• pierre curieye benzer şekilde yaşamında yarattığı değere ve emeğine yakışmayacak şekilde ölen ve bu ölümü hiç haketmeyen zihin emekçisi. toprağı bol olsun.
  • vefatının ardından doğubatı yayınları "mehmet küçük'e armağan" diye bir kitap yayınlamıştı.
    kurtuluş kayalı, nihat genç, ahmet çiğdem, ulus baker gibi isimler ankara'nın bu cevval delikanlısı için yazmışlardı anılarını.

    kurtuluş kayalı hoca ayrıca doğubatı dergisinde "türk iş'li sosyolog kardeşim" diye bir ağıt yazmıştı ardından. merhumun oturduğu mahallenin ismine atıfta bulunarak. "adam yaşar gibi çeviriyor" derdi kurtuluş hoca. açıkçası, ilk çevirileri kötüydü; decoder lazım diye alaya alırdık. giderek yetkinleşti. sonra bir iki telif metin yazdı gericilik üstüne, başka şeyler üstüne... iyi adamdı vesselam.
  • tütün ve alkol piyasası denetleme (tapdk) kurulu başkanı.
    bu linkten biografisi görüntülenebilir: http://www.tapdk.gov.tr/mehmetkucuk.asp
    an itibariyle cnbce de yeni uygulamalarla ilgili açıklamalar yapmaktadır. az önce içki içme yaşının 13-14'e indiğini, çocuk ve gençlerin içki almalarını önlemek için satış yaşının 24'e yükseltildiğini söyledi. ben mi yanlış biliyorum acaba, bu ülkede zaten 18 yaşından küçüklere içki sigara satışı yasak değil miydi zaten. eee bu çocuklar zaten içki sigara alabiliyor, yaşı arttırmakla ne değişecek gibi bir soru aklıma düştü.
  • alkol yasağının gereği ile ilgili verdiği ibretlik örneklerden herkesin ders çıkartması gerekir.

    http://www.hurriyet.com.tr/…mi/16880933.asp?gid=373

    ortaokulda teneffüslerde votka içen öğrenciler, ostim'den oran'a içki siparişi veren bir baba ve kuryeye kapıyı açan 9 yaşındaki minik kızı...

    boşuna içmişiz olmz biz, hala daha boşuna içiyoruz. hiçbiriniz ne rakıyla ne (çok afedersiniz) efes pilsenle şu noktaya gelemediniz!
  • 2003'te rock'n'roll tarihi ve toplumsal cinsiyet sorgulamasını buluşturan ayrıntı-ağır kitaplar'dan çıkan the sex revolts'u türkçeye çevirmiş olan mütercim.
  • yaşasa belki hocam olacaktı dediğim, mahrum kalmaktan üzüldüğüm hiç tanımadığım, çevirilerini okuduğum bir adam. hocam.
  • akademisyen olanı aşağıdaki metinleri bir makalesinde kullanmış olan şahsiyettir:

    "yediği tokata karşılık verme isteğiyle yanmasına rağmen bir türlü o gücü kendinde bulamadığı için dünyaya lanet okuyan, canı yanmış bir insan ..."

    "... ötekiye yalnızca bir araç muamelesi çeken çıplak bir söylemsel şiddet ..."

    "sözcüklerin çoğu, söylemin akışında çoğu zaman mecburiyetten, yani dile öylesine geldiği, kafaya öyle estiği için kullanılır ..."

    "'alnı secdeye değen adam bu dünyaya kulluk etmez hocam'." (savlama olarak değil, varolan bir argümanın belirtilmesi)

    "'köle, dünyaya egemen olan çoktanrıcı efendiye bağımlı olduğu sürece, vatandaşın tümel değerinden pay alamaz ve kişisel ya da tikel değerinin tümel olarak bilinip-tanınmasını sağlamayı başaramaz. tanrıya - önünde herkesin (mutlak kölelik içinde) eşit olduğu mutlak efendiye - inanarak, insan-efendiye bağımlılıktan kurtulur. ...'" (kojeve'den alıntı)

    "...'hiç kimse iki efendiye kulluk edemez' ..." (matta incilinden; yine bir savlama olarak değil)

    "'... dünya/geçmiş, bize zaten daima öyküler olarak sunulur ve bu öykülerin gerçek dünyaya/geçmişe karşılık gelip gelmediklerini, bu öykülerden (anlatılardan) sıyrılarak bilemeyiz; çünkü 'gerçeklik'i 'zaten her zaman' (var olan) bu anlatılar oluşturur'." (jenkins'ten alıntı)

    "sürekli birikmek, bittikçe genişlemek, genişledikçe şişmek zorunda olan bir sermaye türünü geliştiren üretim tarzı olarak kapitalizmin, birçok farklı medeniyeti ve toplumsal formasyonu barındıran yerküreyi, heterojen dünyayı, batı avrupa kökenli bir fetih ve kolonileştirme yoluyla tek bir dünya haline getirerek tek bir tarih yazdırmaya başlamasından önce herkesin tarihi kendineydi."

    "güç ilişkilerini içerir, güç ilişkileri tarafından kurulur tarih."

    "kojeve'nin hegel yorumuna göre, özbilincin esası bir tanınma savaşımından ibarettir."

    "'... özbilinci ve insansal gerçeği doğuran isteklerin tümü, sonuç olarak, 'kabul edilme' isteğinin bir sonucudur.' ..." (kojeve'den alıntı)

    "... ötekiyi, artık dar'ül harp adıyla değil de ötekinin kendi kendine yakıştırdığı adla tanıması ..." (osmanlı'da gerileme sonrası yaşanan dönüşüm ifade ediliyor)

    "...imparatorluğun yönetim aygıtınca tasarlanan tüm ıslahatlar, gerçekleştirilen tüm değişimler değişmeme amacına dönüktür. ... bu bir iktidar konumudur, hükümranlık, yönetici konumudur, yönetici katmanın konumudur. her şey devleti kurtarmak içindir."

    "'...siyah özne açısından, beyaz öteki arzu edilebilir olan her şeyin, benliğin arzuladığı her şeyin tanımlanmasına hizmet eder. ...'" (loomba'ya atıfla bir fanon alıntısı)

    "türkiye'deki postmodern modernleşmenin ürettiği ironilerden biri, çarıklıların batı'yla, kendi geleneksel simgelerindenve kaynaklarından ödün vermek, feragat etmek şöyle dursun, tam da bu simgelerden beslenerek çok daha iyi aşık atabilecekleri iddiasıyla ortaya çıkarak köle-efendilerine kafa tutmalarıdır."

    not: "gerilik bilincinin doğuşu olarak osmanlı-türk modernleştirilmesi" başlıklı, kasım/00'da yayımlanmış bir makaleden, yazımı aynen korunarak alınmıştır.

    bir de şöylece dipnotlar var:

    "... ilk başlatma meselesini öne sürmek, esas meseleyi çözümsüzlüğe mahkum ederek kapışmayı, çatışmayı kaçınılmaz kılmak anlamına gelir."

    "... 'neler olup bittiğini gayet iyi anladığımız', ama bu olup bitenleri genişletebilmek ya da güçlendirmek ya da öğretmek ya da 'temellendirmek' amacıyla kodlamak istediğimizde epistemolojik, 'neler olup bittiğini anlamadığımız, ama bunu kabul edecek kadar dürüst olduğumuzda' da yorumbilgisel bir tavır almışızdır." (rorty'nin görüşü olarak megill'den alıntı)

    "'... günümüzden önce yazılmış olanlar birer yasa değil, kılavuzdur. gerçeğe giden yol herkese açıktır; çünkü ona henüz tam olarak ulaşılabilmiş değildir'." (gilbert de tournai'nin ifadesi olarak gimpel'den alıntı)
  • genel ve muğlak adıyla postmodernizm ve daha spesifik bir yöntem olarak postyapısalcılık üzerine yaptığı çeviriler ile, bürokrasi altında kokuşmuş* türk akademisine darbe vurmuştur. sanırım modernite versus postmodernite kitabında, ona yazılan önsözde, maruz kaldığı dışlamalar hakkında örnekler verilmişti. ne kadar acı ki, sonunda akademiden tamamen atılmıştır.

    postmodern altında anılabilecek çeşitli özgül yöntemler***, türkiye örneği çerçevesinde, aydınlanmanın kritiklerinden* geçmemiş bir ülkede neden olabilecekleri tehlikeler açısından eleştirilirse, bir sorun teşkil edeceğini sanmıyorum. ancak söz konusu yöntemler, kokuşmuş akademinin düşünce üretecek/tartışacak kapasiteye erişememesinden yok kabul edildiğinde, dayanılamaz bir hal söz konusu olmaktadır. belli düşünürlerin fikirlerini ders kitabını aşamayacak kapasitede, gülünç biçimler halinde sunarak profesör olanlar söz konusu. çeşitli alanlar arasındaki sınırları yıkmayı geçtim, kendi alanına bile hakim olamamış kişilerin en başta yer aldığı bir akademi bu. bu akademiden postmodernin yıkıcılığını beklemek ne kadar absürt ise, aydınlanmacı kritiği beklemek de bir o kadar hayaldir. maalesef teorik gelecek ve onun yansıyacağı pratik kapasite buna işaret ediyor.

    bir kaçaktan, ancak bu kadar "gelecek vaat eden" sözcükler çıkabilir. genç yaşta ve zamansız ayrılan mehmet küçük, umarım, direnme gücü olanlara söz konusu akademiyi yıkmak için örnek teşkil edebilir.
  • mehmet küçük'ün hayatında yaptıklarını anladığımızda, düşünce dünyamızın nasıl olması gerektiğini de belirleyeceğiz. mehmet küçük bir dehadır. bu dehası, belki kendisini "harcaması", belki de kimseye "eyvallah" çekmemesi sonucunda, ortaya ite kaka birkaç özgün metin çıkmasına vesile olmuş. o'nu görmese de, yaşamını bir şekilde öğrenen herkes, çok değerli bir insan olduğu konusunda hemfikir. yaptığı çeviriler, akademi dünyasına getirdiği sert eleştiriler, insanlarla kurduğu inişli çıkışlı ilişkilere biraz olsun eğildiğimizde; böyle bir aydın tiplemesine ne kadar ihtiyacımız olacağı gün gibi aşikar olacaktır!

    nilgün tutal'a yazdığı bir mektupta şu satırları yazan mehmet küçük, ilkeler ve yaşamayla kurduğu bağı nasıl anlatıyor, derdi olan herkes okumalı sanırım..

    "yazmak nilgün. rahatsız varoluşunu, ürkek arayışlarını. vesveseyle tükettiğin günlerini, ellerinle saçtığın yaprakların ayaklar atlında ezilişini, yeminlerin sessiz sedasız çözülüp gittiği kapıp patikalardaki göz yaşlarını, devri daim yapan sürçmelerini, elemeye çalışıp da ıskartaya çıkarmayı beceremediğin günahları telafi etmenin bir yolu olmasın sakın? yazmak nilgün. reddettiğin tüm gerçeklerin birer altın zincir olup bileklerine dolanmasına ses edemeyişinin, üzüntüyle bezenmiş her anının intikam almak için geri dönüşüne boyun eğişinin, vceren el olmaya çalışırken elini isteksiz de olsa harama uzatışının, emeklerden tosladığın nesneler arasından kendi oyuncağınla çıkamayışının doğurduğu hüsranla bir yüceye teslim oluşunun, yalan söylerken bile doğruları satırların arasına serpiştirmenin onurunu taşıyamayışının, derinlere dikilen gözlerini bıraktığın aynada bir boşluğun oluştuğunu görmenin verdiği acıyla kıvranışının, evetlerine ölümü de dahil edemeyişinin bir telafisi olmasın sakın? beyhude, sonu sahili olmayan bir telafi? kırıp kırıp hurdaya çevrilen bir kalbin acıklı feryatlarının erişemeyeceği uzaklara kaçmak için umutsuzca girişilmiş bir telafi olmasın? sorun şu ki, kalp benim, onun sesine, ulumalarına artık dayanamayan da benim. benden içre uluyanları nasıl telafi etmeli? ey!"
hesabın var mı? giriş yap