umursanmasa da- ortak olunuyormuş gibi yüze takılan yapmacık, yapay bir sevinç maskesi, ya da bunun tam tersi: başkalarının kederini paylaşıyormuş gibi görünmek için yüze takılan hüzün maskesi. kimi zaman bu maskelerin biri ya da birilerince düşürülme riskini göze alarak takıyoruz onları. (kuşkusuz, üzgün ya da acı çeken bir kişiye bir çeşit saygı göstermek ya da onun duygularını paylaşmak için de başvurabiliriz maskeye...) bu arada, yukarıda degindigimiz, palyaçonun, acılı yüregini gizleyen güling maskesini -yalnızca yüzünü örten maskeyi degil, onun sakar, beceriksiz devinimlerini de- anmalıyız.
    gerçegi gizlemek için başvurdugumuz yalanlar da birer maskedir kuşkusuz. dahası, her türlü makyaj, giderek giysilerimiz de maskedir. kimi maskeler ise, bu tür geçici maskelerin tersine, kaılıcı maskelere, sık sık takıla çıkarıla sonunda kişinin değişmez, ayrılmaz bir parçasına dönüşüyor. maskeler, kimligimizi gizleyerek bir başka kimlige bürünmemizi sağladıklarına göre, nerede bir maske varsa, orada bir rol oldugunu söyleyebiliriz. gerçekten de, maske ile rol sözcükleri çok kez birbirleriyle bağıntılıdır. özellikle tiyatroda -yukarıda değindigim, maskelerin özellikle kullanıldığı tiyatrolardaki anlamda degil, somut olarak maske kullanılmayan oyunlarda da- oyuncu, daha doğrusu tüm oyuncular, davranışları, devinimleriyle bunlara yardımcı olan kostüm ve makyajla (aslında bunlar da bir tür maske değil midir?) bir başkasının kimligine bürünürler. bir rol oynarlar, gerçekte olmadıkları bir kişiyi canlandırır, onun gibi konuşur, onun gibi davranır, bir anlamda onun yerine geçerler.

    burada, söz konusu olan, maskenin, yukarıda sözünü ettigimiz, koruma işlevinden, giderek kişiligin gizlenmesinden de öte, başka bir kişi gibi yapma, onun gibi davranma, böylece bir
    başka kişiliği oluşturma işlevidir. buradaki kişi, gerçek yaşamda varolan bir kişi değil, kurmaca bir kişi, bir oyun kişisidir. bu nedenle de, oyuncu o kisiyi canlandırırken, oyun yazarının çizdigi oyun kişisini zihninde kurar, oluşturur. bu da, önemli ölçüde öznel bir canlandırmadır. oyuncudan oyuncuya degişir.

    aynı oyunun değişik zamanlarda, değişik temsillerinde, ya da aynı zamanda, başka başka oyuncular için de söz konusu olabilir bu; örneğin, aynı zamanda, iki ayrı tiyatroda, hamlet'i oynayan iki oyuncu -böyle bir şey, küçük bir olasılık olsa bile, olanaksız değildir- canlandırdıkları oyun kişisinin maskesini takarlar, ama bu iki oyuncunun taktıkları maskeler birbirinin aynı değildir, en azından tıpatıp aynı degildir. bu, onların canlandıracakları kişiyi, başka türlü söylemek gerekirse o kişinin maskesini, birbirlerinden değişik biçimlerde algılamalarından kaynaklanır. öte yandan, belli bir kimliğe bürünme amacı gütmeksizin salt kimlik gizlemek amacıyla takılan maskeler için de belirli bir rolün söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. tiyatronun simgesi olan gülen ve ağlayan maskeleri de unutmamalıyız; insanın iki uç heyecansal davranışı olan gülmekle ağlamayı simgeler bu maskeler. gülmekle ağlamak uç davranışlardır, ama gerçekte birbirlerine karşıt gibi görünseler de, birbirlerini içeren iki edimdirler; bir yaprağın tersi ile yüzü gibidirler. dahası, kimi zaman birbirlerinin yerini bile tutabilirler. gülünecek şeye ağlamak ya da ağlanacak şeye gülmek gibi.

    maske sözcüğünün ilginç bir etimolojisi var. bu sözcük, etrurya dilinde maskara, arapça maskarah sözcüğünden kaynaklanıyor. italyancaya maschera, fransızcaya masque, ingilizceye masque ya da mask (aslında, ingilizcede masque sözcüğünün özel bir anlamı var: ingilizcede masque ya da mask, 16. yüzyılda ve 17. yüzyılın başında, ingiltere'de çok yaygın olan, mitolojik ya da alegorik bir izleğe dayalı dramatik bir gösteridir), ispanyolcaya mascara biçiminde geçmiştir. ilginç olan, arapça maskarah sözcüğünün, türkçeye arapçadan geçmiş maskara anlamının yanı sıra, rimel anlamına da gelmesidir. rimelin (giderek tüm makyaj malzemelerinin), yorumun sınırlarını biraz zorlayarak, neredeyse aşırı yoruma kaçarak da olsa bir tür maske olduğunu düşünebiliriz. (bu arada, ispanyolca kâğıt, papele sözcüğünün aynı zamanda 'rol' anlamına gelmesi, metinlerarasılık gibi, bir çeşit sözcüklerarasılığın varlığını düşündürüyor.) gerçekten de, etrurya dilindeki maskara'nın latince karşılığı olan persona sözcüğü, per somare'den (içinden/ortasından çınlamak) türemiş.

    çünkü tiyatro maskelerinin içinde, aktörün ağzıyla maske arasında megafona bağlanan, sesin yükselmesini, böylece daha uzaklara ulaşmasını sağlayan bir çeşit tüp bulunurmuş. sonraları maskenin kendisine, persona denmeye başlanmış. persona sözcüğünün, latincede kişi anlamına geldiğini biliyoruz. eski roma'da, özellikle hukuk alanında, kişi' anlamına gelen 'persona' sözcüğü, belli insanları nitelendirmek için kullanılıyordu. hukuk diliyle, haklara 'ehil' olan kişilere personae deniyordu.

    burada, kişi ya da birey olmakla 'maske' arasında bir bağıntı olduğunu açıkça görebiliyoruz. haklara ehil olan kisiler yani personae, özgür kişilerdi; köleler ise, hukuksal anlamda, hiçbir zaman hak sahibi ve borç yükümlülüğü altına girebilen kişiler, yani personae olmamışlardı. başka bir söyleyişle, köleler birbirinden farklı değildirler, kişi ya da birey olarak gelişmemişler, farklılaşmamışlar, bir persona, bir maske edinmemişlerdir. persona (kişi) sözcüğü maske anlamına geldiğine göre, zaman zaman değişik bir maskeye bürünerek gizlemeye çalıştığımız kimliğimizin kendisi de özde bir maskedir diye düşünmeden edemiyor insan: insanın belli bir kişilikle, belli bir kimlikle kendini topluma sunuş biçimi. kimliğin kendisi maske olunca, kişinin birden çok maskesi, yani kişiliği -ya da kimliği- olduğunu düşünebiliriz, pekâlâ. kimilerinin daha az, kimilerinin daha çok, ama tümümüzün -kimi zaman kat kat- maskelerimiz vardır; bunlar kimi durumlarda belli bir amaçla bilinçli olarak takıp çıkardığımız maskelerin ötesinde, zaman içinde değişip gelişen, dönüşen, oluşan kişiliğimizi yansıtır. bunların sayısı öyle çok olabilir ki, sonunda hangisinin gerçek maskemiz olduğunu ne başkaları kestirebilir, ne de kendimiz. belki de bu maskelerin tümüyüz, bir birleşimiyiz. kişilik hiçbir zaman dural, olup bitmiş, tamamlanmış bir şey değildir, kimi zaman bir yaşam boyu süren bir gelişim sürecinden geçer. başkalarının bizim maskelerimizi aynı biçimde algılayamayabileceklerine kuşku yok. dahası, biz, yalnızca başkalarının maskelerini değil, kendi maskelerimizi de başkalarından daha değişik biçimde algılayabiliriz. üst üste takılan maskeler (bunlar, ara ara çıkarılabilen, kat kat maskeler değil; birbiriyle kaynaşmış maskelerden oluşan tek bir maskedir kimi zaman) ya da bunların oluşturduğu butüncül maske çıkarıldığında -çıkarılabilirse- geriye kalan nedir? soruyu başka biçimde sorarsak, geriye bir şey kalır mı?

    dorian gray'in portresi, onun yaşam boyu tüm yapıp ettiklerini, işlediği tüm kötülükleri yansıtır. kişiliğinin değişmesiyle gerçek yüzünde -başka bir deyişle, maskesinde- belirmesi gereken tüm kötü edimleri, eylemleri yansıtır portre. bir anlamda, onun asıl maskesinin -kişiliğinin- yerine geçen bir maskedir bu portre; denebilirse maskenin maskesidir.

    maskelerle ilgili olarak, oscar wilde, de profundis'te, şöyle diyor: "a man whose desire is to be something separate from himself, to be a member of parliament, or a successful grocer, or a prominent solicitor, or a judge, or something equally tedious, invariably succeeds in being what he wants to be. that is his punishment. those who want a mask have to wear it".

    oscar wilde'a göre, kendisinden ayrı, başka bir söyleyişle, kendisinden başka bir şey, bir parlamento üyesi ya da başarılı bir bakkal, ünlü bir avukat ya da yargıç, yahut aynı ölçüde can sıkıcı bir şey olmak isteyen bir insan, şaşmaz bir biçimde olmak istediği şey olmayı başarır. bu, onun cezasıdır. maske isteyenler onu kullanmak zorundadırlar. böylece, oscar wilde, kendimizden başka, kendimizin dışında istediğimiz her şeyin bir maske olduğunu, bu maskeyi ceza çekercesine takmak zorunda olduğumuzu öne sürüyormuş gibi görünüyor. maske ile kişiliğimiz, dolayısıyla edinimlerimiz arasındaki bağı düşününce, olmak istediğimiz şeylerin -örneğin mesleğimizin– birer maske olduğu usa uygun gibi görünüyorsa da, oscar willde'ın, “kendisinden ayrı bir şey olmak isteyen insan" derken, “kendisinden aynı" sözcükleriyle anlatmak istediğinin ne olduğu açık seçik anlaşılamıyor. bir insan avukat, yargıç ya da hekim olunca maske takmak zorunda kalıyorsa (bunların tümü de maske olduğuna göre), maske takmamak için hiçbir şey olmamak mı gerekiyor?

    maske, wilde'ın dediği gibi, “kendimizden başka bir şey"se, "kendimiz" nedir, ya da neyiz biz? kişiliğimizle maske ya da maskeler arasında bir bağ, denebilirse organik bir bağ olduğunu düşünüyorsak, bu soruyu yanıtlamakta güçlük çekmemiz kaçınılmazdır. maskelerin ardında hiçbir şeyin olmadığı düşüncesi daha usa sığar gibi görünüyor. gene de, wilde’ın, insanın "kendisinden ayrı, kendisinden başka bir şey olmak isteyen insan" derken, açık seçik anlaşılamasa da, bir bildiği olmalı, diye düşünüyor insan, ister istemez.

    gelecekte de, pratik amaçlarla kullanılanlar bir yana, kişiliğimize bağlı maskelerimiz olacaktır kuşkusuz; başka türlü söylersek, persona'larımız. dahası, insanların bireyleşemedikleri, birey olamadıkları bir toplumda ya da daha genlerden başlayarak, toplumda çeşitli işlevleri yerine getirecek kişilerin belirlenip ona göre yetiştirildikleri -üretildikleri demek daha doğru, sanırım- huxley'in yeni dünyasında bile, maskelerden söz edebiliriz. aynı işlevi yerine getiren, toplumdaki görevlerinin gerektirdiği zihinsel yeteneklere (alfa, alfa artı, alfa iki artı'dan en alt düzeydeki işleri gören kimselerin zekâ derecelerini belirten ıpsilon eksi yarı–morona dek geniş bir yelpaze) sahip kimselerin de, zekâ dereceleri ne denli birbirinin aynı olursa olsun, bir anlamda, kişisel/bireysel özelliklerinin zaman içinde oluşturduğu maskeleri –persona'ları– vardır. başka bir deyişle, maskelerden kurtulmak olanaksızdır: maskeler kaçınılmazdır.”

    ~şadan karadeniz~

    -ölümsüz adagiolar-,
hesabın var mı? giriş yap