• aleksandr sokurov 1997'de yaptigi filmi kimilerine gore tarkovskynin devami, bana gore huzurun aynadan yansimasi film.
  • (bkz: otets i syn)
  • tablo seklindeki planlarla ilerleyen film..
  • festivalde izleme şansım oldu bu filmi. filmin çoğu sahnesi barok dönemine ait tabloları andırıyordu (yoğun ışık-gölge kullanımı). dış mekanlar da empresyonist manzara resimlerini hatırlattı bana biraz.. bu yönüyle beni etkileyen bir film olmasına rağmen oldukça sıkıcıydı. zaten bilet alırken anne-oğul muhabbeti yüzünden "kesin bayıcam" diye ön yargı sahibi de olmuştum. ayrıca yanımdaki arkadaşın uyuması ve iki koltuk yanımda olan "patlamış mısır kavgası" beni benden aldı açıkcası.. bi süre sonra da "eh beaa eyteree" diye patladım içimden..
    filmin şiirselliğinden de pek bir şey anlamadım. daha doğrusu beni etkilemedi.
  • seyircilerin büyük kısmı filmin yarısına ulaşamadan salonu terk ettiği, geri kalanların çoğu da horladığı ve horlayanlara hişt pişt diyenlerin sesleriyle bölünüp durduğum için sinirlendiğim film oldu bu. daha sonra benzer bir durumu başka bir filmde daha yaşadım ne yazık ki (bkz: #9396095)

    her bir karesi resim gibi, fotoğraf gibi bir film bu. ancak çok ağır olan temposu bir yerden sonra yorucu olmaya başlıyor, özellikle de böyle bir izleyici grubuyla birlikte seyredince. tabii böylesi bir film başka türlü de yürümezdi sanırım. ölüme, geride bırakmaya - geride kalmaya dair bir tema üzerinden dönüyor film.

    bu denli ağır ilerlemesi, ölümle yüzyüze gelircesine, zamanın böylesi yavaşlayıp durma noktasına geldiği bir süreci anlatıyor olmasından ileri geliyor bence. ve filmin yorucu, bunaltıcı olarak algılanmasının altında yatan da ağır temposundan ziyade, izleyicide yarattığı bu yüzleşme - kaçınma duygusu sanırım. izlerken hissedilen o bunaltı, film bitip aradan 3,4 saat geçtikten sonra yerini başka duygulara, düşüncelere bırakıyor.

    --- spoiler ---

    ana oğul arasındaki, o geride kalan her şeyi dışarıda bırakan ilişki de ilginçti. aslında anneden çok oğul için söylenebilir bu durum. çünkü anne zaten seçtiği değil, mecbur kaldığı bir hayatı yaşıyor. oğulsa hayattan kaçarcasına bir sığınmışlık hali içinde. içe dönercesine sığınıyor bu ilişkiye. bazı ödipal atıflarda da bulunabiliriz rahatlıkla filmin geneline dair.

    ölüme giden bir süreç içinde bile, geçmişin, çocukluğun yaralarına geri dönülüyor olması çok etkileyiciydi. son bir çırpınışçasına yaraları sarma telaşı..

    --- spoiler ---
  • (bkz: ana ve oğlu)
  • bu akşam cnbc-e de gösterilecek olan uyku ilacı..
  • anne ve oğul’da saf bir çocuk ve annesini izliyoruz. tek başınalıklarına eş bir yavaşlıkta ilerliyor film. birbirine muhtaçlıkları zamanla tersine dönen iki insan; oğul anneye, anne oğluna… biri doğumda, diğeri ölümde muhtaç*

    --- spoiler ---
    tabii ki ölüme yakınlaşılan her anda olduğu gibi filmde de geçmişe dönülüyor ve bir çeşit günah çıkarılıyor. anne, oğlunun naifliği* nedeniyle diğer çocuklar ve büyükler tarafından dışlanmasına engel olmak için oğlunu okuldan alarak dış dünyayla bağlantısını koparıyor. son konuşmalarında çocuğun da bu durumdan (en azından bir zamanlar) muzdarip olduğunu anlıyoruz; annesini affedişini de…
    ikisinin de gördüğü rüya üzerinden tanrı algılarını görebiliyoruz. ruhu işgal eden tanrı ve mükemmel olmayanın ruha verdiği ağırlık. bu cümleden, annenin çocuğunda gördüğü kusurluluktan suçluluk duyduğunu da söyleyebiliriz. şeylerin dünyasına izin vermeyen tanrı gibi anne de çocuğunun diğer insanlarla muhatap olmasına engel oluyor.
    elbette son insan olanın içine oturur*
    fakat filmde asıl döngü, gitme-kalma, bırakma-bırakılma üzerine çevriliyor.
    --- spoiler ---
  • iki sahne arası yaklaşık 10 dakika olduğundan, bu filmi izlerken başka bir ekrandan başka bir film daha izleyebilirsiniz.
hesabın var mı? giriş yap