• halikarnas balıkçısının azra erhat'a yazdığı mektupların azra erhat tarafından bir araya toplandığı kitap.
    (bkz: azra erhat)
  • eylül 1979'da çağdaş yayınlarından basılan bu kitap (2. bası) benim için bir felaket oldu, boş kaldığım zamanlarda ne saatlerce elimden bırakabiliyorum, ne de bıraktıktan sonra yeniden açıp okuma isteğinden kendimi çekip çıkarabiliyorum; felaket bir şey. balıkçı'nın terminolojisi başkadır a, her okuduğum mektup sanki kısa bir süre önce ben okuyayım diye yazılmış gibi. benzer bir duyguya yine mavi sürgün'de kapılmıştım, sanki onun yanında yolculuk ediyordum (sürgün ediliyordum). felaket bir terminoloji, hissiyat. yakın çağlardan uak çağlara taşarak, geleceğe mektup yazan bir balıkçı.

    azra erhat'ın türk yazın camiasına kattıkları bir kenarda dursun, salt bu mektupları derlemiş, balıkçı'yı bu mektuplarıyla salt kendi çalışma odasının raflarına gömmemiş olduğu için yine saygıyla anmak gerek.

    27 temmuz 1957,
    gece

    "...bilirsin iyi bir konuşucuyumdur. insanlara konuşmayı severim. son sefer hapishaneye girdiğim zaman yargıç beni şu suçla ittiham ediyordu. «efendim, bu adam tanımadığı insanlarla konuşur» diyordu. yahu insana takdim mi edilmeliydi konuşmazdan önce? insandı ya. işte onun için bazı kimseler bende bir «attraction» görüyorlardı. onlar avanslarda bulunurlardı. fakat sana söyledim zaten. çok kuvvetli bir iradem vardır. bu ta erken gençlikden beri öyledir. fakat bir «hayde salıver! salıver! gönlünü!» dediği zaman. işte o zaman giderim, ve duramam ve geri dönemem, ne olursa olsun. eh halikarnasdan beri bir baraj kurmuşdum. sana en içten yazdığım bir kaç söz arasında şu vardı, kayıkda tan yerinde gün doğarken, yatakda olmayıp, kürekde ve dimdik ayakda karşılamak sabah rüzgârını, ne kadın ne yatak çarşafı, ne yorganı ne ne ne hiç! hür balıkçı idim, engin denizde. hattâ fuzuli'nin mısraları vardı, sözlerin nasıl sıralandığı hatırımda değil. kimse kapum açmaz badı sabahdan gayrı. budalaya bak! ne isteyor eşek herif? kapunun badı sabah tarafından açılması için kapunun tan yerine bakması lazım. düşün bir defa fecir rüzgârı serin serin bir sağnak halinde eser. kapu rüzgârın tesiriyle yavaş yavaş açılır. (burada bence şiire yaklaşan nokta kapunun kitli olmamasıdır). pekey azra rüzgâr esince kapu menteşeleri mutlaka bir cııık edecek, bir kuş ötüşü gibi. kapu rüzgârın serin esintisiyle açılırken de tan yerinin nuru odaya girecek. herif başka ne isteyor yahu? ve böyle kapu açılışından hiç şikâyet edilir mi? sana yazdım, ve o da balıkçıssimo, cevadissimo, ve gönülissimo bir aşk ilânıydı. çünki o hali, rüzgârı, nuru, senin gelişinde duyduğumu dedim."

    (sf.89)
  • 11 mayıs 1957
    ...
    birinci mektubunda «şu dünyada hayat bir an meselesi biliyoruz iyi hoş amma, insan bazı anların sürmesini istiyor, bırakmıyor onları elden» diyorsun. evet fakat öyle bir ân olmuş olabilir ki, o an bütün tazeliği ve rayihasıyla insanın şuuruna geçer, insanın «constitution mentale»i olur. insanın «constitution mentale»i ne kadar devam ederse, o ân da o kadar devam edeceğini sen bittabi bilirsin. insanın insana rastgelişi tesadüfidir. yoksa iki insanın biri ötekinden iki yüzyıl önce ve yahud sonra yaşamış olabilir. on sene önce «divina commedia»yı tercüme edecekdim. bir sabah o kitap elimdeydi. beyoğlunda bir pastahane mi ne vardı, şimdi yandı. hah adını hatırladım, «la niçoise». o kitabı açdım, orada bir telefon numarası vardı kurşun kalemle yazılmış 80894. o numarayı unutduğum bir sebep dolayısıyla «la personne» diyeceğim insan bana söylemişdi. o numeroya telefon etdimmi etmedimmi bilmiyorum. fakat «la personne»a ilk orada rastgeldim... mektubunda ilyada önsözünü hiç okumadım. senin yazın — bir trenden çıkıp iki dakika sonra atlanılacak başka bir tren arasındaki o iki dakika içinde alelacele yutulan bir sandwich gibi okunmaz a senin önsözün! affedersin ama o kadar ucuz değil. kehatlar uzanıp yazdığım minderde, başımı koyduğum noktada sıcak sıcak duruyor. annemden bodrumda aldığım mektupları bile, okumak zevkini çarçabuk harcamamak için bir kaç gün cebimde kapalı olarak taşırdım. yazıların, bir oturuşta rahat rahat okunacakları geniş zaman ister. o zaman gecikecek olursa, onu geciktiren işler baştan savrulur. «işler başlarının çaresine baksınlar, ben la personne'u okuyacağım» derim o zaman...

    sen kritiklere fazla ehemmiyet veriyorsun, insan iki kulağını da kritiklere verirse hapı yutar. bir kulağını kritiklere, birini de kendi gönlüne çevirirse, yürür amma topal aksak yürür.. iki kulağını da kendi gönlüne verirse, yürür değil uçar.nasıl gönlüne ve telakkine hoş geliyorsa gönlün öyle açılsın, bazı kuşlar vardır. uyurken kanatlarını başlarının altına alırlar ve uyurlar. sen de öyle yap, başını kanadının altına al da, kendi yüreğini dinle. o ne diyorsa onu yap. amma beyenmiyeceklermiş, varsın beyenmesinler. senin hayata karşı vazifen (bu sözü hiç sevmem) kendin olmakdır. yoksa hiç kimse senin ayağının serçe parmağının küçük tırnağını bile yaradamaz. kendine itimad için ortada bu kadar sebep varken, bu itimadsızlığın anlaşılır şey değil yahu. kendi yazılarım için sana yazacağım. zaten bu mektup değil, yazarım gene! merhaba, gözlerinden çok çok öperim, merhaba azra.

    cevat şakir

    azra erhat, mektuplarıyla halikarnas balıkçısı, çağdaş yay., 2. bası, sf.37-38, 1979.
  • 25 mayıs 1957

    merhaba azra merhaba!

    sana telgraf çekdiğim gün sağa sola koşarken, yazmağa koyuldum. bir sahife yazdım, devam edecekdim, vali çağırıyor dediler. hayde mektubu cebime koydum. koş valiye. oraya gitmişken adama evden bahs etdim. haneya yıkacaklar ya. bana belediye azasından sabahaddin beyi görmemi söyledi. koş belediyeye. yolda adamın adını unutdum. minoen medeniyetine aid işitdiğim mühim bir noktayı unutmam da, belediye azasından olan bir adamın adını on dakikada unutuyorum. belediyeye varınca oradaki kapucuya bütün azaların adlarını saydırtdım. istediğim adam izinli mi mizinli mi istanbula gitmiş. eh gider a!

    ...

    bu işler gordium düğümü gibi bir birine bağlı (baksana azra birisi «gordium» türkçe «kördüğüm»den geldiğini yazmış. kördüğümden gelmemişdir, fakat sözlerin ötüşündeki tesadüfi benzerlik tahaf değil mi?). denizcilik bankasında suad bey yok. «eh! mektuba devam ederiz eve gidip de» diye düşündüm. konak meydanına varınca suad'a rastgeldim, şükran lokantasında yemeğe gidiyormuş. beni yemeğe davet etdi. fakat lokantada adamın vereceği yemek parasına karşılık bedava dalkavukluk edeceğiz. benim dalkavukluk — yani insanı eğlendirmek hoşuma gider, amma dalkavukluğu azraya yaparsam. merhaba azra! seni öylesine özlüyorum ki, sorma gitsin. hayde lokantaya gitdik, saat kaçda, nerede kruppa mülâki olacağız belli oldu. çıkdım, arkamdan koşa koşa geldiler. sizi iki bey istiyor, rica etdiler dedi. lokantaya döndüm. mücap oflu bir de köylü partisi müessisi avokat faiz. faizin partisi üç dört kişiden ibaret. bugün yarın bir bahane ile partiyi lağvedecekler. neyse — ikisi yakamı bırakmadılar. ertesi günü cuma. akşama kadar haldik. eve geç döndüm. paltodan sana yazmağa başladığım mektup düşmüş. yok! ertesi sabah saat dörtde kalkar yazarım dedim. saat beşde kalkdım. yazmağa koyuldum. beş buçukda otomobil geldi. çıkdık. «san giorgio» ve yahut «san marco» gelmiş. onlarla efese gitdim. saat üçe kadar onları gezdirdim. sonra krupp efendi geldi. italyan, fransız ve ingilizleri savdım. kruppun yanında ekrem akurgal da vardı. o arkeolojik, ben de historik, anekdotik, torik ve tonik tarafını anlatdım. gece yakamı kurtarır ve sana yazarım sanmışdım. ne gezer! resmi yemek. bir de froulein mi frau mı grau mı yanında bir zenne var. hepsi de «von» bir şey. kendilerini daha yüksek bir kast'dan sanıyorlar. biz demokratik insanız. yüreğimizde sempati var. insanla ancak «humain» münasebetde bulunurum. ister şah, ister padişah veya hammal olsun insanî hasbıhal meşrebimcedir. gece ziyafetde iki taraflı nutuklar irad edildi. hane bilirsin ya şu beylik nutukları! herif söylemeden önce ne söyleyeceğini bilirsin, onun söylediklerine cevaben de, neler deneceğini, ne siyasi martavallar sergileneceğini, sergilenmezden önce bilirsin. dinlenir mi yahu? göya «hayvanı natık» — hay nutkuna da... da. yahu insan arasında konuşmanın candanlığını çıkar, nesi kalır konuşmanın? neyse! eyi ki boş gümbürtü yüksek perdeden cartcurt ve kalabalık arasından kendimi tecrid edip, ıssız yerde bir başıma kalmışım gibi kendime uzaklaşma kabiliyetim var. kalıbımı masanın başında bıraktım; çekildim gitdim.

    ...

    yazdığım mektuplarda bir mevzu hakkında konuşurken uzakdan uzağa ilgili bir ikinci konuya saparım, yazı bayrak direği gibi düz gideceğine, dallı budaklı ağaca döner. işte sen o zaman şaşırıyorsun. «yahu bu dal nereden geldi, neye burada şah saldı bu gövde; hem de şah düz gideceğine ucu kıvrıldı?» eh azra «discursive» yazı böyle olur. arkadaşlarımın hoşuna gitsin diye bir sevinç perendesi atıyorum. yahu ciddî eser değil, sizlere yazıyorum, bu kadar neşe hokkabazlığını artık afediverin. senin bana büyük bir eyiliğin oldu. beni yeni bir emotif hayata doğurdun. fakat beni doğuran sen, bir az da panı doğuran anneye benzedin. haneya ana rahmından fırlar fırlamaz, pan hoplayıp dans etmeğe koyulmuş; annesi «bunu yahu ben mi doğurdum?» diye şaşa kalmış.
    ...

    halikarnas balıkçısı

    azra erhat, mektuplarıyla halikarnas balıkçısı, çağdaş yay., 2. bası, sf.44-47, 1979.
  • lise yıllarımda mektup yazılacak birilerimin olduğunu hatırlayarak, yazma alışkanlığı edindiren, kitaplaşabilen mektuplar karşısında konuya daha da özenle yaklaşmamı sağlayan, hala ara sıra satırlarında göz gezdirip, arka sayfalardaki fotoğraflara bakarak duygulandığım kitabım.
  • başta halikarnas balıkçısı'nın mektuplaşma özellikleri anlatılır, hayran olmamak mümkün değildir. yabancı dilde her alıntı için o dile özgüleştirdiği farklı renk kalem kullanması mesela. mektuplarını yatar durumda kağıdı yukarıda tutarak yazması. bazen mektup değil koli yazması. onlarca veya yüzlerce sayfa. bazen günde birden çok iki, üç mektup atması. bazı mektuplarının başında 100, 200 adet canım, canım sıralaması. delinin teki, akıllı deli.

    (bkz: briefe an felice/@ibisile)
    (bkz: halikarnas balıkçısı/@ibisile)
    (bkz: canım/@ibisile)
  • bu kitabı bana hediye edecek sozluk yazarlarını aramaktayım!
  • sevginin
    bir hali vardır ki
    sevileni sarar ve o
    sevilenin, onu saran
    kolları ve sevgisinin dışına
    çıkmasını istemez...
    ne var ki, istemez amma kollarının ve sevgisinin bir
    hapishane olmasını da istemez,
    velhasıl ister oğlu ister
    istemez oğlu istemez,
    tuhaf ve tadlı bir şeydir
    bu sevgi.
hesabın var mı? giriş yap