• peyami safa'nın bir romanı.fikrimce yazarın en çarpıcı eseridir.nedense peyami safa denince akla hep dokuzuncu hariciye koğuşu gelir de bu kitabı pek bilen çıkmaz.bu açıdan türk edebiyatının kıymeti bilinememiş eserler başlığında adı ön sıraya yazılması gereken kitaplardan biridir.
  • türk edebiyatında bilinçakışını başarıyla uygulayan ilk romanlardandır. kahramanımız 4 yıl tıp okuduktan felsefeye geçmiş ancak orada da tutunamamış, nihilist, "iradesiz", hayata acı bir istihza ile bakmayı seven, "dejenere" ve götürücü bir delikanlıdır. aynı zamanda maddecilik, idealizm, mistisizm, milliyeçilik, marksizm tartışmasının kesişim alanı olan beyimiz, buhranlar, sanrılar, parapsikolojik deneyimler, isprizmatik yaşantılar ile nihilist ironizmden uzaklaşıp bireyliği aleyhine milletini, milleti aleyhine insanlığı, insanlık aleyhine allah'ı tercih eden bir anlayışla faşizmin bir türevi sayılabilecek bir toplum modeline varır. bilinçakışının başarılı kullanımı ve kahramanın tereddütler içinde salınımı okunması zevkli bölümler iken sondaki teorik modele gelince sıkıntı basar.
  • dostoyevskivari bir üslupla, insanın inanç bunalımına eğilen başarılı bir peyami safa romanı. islami yönü ağır basan yazar, inanç bunalımından çıkışı birçok büyük romancı gibi soyut düzlemde incelemiş, ancak arkasından, herhangi bir tanrı anlayışına gitmek yerine doğrudan doğruya islamavurgu yapmıştır.
  • kitaptan bir kesit:
    "koltukta uyuyup kalmışım. gözlerimi açtığımda kapının vurulduğunu duydum: cevap vermedim, gitti. sabri'yedir. odama girmeye cesaretleri yoktur. gündüz müdür, gece midir, bilmem. iki oda arasında, koridorda saatlerce dolaşırım. yorulup kendimi tekrar koltuğuma atarım. yarabbi! nur istiyorum."
  • “iskenderiye okulundan beri, katolik ve islam tasavvufunda, alaik’ten tecerrüd’den fena fillah’a kadar giden mertebelerin türlü derece ve isimleri vardır. noraliya’nın hayatında ve defterlerinde temaşa ve fena merhalelerini açıkça görüyoruz. kendisini allah’tan ayıran karanlık duvarların benlik olduğunu anlayınca, onu atıp kainatın ruhiyle birleşmek istiyor. . . bize şimdi süblim bir karikatür gibi görünen matmazel noraliya!nın koltuğu, onun yalnız kendi ben’ine değil, bütün benlere, mücerret ben’e isyanıdır. bütün dinlerin, fikirlerin ve politikaların tarihi bu isyanın tarihidir. dinler, insanın –iştah, şehvet, kazanç hırsı ve kibir halinde- kuduran ben’ini allah’da eritmeye çalışmışlardır. hümanizm onu insanlık idealinde uyuşturmaya savaşır. nasyonalizm fena fil’millet’i emreder. . . bütün bu ideallerde müşterek olan şey ben’in fenasıdır. fakat burada fenayı (fani olmayı) lügat manasıyla anlamak doğru olmaz. bu, mecazi bir yok olma halinde bir ‘emrinde olma’yı tazammun etmelidir.
    “orta çağın bozumundan sonra, şiddetli bir ferdiyetçilik halinde, ben’in hortladığını görüyoruz. zamanımızın büyük işaretlerinden biri de bu ben kuduzudur. fakat onun karşısına bu sefer de sosyalizm ve nasyonalizm çıkmıştır. liberalizmin onu azdırmasına karşı bunlar daha üst planlardaki zaruretlerin tepkileridir. . . ferdden millete, milletten insana, insandan allah’a doğru aşmanın merhalelerini idealleştirmeyen ve kendi ölçüsünü yalnız kendisinde ferdde veya külli insan mefhumunda) bulan insanın nasibi bugünkü dünya katastrofundan başka nedir?” ( 2002:279-281)
  • peyami safa’nın metafizik alemin ihmal edilmemesi gerektigini, tamamen maddeye dayanan bir insanın nasıl buhranlar gecirecegini kendince deliller sunarak yazdıgı romandır. karşılıklı konuşmalarda dialog halinde verilen o zaman için yeni ve heyecanlı olabilcegini düşündügüm bu kanıtlar günümüzde demode denicek kadar komik ve ilginç gelebilcek bir üslupla yazılmış.
    bu dediğimizi örnekleyelim hemen:

    “..morfopsikolojide, hiç şüphesiz, corman haklıdır.burada da şiddetli bir hypperexcitabilite eşliğinde catabolism’e cıkan garip bir intibak, daha doğrusu intibaksızlık görüyoruz. yani uzviyet, muhtevası olan ruh gibi, içinde bulundugu cevreye, intibak edemedigi için geriye çekilmiş, büzülmüş, kurumuş bir haldedir...” syf 278

    40’lı yıllarda başarısız bir tıb öğrencisi iken bir süre sonra başarısız bir felsefe öğrencisi olan ferit devamlı halisünasyona benzer hayaller görmektedir. teyzesi ile kavga ettikten sonra taşındıgı pansiyonda bu rahatsılıgı daha da artar ve zamanla bunların hayalden, bilinç altı üretiminden öte bir şey oldugunu düşünmeye başlar. ama pozitivist bakışı tamamiyle böyle düşünmesine engel olur. pansiyonda kalan felsefe öğretmeni aziz bey ile bunları epeyce tartşıpı tartarlar.
    ferit ve kız kardeşi nilüfer’in hastalıkları verem yüzünden ada’ya taşınan roman kahramanları bir sene önce ölmüş matmazel noroliya adında bir hanımın evini kiralarlar. ferit’in rahatsızlıgı burda da devam eder fakat şekil degiştirerek. bu sefer gezindiği hayal alemi ona huzur verir. matmazel noroliya’nın koltuguna oturdugunda manevi bir güç ile doldugunu müsbet yonde değiştiğini zamanla hafakanlarının gectigini farkeder. ve pejmurde sersem hayatına çeki düzen vermeye karar verir. bu arada teyzesi ilginç bir cinaye kurban gider ve iki kardeşe yüklü bir miras bırakır. ferit bu para ile hem yuva kurar hem de yakınlarındaki insanlara yardımcı olur.

    kitapta bazı tesbitleri kehanet(belki abarttım) niteliği taşıyor. benim en hoşuma giden şu idi:

    “...eğer ortodoks kilisesini bizzat stalin ihya ederse hiç şaşmam...” syf.287
    (1943’de stalin yurtseverler savaşında ölüleri gömücek papazın bulunamadıgı bir dönemde maneviyatı kendi kontrolünde güclendirmeye karar verdi. ortodoks kilisesi ve kızıl orduya azımsanmayacak maddi destek sagladı.)

    “...ben’in allah’ta yok olmaya koşması azizleri, insanlıkta yok olmaya koşması dahileri, millette yok olmaya koşması ise kahramanları yaratmıştır..” syf. 280

    (bu söz ilk okundugunda etkileyici ama, ben olsam burda insanlık ve dahi kelimelerini bir arada kullanmazdım. en azından dahinin egosunun kaybolması demek işe baştan yenilerek başlaması demek. dahilerin insanlık dışı şeylere de hizmet ettiğini gördük. millet ve kahramanlık ikilemine gelince burda da söz mystery of heroism tartışmaları çerçevesinde kahramanlığın aslında her zaman hiç de öyle sanıldıgı gibi kahramanlık olmadığını düşünenlere de vermek gerekir.)

    “..aşkın gıdası mesefa..aşk bir melekedir. onun tekniği uzn bir hasterin şiddetli bir ihtiyaç haline getirdiği samimiliğ bertaraf eden bir ustalık istiyor. aşk bir hayaldir. ve realitenin bu kadar bol ışığına dayanamaz. onun kendisine göre bir itiraf tekniği olmalı..” syf.297

    “..şimdi selma’dan yazılı bir emir getir, kendimi balkondan aşşağı atayım.fakat yanımda olursa atmam. ben daima gaib’i seviyorum.hâzır’ı sevmiyorum. herkes biraz böyle..” syf.300
  • birbiriyle monserce konusan, kuzicigim diye hitap eden insanlar gorunce bu romani, suzi'nin evini hatirlarim

    hadi ornek de vereyim:

    - beni cok seviyormus
    - ah, deli misin kuzicigim. o cocuk sana yakisir mi hic. sen modern bir kizsin.
    bosver onu da bak ekrem bana paris'ten yeni bir atlas dopiyes getirmis, ah, birtanem, paris'i gormelisin, boyle isil isil bir sehir
    - askindan kan agliyormus
    - aaaa. olmaz ama boyle. birak artik o iptidai seyi. bak bu aksam beyoglu'na cikacagiz, macit ve sezgin de gelecek
    - ben gelmesem?
    - aa. siktin ama. sensiz olur mu sekerim?

    (boyle gider)
  • türk roman tarihi içinde, kanımca apayrı bir duruşu olan roman.peyami safa külliyatı içinde de bambaşka bir durşu vardır.geceleri, herkes uyuduktan sonra okumayı alışkanlık edinmiştim. sonra da bitiverdi. ama gök gürlediği gecelerde, açıp bir daha okusam mı diye düşünürüm. konusu parçalansa ve hatırlara karışsa da, dokusu unutulmayan kitaplardandır.
  • girişi gerçekten iyi olmasına, bilinçakışı yöntemini iyi örneklemesine, hallüsinasyonları ve psiko-mistik (böyle bir kavram var mıydı, ya?) havayı başarılı aktaran safa, romanın ikinci kısmında kurguyu çok başarısız bir şekilde yürütmüş, ilk bölümün güzelliğini unutturacak kadar kötü bir ikinci bölümle romanı bitirmiştir. ille de bir yere konacaksa türk edebiyatının tezli romanları arasına konması daha mantıklı bir davranış olur.
hesabın var mı? giriş yap