• mescid-i dirar: zarar meclisi

    münafıklar kendileri dışındaki islâm düşmanlarının yardımı ve teşviki ile bir mescid yapmışlardı. kuba mescidi yakınında yapılan ve buradaki cemaati bölmek istedikleri mescid, sadece adıyla ibadet yerini andırıyordu. aslında ise, müminlere karşı dış düşmanlarla yapılacak bir savaş için hazırlanmış, içi silâh deposu haline getirilmişti. münafıklar tebük savaşına giderken, peygamberimiz aleyhisselâmı mescidlerinde namaz kılmaya davet etmişler, söz de almışlardı.
    peygamberimiz aleyhisselâm tebük'ten dönünce, buraya uğramak istedi. ancak ilâhî vahiy ile işin hakikati bildirildi.
    çünkü peygamberimize suikast yapmayı bile düşünüyorlardı. bunun üzerine efendimiz mescidin yıkılması için emir verdi. yerle bir edilerek, gizli emelleri ortaya çıkarılan bu yere, "mescid-i dırar = zarar mescidi" adı verildi. iki ay sonra münafıkların reisi abdullah b. ubey b. selül ölünce, adamları da dağıldı.

    kaynak: http://mitglied.lycos.de/…ebi/0000009239007f235.htm
  • ismet özel'in türklüğün başlangıcı olarak ele aldığı fakat bilinenin aksine hz muhammed'in bu mescidde namaz kılmamasını; kendisi için düzenlenen suikast girişimine değil,cihada katılmak yerine mescid inşası ile uğraşan sahabelere tepki olarak yorumladığı hadise
  • vip girişi olur.
  • siyasi zafer kazanmak için kuran-ı kerim'i ellerine oyuncak edenlerin, konuşmasını engellemesi gerekendir. o dilleriniz kopsun.
  • yeryüzürü iftarı ile tekrardan hatırlanan mekandır.

    dini yalan sayanların dincilik oyunu.
  • başta türkiye olmak üzere kerameti kendinden menkul "müslüman" ülkelerin cami ve mescitleri.****
  • zarar, fitne fesat mescidi demektir. kur'an-ı kerim'de şöyle değinilmiştir bu mescit türüne;

    rahman ve rahim olan allah'ın adıyla;

    bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına ayrılık sokarak onları bölmek için ve öteden beri allah ve resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. bunlar, “bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok” diye de mutlaka yemin ederler. ama allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar.

    böyle bir mescitte sakın namaza durma! daha ilk gününde takva üzerine kurulan bir mescit, içinde namaz kılman için çok daha uygundur. temizlenmek arzusu taşıyan erler vardır o mescitte. allah, temizlenenleri sever.

    tevbe suresi, 107. ve 108. ayet.

    günümüzde cemaat, tarikat ve özellikle siyasete karışmış imamların bulunduğu ne kadar cami varsa hepsi birer mecid-i dırardır.
  • bakiniz camlica camii
  • hutbede siyasi propaganda yapılan herhangi bir mescid.
  • mescid-i dırar, henüz asli hüviyetini kazanmamış nefslerin sahte/zanni mabedidir.

    gerçekte çoğumuz, tüm ibadetlerimizi/amellerimizi bu çatı altında işleyip vakit kaybederek onları ziyan etmekteyiz.

    ziyanın belirtisi; kişinin ibadetinden, zikrinden, işlediği amellerinden aldığı hazzın, dünyada elde ettiklerinden aldığı haz ile aynı tadda, renkte ve histe olmasıdır.

    yani bir kişinin namazından çıktıktan sonra dünyaya geri dönüşünde hiç bir yükseklikten aşağı inme hislerinin uyanmaması. sadece vaktin yükünü omuzlarından attığının avunuşu.

    bu farkı en iyi misallendirme, bir oruçlunun iftarda suya ve yemeğe kavuşma anı olarakta görebiliriz. o an her ne kadar nefsin tekrar gıdaya kavuşmasında dolayı insanda bir çok duygu ve hisler açığa çıksada, aslında kişi bir boyuttan bir boyuta geçisin eşiğini atlamaktadır. bir dakika öncesi ile bir dakika sonrası arasında iç dünyasında büyük farklar vardır. kişinin hakikat işleri ile kavuşmasıda hep bu an gibi his uyandırıyor, geçiş yapıyor, zikzaklar çiziyor olmalıdır. bu zikzakları dünyadaki volta atışla karıştırma.

    ibadet ve amel gayelerinin hakiki hedeflerine ulaşmalarının emareleri, kişinin daha önce hiç bir zaman duymadığı, tatmadığı bir temadadır. bunlarda bir doyum, alışkanlık sınırı yoktur. onlara kavuşulan her seferde kişi kendini bir önceki halinde tok zannederken, aslında hep ne kadar aç susuz olduğu anlar, hatırlar. böylelikle bir önceki hallerinin üstünü istiğfar halelri ile sürekli örtmesi gerektiğinide anlar.

    bu dırar mescidini yıkıp, hakiki olanına girmek istiyorsak şunu bilmemiz gerekir:
    nefsin her an çalmakta olduğu (hû)viyet mührünü, kalbin hükmüne teslim edebilmek.

    nefsi kuşatmış/perdelemiş/örtmüş ego'yu, onun hakikat görünümü dahi olsa tutunduğu dölsüz kuru dallarını budamamız gereklidir. bizi sürekli yakan odun budur.

    dal ortada fakat meyvesi nerede?

    +meyve nedir?

    açığa çıkmış ürün, gösterge, koku, tad; şek şüphe içermeyen, duygu ve hislerin üstünde bir algı. adeta orjini dünyaya ait olmadığı, ancak yaşayan kişinin içtiğine, yediğine kendisinin şahitlik edeceği farklılaşım. dünya ile arasında fersah fersah uzaklık. hiç bir alakanın irtibatının olmayışı. bir ona bakış bir buna bakış...sonra '' bu meyve ne doğandan, ne batandan'' deyiş. egoya dönüldüğünde, o sürekli azgınlık edenin, cilveleşenin ortada sus pus kalması..

    dalın budanması köke zarar getirmez. dalda, tomurcuk, çiçek, meyve belirene kadar katiyetle ve itinayla dipilinli bir biçimde yalnızca farz suyu şarttır. sünnet, meyveyi elde ettikten sonra onu kurtlardan, zararlı hava şartlarından korumak, dalları aşılamakta hüner kazanmak, meyveyi geliştirmektir. yani geniş sünnet meyveyi elde ettikten sonra ulaşılabilecek hakikat ilminin pekiştirilmesidir .bu hakikat ilmi o meyvenin elde edilişinden sonra işler. elde meyve olmadan, kuru dallara mushaf yaprakları bağlamak batıl bir gelenek.

    + müminler olarak ahirette yemeyecekmiyiz o meyveyi.

    mümin meyveyi dünyada yiyendir. bu yemesi ile hem dünyadaki yediğinden ister hem ahirette yediğinden. ''allah'ım bize hem bu dünyada hem ahirette ver'' demekten kasıt mal, mülk zenginliği değildir. işte mushafı yine kuru dünya dalına astın.

    hiç korkmaz mısın veya endişe etmezmisin ; peygamberin, sahabesinin, velayet ehlinin onların yetiştirdiklerinin, kalpleri mutmain olmuşların haykıra haykıra söyledikleri, yaşadıkları yalnızca onlara özel bir din olduğundan mıydı?

    bu sebep kalp mescidine erişene kadar bize farzları güzelleştirmek, farz üstünde beklemek, nöbet tutmak asli vazifedir. sünnetlerin ihyası ise batıllardan arınmakla mümkündür.

    çok dikkat etmeliyiz, korku ile dayatılan, ''al bunu kuru dallarına süs yap kafi '' diyenlerin verdikleri vehimlerle nefsimiz mücadele ederken. meyve yoksa aklın/ düşüncen/fikirlerin sana dilediğin kompostoyu içirsin aldığın tad cümle dünyalıktır.

    peygamberin ve onu tastamam anlayanların izhar ettikleri seninde öz be öz nimetin, hakkın, yiyeceğin ve içeceğin. açılmak, saçılmak seni süslemek için çeyiz sandığında bekliyorlar. seni bundan bugüne kadar alıkoyan içindeki pınarı harekete geçirmeyen her batıla saplanmış hakikati görünümlü vehimleri bertaraf et.
    sandığını aç nimetlen, şükret, yaklaş.
hesabın var mı? giriş yap