• (bkz: kabe)
  • "kabe" anlamına gelmez.

    içinde kabe'nin de bulunduğu kompleksin bütününe verilen isimdir.

    daha detaylı bilgi için bkz.: http://en.wikipedia.org/wiki/masjid_al_haram

    ayrıca (bkz: harem-i şerif/@derinsular)

    ana tema:
    (bkz: islam/@derinsular)
  • "mescid-i haram'da kılınan namaz diğer mescidlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevaptır"

    e putperestlik bu?
  • kul olduğunuzu ve "insan" sıfatını hakkıyla taşımanız gerektiğini daha iyi idrak edebildiğiniz, etmek zorunda kaldığınız kutlu sınırlar. zira o sınırların dâhilindeyken nasıl hareket etmeniz gerektiğini düşünüp dikkat etmeye çalışırsanız kendinizi buluyor, rutin ve fani boğuşmalara dalıp da unuttuğunuz özü bir parça da olsa hatırlamış oluyorsunuz. ayrıldığınızda, uzak düştüğünüzde ise kaos yine karanlığına çekiyor nefsinizi...

    aslında cümlelerim orayı, özellikle de eksenindeki beytullah'ı ifade etmeye zerre layık değil; ayaklarım da gitmeye layık değildi kesinlikle. lakin kader ve nasip, ikinci defa, boynumu mahcubiyetle eğmemi gerektirdi...

    ilk olarak 2005'te, yine bir ocak ayında ziyaret etmiştim mescid-i haram'ı. babam, hac görevi için kafilesini götürmeliydi o yıl, ama farkında olmadan geçirdiği kalp krizi ve ona bağlı komplikasyonlar nedeniyle yattığı hastaneden yeni çıkmıştı. dolayısıyla refakatçi olarak yanında olmalıydım. lakin bu yolculuğa manevi olarak hazır olmadığımı, amel yönünden çok çok zayıf olduğumu biliyordum, o nedenle babama itiraz etmiştim; dönüşte benden bekleyeceğin hassasiyetleri gösteremem, ibadetleri hakkıyla yapamam, dolayısıyla manevi açıdan mesul olmaktan korkarım, demiştim. ibadetler bir müslüman olarak zaten görevin, her zaman ve her şartta yapman gerekiyor, ama seni bu konuda hiç zorladım mı ya da baskı uyguladım mı ki hac ibadetinden sonra zorlayayım, demişti o da. öyleydi gerçekten babacığım; tebliği ifrata çevirmeden, daha çok temsil ve şefkat ile kazanırdı insanı. o güvenle, üstelik onu kimseyle göndermeye kıyamayacağım için yola düşmüştüm. 48 gün kalmıştık onunla arabistan'da. üstelik o son haccını da merhum abime niyetle yapmıştı babam, dolayısıyla onun peşinde, hemen sol yanında yaptığım tavaflar ve naçizane etmeye çalıştığım hizmet iki kat anlam kazanmıştı...

    o ilk ziyarette, daha otelden ilk gelişte, otobüslerden indiğimizde ilk olarak ebu kubeys dağı'nın kalbine çakılan sarayı görerek üzülmüş, o mübarek beldenin nelere şahit taşının ve toprağının karşısında insanoğlunun arsızlığını düşünerek hicap duymuştum. ki zemzem towers heyulasını da kâbe'nin tepesinde görünce ayrı bir üzülmüştüm. lakin ne o ucubeler ne de görevlilerin (daha doğrusu polis ve askerlerin) çoğunun anlayışsız ve nezaketsiz davranışları mescid-i haram'ın eşsiz havasını, huzur veren atmosferini gölgelemişti gözümde. aksine, o vakte kadar hiçbir yerde duyamadığım huzuru ve güvenliği rabbimin evinde tüm zerrelerime kadar hissetmiştim. belki daha çok kaldığımızdan ve kâbe'nin, bilhassa da tavafın insanı mıknatıs gibi çekip sarmalayan etkisinden dolayı mekke'ye çok alışmış, başka sevmiştim orayı. ondan ayrılıp da medine'ye giderken ise o kadar çok ağlamıştım ki, babam gülümseyerek "e be kızım, getirirken zorla getirdim, gelmiyordun, şimdi de ayrılmamak için ağlıyorsun" demek zorunda kalmıştı. o mübarek beldede bulduğum huzuru dönüşte bulamayacağım ve rabbimin evine bir daha misafir olamayacağım endişesiyle ağladığımı söyleyememiştim babacığıma...

    aradan bunca yıl geçtikten sonra, o yolculuğun güzel etkilerini ne yazık ki unutup/yitirip iyice dünyaya dalmışken ve itiraf etmeliyim ki hiç niyetimde de yokken, bu sefer de ana kraliçeye refakat etmek için kısa bir umre ziyareti yapmak gerekti. önceki ziyaretin hatıraları ve izleri gönlümün en huzurlu köşesinde mahfuzdu, evet; lakin ilk ziyaretten bu yana manevi olarak hiçbir artı katamamıştım kendime, aksine, eksilere düşmüştüm epey. orada geçirdiğim günlerin güzelliğine rağmen tekrar bir yolculuğu hiç düşünmemiş olmam da bunun en büyük deliliydi ne yazık ki. fakat seksen küsurluk ömründe o mübarek beldeleri hiç görememiş olan ve birinin (daha doğrusu benim) yardımım olmadan fazla hareket edemeyen ana kraliçenin alıştığı düzeni ve hizmeti bir gömleği çıkarır gibi çıkarıp bir çırpıda diğerlerine devretmek hiç kolay değilmiş, konu ilk açıldığında gösterdiğim tepki üzerine geri adım atması ve o hâlde bensiz gitmeyeceğini kesin bir dille ifade etmesiyle bunu daha açık bir şekilde anladım. ve babamla nasıl gönülsüz bir şekilde yola çıktığım ama sonra "iyi ki gelmiş, babama hizmet etmiş, o vesile ile buraları ziyaret edebilmişim" dediğim aklıma geldi ve bunda da bir hikmet olmalı, dedim. lakin "ey rabbim, hikmetinden sual olunmaz ama, beni evine hep böyle 'zorunlu görev'le mi davet edeceksin" diye de geçti içimden, sonra, çok istediği hâlde bu kadarı bile nasip olmayan yüzbinlerce insanı düşünerek kendimden utandım.

    tevafuklar, ah tevafuklar... bu ziyaretimiz de ocak ayına rast geldi. lakin bu ziyaretim, öncekine nazaran daha külfetliydi. bu defa gerçekten de kendim için gitmediğimi daha evde tembih etmiştim kendime, ona göre dikkatle ve sabırla hareket etmem gerektiğini de nefsime defalarca hatırlattım orada. o yüzden, babacığımla gezdiğimiz, geçtiğimiz yerlere değil gitmek, hasret gidermek, uzaktan bile çok bakamadım. zira yaşı ve rahatsızlıkları dolayısıyla pek evden çıkmayan annem, kalabalıktan ürktü hâliyle, üstelik tavaflarda tekerlekli sandalyesini kimseye çarpmadan sürebilmem için de gözümü önümüzden ayırmamam gerekti. o yüzden annemi bırakıp cânım beytullah'ın yakınına bile inemedim günlerce, ikinci kattan ve uzaktan selamladım hep. her şavtta, inşaat panellerinin ardında gözden kaybolmadığı kısımlarda başımı ara ara çevirerek hasret giderdim ancak. sadece bir kez yakınına varabildim, yakınından bakabildim; o kısacık ân bile bünyeme o kadar şifa oldu ki, orada misafir olmanın yerini hiçbir şeyin tutmadığını tekrar anlamış oldum.

    - 14 yılda pek çok şey değişmişti tabii; mescid-i haram'ın etrafı güya genişletilmiş ama çevresine çakılan betonlar da çoğalmıştı. yeğenlerimden biri, burada vedalaşırken, "o saygısız ablukaya bakarak vaktini heba etme sakın teyze, onlara rağmen allah'ın beyti orada, sıfır noktasına gidiyorsun, ona odaklan, gerisini görmeyesin" demişti, delikanlının o nasihati gönlüme şifa oldu da katlanabildim o manzaraya.

    - peygamber efendimizin evinin (artık kütüphane tabii) ardındaki dağın en tepesinde tek başına kalmış, kurumuş görünen bir ağaç vardı; mescid'den her çıkışımızda, otobüs duraklarına giderken o mahzun ağacı uzaktan selamladım. o bölge eski evlerden de hızla arındırıldığı için, muhtemelen o ağaç da yakın zamanda yerine veda edecek ama, o zamana kadar o bile bizden daha şanslı diye düşündüm.

    - bu yolculuğa çıkmadan önce, burada, kenarda duran "pervane" entry'mi göndermiştim. o entry'de istanbul'a atıfta bulunmuştum ama, tavaftayken ve gözüm de beytullah'ın etrafındaki gönülden halkalardayken "ah" dedim, "asıl pervane olmak burada imiş, nasıl unutmuşum burayı, bu eşsiz deveranı..." o düşüncelerle, tavaftaki her adımda kendimi dinledim, dinlendim, yitirdiğimi sandıklarımı bularak rabbime tekrar tekrar şükrettim. iyi ki bize, nefsimize rağmen bizden yüz çevirmiyor mevlâ, onca gafletimize bakmayıp yine evinde ağırlıyor, sonsuz merhametiyle gönüllerimize nefes aldırıyor...

    - her zaman ve her yerde gözüm sokak hayvanlarını aradığı için, mescid-i haram'a gidip gelirken de fırsat buldukça etrafı gözlemlemeden edemedim; güvercinler yine bolcaydı, lakin içlerinde canım kumrular tek tüktü ve üstelik çok çok zayıf, çelimsiz hâldeydiler. güvercinler daha arsız ve sokulgan hayvanlar, malum, garibim kumrular ise kalabalıktan ürkerek fazla doyuramıyorlar karınlarını demek diyerek hüzünlendim, boğazıma bir taş oturdu sanki o yollarda. ki ihrama giren ziyaretçilerin ödemesi gereken sadakaları eskiden etrafta gezinen dilenci çocuklar kapardı, lakin anlaşılan onları sürmüş suudiler, ortalık da sokaklarda elinde süpürge ve kürekle gezen temizlikçilere kalmış, onlar da "görevlerini" işgüzarlıkla yapacaklar diye sürekli bir toplayıp temizleme sirkülasyonu içindelerdi, hâliyle hayvancağızlar yesin diye atılan ekmek ve yemler de bir yerde uzun süre kalamadığından zavallıcıklar kursakları boş geziniyordu; keza sokaklarda tek tük görerek ayrıca üzüldüğüm zavallı kediler de zayıf mı zayıftı. onca nimetin, otellerin açık büfesinden çöpe giden onca yiyeceğin olduğu bir şehirde o canların hâli ibretlikti. o yüzden, bilhassa tavuk yediğimiz gün, kalan parçaları -annemin de teşvikiyle- bir poşete topladım, akşam otelden çıkarak civarda gündüzden gördüğüm kedileri aradım, bulamasam da -temizlikçiler sabaha kadar yollarda volta atmayacağı için- gece gelip yerler ümidiyle bir kenara bıraktım. bizim insanlarımızın çoğu, hayvanlara karşı insafsız falan ama, o manzaraları gördükçe, buradaki kuşların ve kedilerin daha iyi durumda olduğunu anladım, onlara ikramda bulunan insanlarımıza gıyablarında dua ettim.

    - ki medine'deki kediler ve kuşlar daha iyi durumdaydı, ravza'nın bahçesinde bile rahatça dolaşıyorlardı, o biraz teselli oldu, şükür. gerçi medine'nin insanları bile başka kesinlikle, "ensar" soyundan geldikleri pek çok açıdan belli oluyor. örneğin mekke'de caddeden karşıya geçerken tekerlekli sandalyeyi daha dikkatli sürmek, o esnada da gözünüzü asla ama asla yolun iki tarafından da ayırmamak gerekiyordu. zira trafik kurallarına uymak diye bir şey pek olmadığından, otobüs ya da taksilerin her an her yerden çıkıp üstünüze gelme tehlikesi vardı; lakin medine'de kaç defa özellikle baktım, ben sandalyeyi rahatça geçirip kaldırım rampalarını aştırana kadar yavaşlayarak ve bekleyerek geçti arabalar. mekke'yi kâbe yüzünden çok ama çok seviyorum ama, rasulullah'ın güzel varlığı da medine'yi ve insanını bir başka şereflendirmiş demek ki.

    - önceki ziyaretimde medine'de -bazı açılardan- mekke'den daha rahat dolaşmıştım; bu sefer de öyle oldu. bilhassa peygamber efendimizi ziyaret için geceyarısına kadar azalmak bilmeyen kalabalığı beklememiz gerekince otelimize gece iki gibi dönebildik ancak. otel yürüme mesafesinde olsa da ana kraliçe ortalığın gündüze nazaran ıssız olmasından ürktü ama sonrasında odasına ulaşınca rahatladı; son gece o hastalanıp da ravza'ya gelemeyince bir koşu yalnız gidip yalnız döndüm, yine aynı saatlerde ve ıssızlıkla geçtiğim yollar korkudan çok güvenli bir hüzün verdi bana, babamlı zamanları hatırladım, gönlümü incitmeyen o güzel yerleri kalan ömrümde de tekrar tekrar görebilmeyi diledim.

    hafızamın yorgun derinliklerinde yitip gitmesin diye yazmak istediğim ne çok şey var... önceki gidişimde bir arkadaşım havalimanına güzel bir defter getirmiş ve "sen yazmayı seviyorsun, orada yaptıklarını da yazmak istersin diye bunu hediye etmek istiyorum" demişti, o deftere hangi gün kime umre yapmış, kimlere tavaf yapmışsam işlemişim, bazı gözlemlerimi de not etmişim. bu defa hazırlanırken kitaplığımdan o defteri de alıp bavula koymuştum, orada o listelere baktıkça duygulanıp kızcağıza tekrar dua ettim ve bu yolculuğu da gün gün, kısa kısa not ettim. bunlar da burada not olarak dursun bakalım.
  • eğilip bükülmenin yasak olduğu yer anlamına gelen, içerisinde kabe'nin de bulunduğu alan.

    peki anlamı bu ise kabe de namaz kılınıyorsa neden ismi mescidi haram denmiş.
  • şöyle de bir blog varmış.

    yıllar içinde değişimi ilginç.
  • hakkında 2017 yılında çekilmiş bir belgesel izledim. mescid-i haram'da bir gün. ihtişamı gösterişi inanılmaz. içinde çalışanların gözünden çekilmiş. hepsi "burada çalışmam allahın lütfu" diye anlatıyor. durup arkadaşım suudi arabistan'a yaşıyorsun, başvurmuşsun ve işe almışlar. orada yaşamayan ve o işe başvurma ihtimali olmayanlardan daha mı müslüman oluyorsun şimdi? kast sisteminiz her yerde geçerli. neyse, uzatıp detay vermek istemiyorum. merak edenler izlesin. (bkz: one day in the haram)
  • harem zira konut dokunulmazlığıdır. bazı kuran ayetlerindemekke emin harem olur, bazen başkent olur. mesela amerikalıların washindton şehri, dc diye adlandırılıp özel statü verilir.
    (bkz: mekke/@bakalim)
  • hürmetli mescid anlamına gelir…
hesabın var mı? giriş yap