*

  • rusya'da iki bölüm halinde yayınlanmış kitap. gogol birinci bölümü 1840ların başında bitirdi fakat kitap sansüre takıldı. araya puşkinin girmesiyle kitap biraz olsun kırpılarak basıldı ( kopeikin kısmı kabul edilemezdi elbet. gözlerini kırpmadan kırptılar o kısmı). birinci bölüm oldukça beğenildi. ikinci bölüm için çalışmaya başlayan gogol, yaşadığı buhranlar yüzünden kitabı bir türlü bitirememiş, daha doğrusu iki kere bitirip iki kere ateşe atmış. kitaptaki karakterlerin pek örnek insan tanmına uymaması, kötülüklerin işlenmesi nedeniyle eserinden kuşku duyan gogol, güçlü din duygularının da etkisiyle şeytani bir eser yazdığı düşüncesine kapılıp ikinci bölümü bir güzel yakmıştır. bu bunalımı atlaktıktan sonra tekrar kitabı bitirmeye karar veren yazarın hevesini bu sefer de kendisini devrimci yanından ödün verdiği ve korkakça davrandığı gerekçesiyle suçlayan eleştirmen tayfası kırmış. o sıralar mektuplaştığı rjev papazının "senin tüm yapıtlarını şeytan yazdı, ruhunu kurtarmak istiyorrsan edebiyatı bırakmalısın" demesi din konusunda zayıf noktası bulunan gogol'u can evinden vurmuş. kitabı bititmesine rağmen son bölümün basılmasına izin vermeyen gogol, '52 şubatında bir gece sinir krizi geçirip yazdıklarını bir güzel şömineye atmış. bu olaydan bir kaç gün sonra da ölmüş. ateşe atılan bölümün çok azı ele geçirilebilmiş.
  • yazildigi doneme gore yonetime, halka ve aristokratlara cok agir elestiriler getiren, cok ince bir espiri anlayisina sahip olan gogol' un bas yapiti. gogol kitabiyla ilgili aldigi agir baskilar nedeniyle icine seytanin girdigine ve bu romani ona seytanin yazdirdigina karar vererek son bolumleri somineye atip yakmak ister. bu nedenle son bolumler somineden kurtarilabilen kadardir.
  • bir gün tolstoy operanın fuayesinde telaşla birini aramaktadır. 'kimi arıyorsun?' diye soruyorlar. 'nicolay'ı diyor, yani gogol. gösteriyorlar. gidip nicolay'ın bileğini tutup merdiven altına çekiyor. ve diyor ki; 'nicolay, bir roman konusu buldum, tam sana göre.' işte meşhur ölü canlar böyle doğmuştur.

    kaynak: yılmaz karakoyunlu

    devourthedamned'dan düzeltme şerhi:

    yılmaz karakoyunlu sanırım isimleri karıştırmış. ölü canlar'ın konusunu tolstoy değil puşkin vermiştir. ölü canlar'ın ilk bölümleri 1842 yayınlandı; o zaman tolstoy 14 yaşındaydı!
  • gogol'ün evrensel ve tüm zamanların yazarı olduğunu kanıtlayan eseridir. bir örneği için:

    7. bölüm:

    "önünden her an gelip geçen sıkıcı, ters gerçekçiliğiyle insanı üzüntüye boğan kişileri bir yana bırakıp, yüksek değerli kişileri -ki bu kişiler her gün karşılaşılan bayağı insanlar arasından seçilmiş kişilerdi- anlatan; çaldığı lir'in yüksek perdesini hiç değiştirmeyen, kendi bulunduğu yüksek ortamdan, zavallı yoksul kardeşlerinin arasına inmeyen, toprakla hiçbir ilişkisi kalmamış, ondan uzaklaşmış, hep yüksek ortamdan kişilere bağlı kalan bir yazar da mutludur. bu yazar iki yönden talihlidir; birincisi anlatmış olduğu bu kişiler arasında kendini ailesi içindeymiş gibi sanır; ikincisi de adını çok uzaklara hem de tantanayla duyurabilir. insanların gözünü tatlı bir sisle örtmesini ve hayatın acı yönlerini gizleyip tatlı yönlerini, güzel örneklerle göstermesini ve insanları övmesini çok iyi bilir. herkes onu alkışlar, bindiği zafer arabasının ardına takılır, kartalın yükseklerde uçan bütün kuşlardan üstün olması gibi, o da dünyadaki herkesten üstün tutulur. adını duyan bütün ateşli gençlerin yürekleri coşkunlukla titrer, gözlerde yaşlarla karşılanır gittiği yerlerde... onun gücüne hiç kimse erişemez. tanrılaşmıştır!

    kayıtsız gözlerin görmediği, ama her an gözümüzün önünde olup biten, hayatımızı çevreleyen türlü ufak tefek şeylerin korkunç, bayağı bataklığını; dünyada acı ve sıkınıtılı yolculuklarda her an karşılaştığımız karakterlerin o soğuk, acı yanlarını açığa vuran; bu insanların yaralarını aman vermez iğnesiyle deşerek halkın gözleri önüne seren yazarın talihi hiç de böyle değildir! halk onu alkışlamaz. coşturduğu ruhlarda minnet dolu gözyaşları, sevinç dalgaları göremez. kendini gösterme isteğiyle başı dönmüş 16 yaşlarındaki kızlar onu karşılamaya koşmaz. çıkarmış olduğu seslerin tatlılığıyla kendini unutamaz. hem de sonunda çağının verdiği duygusuz, ikiyüzlü yargıdan da kurtulamaz. bu öyle bir yargıdır ki, onun eserlerini bayağılıkla suçlar ve küçümser; ona insanlığı aşağı gören yazarlar arasında en kötü yeri verir. çizmiş olduğu kahramanlardaki bayağı özellikleri onda bulmaya başlar. yazarı kalpsizlik, ruhsuzluk, tanrı vergisi yaratma gücünden yoksunlukla suçlarlar. çünkü bu çağdaş yargı güneş geçiren basit bir camla en küçük böceklerin hareketlerini incelemeye yarayan camı bir tutuyor. çünkü bu yargı aşağılanan hayattan bir sahne olup onu bir sanat incisi haline getirebilmek için derin bir ruha sahip olmak gerektiğini kabul etmiyor. çünkü bu çağdaş yargı kişinin duygularını içli bir dille anlatmasıyla yüksek coşkun bir kahkahasının ayrı olduğunu, böyle bir gülüşle maskaraca bir sırıtış arasında bir uçurum olabileceğini kabul etmiyor! işte bu çağdaş yargı onun eserlerine değer vermeyecek, her yaptığını kötümseyecektir. bu yazar, kimsesiz bir yolcu gibi en ufak bir karşılık, bir anlayış, bir övgü görmeden yol ortasında kalacaktır. başka gidecek yer bulamayacak ve çok acı bir yalnızlığa gömülmek zorunda olacaktır."
  • bakın gogol henüz 1800'lü yılların ortalarına doğru ölü canlar'ın içinden bize nasıl sesleniyor:

    "araba, ıssız sokaklardan ve nihayet, şehrin sınırını gösteren uzun ağaç engellerden geçti. kaldırımlı yol bitti... şehir geride kaldı, gözden kayboldu... artık, yalnız sonsuz şose, kilometreleri gösteren taşlar, posta konak yerleri, kuyular, ağır yük arabaları, köyler, kocakarılar, kucağı yulaf demetiyle dolu koşan köylüler ve daha sonra, içinde un dolu fıçılar, ıhlamur kabuğundan kunduralar, çörekler, her türlü mal görünen ahşap, küçük dükkanları bulunan büyük köyler, tamir edilen köprüler, sonsuz tarlalar, çiftlik sahiplerinin arabaları, henüz sürülmüş topraklar, sisler arasında beliren çamlı tepeler, karga sürüleri... görülüyor, uzaktan gelen şarkı ve çan sesleri işitiliyor.

    rusya!... rusya!... gittiğim tüm yabancı memleketlerde hep seni görüyorum, seni arıyorum, seni düşünüyorum... bolluk yüzü görmeyen fakir şehirler... ne doğanın güzelliği, ne bir sanat harikası var! kayalar üzerine yapılmış büyük saraylar, güzel ağaçlar, evlerin üzerinde sarmaşıklar yok... başlar, muhteşem kayaları seyretmek için kalkmaz; asmalar, sarmaşıklar ve milyonlarca yaban gülüyle süslü kubbeler görünmez. yüksek dağların karlı tepeleri hiçbir yerde bulutsuz, parlak gökyüzüne doğru yükselmezler... hayır... her taraf açık, ufuklar dümdüz... şehirler hep basık ve geniş ovaların içinde ancak küçük noktalar, benekler gibi göze çarpar. ilgileri toplayan, büyüleyen hiçbir şey yok...

    fakat, insanı sana çeken o dayanılmaz esrarlı kuvvet nedir, rusya? sonsuz sınırlarının arasında, bir denizden ötekine geçen hüzünlü şarkını nasıl işitebilirim? bu şarkıda ne var? nağmelerindeki gizli gözyaşları, çığlıklar kalplerimizi sıkıyor, ruhlarımızın derinliklerine işliyor... rusya!... benden istediğin nedir? bizi birbirimize bağlayan bu derin bağ nedir? bana niye öyle bakıyorsun ve sende var olan şeylerin hepsi de bekleyen gözleriyle niçin bana doğru dönüyor?

    şaşkın, büyülenmiş, yerimden kımıldamadan seni seyrediyorum... tehdit eden fırtınalarla ağırlaşmış koyu bir bulut iniyor ve belleğim, senin topraklarının sonsuzluğu önünde küçülüyor. bu sonsuz topraklarda acaba nasıl bir gelecek gizli? ucu bucağı olmayan sen, sonsuz özgürlüğün vatanı olacak mısın? en büyük kahramanlar, ufuklarının uçsuz bucaksızlığı yaşamalarına uygun bir yer olacak rusya'dan doğacaklar mı? uçsuz bucaksızlığının gücü beni çekiyor, müthiş kuvvetleri varlığımın derinliklerine kadar giriyor, gözlerim harikulade bir ışıkla aydınlanıyor! oh! bilinmeyen kahramanlar, harikalar ülkesi! ey rusya!

    ........

    rusya kalkınacak, devrim yapacak... dünya, diğer ulusların ruhları için anlaşılmaz bir bilmece olan şeylerin rus ruhuna, rus doğasına ne kadar nüfuz ettiğini görecek ve anlayacaktır. fakat, ileride olacak şeylerden söz etmenin anlamı yok. ilerleyen yaşının ve yaşadığı ciddi yaşamın deneyimleriyle pişmiş, her konuda olgunluğa erişmiş bir yazar, bir delikanlı kayıtsızlığıyla hareket edemez. her şeyin bir yeri ve zamanı vardır."
  • olmus ama kayitlara gecmemis koylulerin ruhlarini satin almayi planlayan chichikov'un hikayesini anlatan bir gogol romani
  • "ölü can değil, yaşayan can olun" der gogol kitabıyla ilgili. bunun çok anlaşılmamasının nedeni ismindeki ironinin, türkçe çevirisinde kaybolmasından kaynaklandığını düşünüyorum. romanın rusça adı nedir bilmiyorum ama ingilizceye "dead souls" (girişteki cümle buna göre düşünülürse bir anlam kazanıyor) diye çevrilmiştir. kitabın adı aslında alıp satılan ölülerden değil, kitaptaki karakterlerin ahlaksızlığından çıkmıştır.

    gogol tolstoy dan aldığı bu hikayeyi aslında dante nin "ilahi komedya" sının, kurgusuyla (cehennem-araf-cennet ,sırası yanlış olabilir) yazmak istemiştir. yani aslında 3 cilt olarak tasarlanmıştır. bu tamamlanan cehennem kurgusudur, yarım yamalak kalan da araf.

    gogol hiçbir şekilde düzenin çarpıklığına inanmak istemiyordu. ona göre suç iyi olmayan insanlardaydı, yani insanlar iyi olabilseler herşey düzelecekti. cehenneminde de bunu anlatmak istedi. mükemmel şekilde tasarlanmış karikatür tiplemeleriyle muazzam bir gerçekçilik yakaladı. ama o kadar gerçekçiydi ki kişilerin kötülüğünden çok sistemin çarpıklığı göze batıyordu. arafta bunu terse çevirebileceğini düşündü ama hikayesindeki gerçekçilik o kadar netti ki bunu başaramadı ve gogol u deliliğe iten de bu oldu, inanmak istemediği bir şeyi savunur durumuna düştü. kim bilir cenneti yazmaya kalksa ne olurdu.

    roman karakterlerine bakıldığında aslında bu karakterlerin hepsinin etrafımızda cirit attığı görülebilir. çiçikov (kaç tane hayali ihracatçımız vardı, kaç tane bankasını boşaltan), manilov (entellektüel geçinerek etrafını kötüleyen, ama bu kötü duruma karşı hiçbir şey yapmadan, vicdanı dahi sızlamadan yan gelip yatan), koroboçka (dindar geçinip, parayı görünce fır döndüye dönen iman sahibi kişi), nozdriyev (doğuştan gelen servetiyle içip palavralar atan bir asalak), sobakiyeviç (kendi menfaati dışında hiçbir değeri olmayıp mert geçinen bir ayı), piluşkin (cimriliğinden kendine bile hayrı dokunmayan, mahsulünü çürüten bir zengin sefil) ve bunların kuklası olmuş valiler, mahkeme başkanları, savcılar vs.. bunlar çok tanıdıksa, gogol ün anlattığında değil de, düşüncelerinde bir problem varmış herhalde. nitekim onun sebebi sonu da, bunun farkına varmak olduğudur zannımca.

    velhasıl kelam mükemmel bi romandır tavsiye ederim.

    son olarak ta yağıza ve selifan a değinmeden geçemeyeceğim, çiçikov'un atı olan yağız, şu selifan'ın sürekli kurtulmak istediği her seferinde bu yüzden efendisi çiçikov dan azar işittiği. naçizane fikrimce cenneti yazabilseydi gogol hep tökezleyen yağız şahlanıp çifteleriyle cezalandırırdı yukarda bahsi geçen karakterleri. ama gerçekte (romanda değil) selifan (romanda gerçek anlamda bir iyi olarak çizilmedi evet) kurtuldu yağızdan, aslında tökezleyerekte olsa bu karakterleri taşıyan yağızdan (sonuçta ne olduya girmeye gerek yok). okuyunuz.
  • gogol'un ünlü romanı. kahramanımız chicikov. aslında pek kahramanlık bir yanı yok. ama zaten yazarın istediği de bu. gogol amca azıcık çatlak bir kişilik. rusya'da dönemin saçmalıklarını eleştiriyor ama bunu okuyucuyla konuşarak yapıyor. "bakın ne kadar yanlış görünüyor değil mi yaptığı ama belki de şu yüzden yapmıştır" falan diyor başka bir şeyler anlatıyor. sevimli, şeker bir adam işte.

    kitapta bahsedilen dönemde büyük toprak sahiplerinin köleleri var. ne kadar çok köleniz varsa o kadar adam yerine konuyorsunuz. onlara can diyorlar. benim 50 canım var senin kaç canın var gibi. bu canlar nüfus sayımından nüfus sayımına hesaplandıkları için arada ölenlerin vergilerini bir dahaki nüfus sayımına kadar ödemek zorunda kalıyorlar. bizim akıllı chicikov da zenginleri kapı kapı dolaşıp ölmüş olan kölelerin kayıtlarını çok az paralara kendi üstüne alıyor. "hem bak vergi de vermezsiniz mis gibi" falan diye kafalıyor varlıklı kişileri. onların da işine geliyor. ölü canlar da buradan geliyor işte.

    bu arada bizim chicikov şan, şöhret salıyor etrafa. herkes adını bilir oluyor. birden saygıdeğer biri olup çıkıyor düzenbaz. sonra neler mi oluyor, okuyun da görün. ehi ehi.

    bu arada aslında bu tek kitap değilmiş, devamı varmışmış. ama çok tepki gördüğü için yayımlanmasına izin verilmemiş galiba. zaten gogol çok tepki çeken bir amcaymış. kendisi bile bir röportajında "vallahi böyle korkunç karakterler nasıl yaratıyorum anlamıyorum, kendim bile korkuyorum sonra sonra" demiş. röportajında mikrofona konuşmuş.
  • iki ciltten oluşan, ikinci cildinde (rivayete göre gogol tarafından yakılması nedeniyle) büyük eksiklikler içeren gogol başyapıtı

    çok güzeldir, anlatmıyorum gidip okuyun.

    edit: gitmeden de okuyabilirsiniz. ama okumak için kitap illaki gerekli.
  • rus imparatorluğunun neden çöktüğünü alalade bir olay vasıtasıyla bize en ince ayrıntısına kadar anlatan, ve bu yüzden zamanında rus 301'inden den pek bir çekmiş (rusya'da kaç sayıyorlar bilmem) gogol eseri.
    bir rus zübüğünün** statü basamaklarını çıkışını alaycı bir dille hicveder. çiçikov'un niyeti bir türlü anlaşılamaz sadece sonlara doğru bir iki cümleyle sonlara doğru üstünden geçilir. bu yönüyle eksik, yakılmış eksik parçaları sebebiyle doyurmaz bir yapısı vardır.
hesabın var mı? giriş yap