• gazeteci gulay gokturk'un esi. iyi bir mimar. renk koru olmasina ragmen bir zamanlar aktuel dergisinin kapaklarini hazirlayan tasarimci.
  • eski yoldaşı gün zileli, şöyle uğurlamış espriler bence de unutulmayacak kadar güzelmiş:

    metin göktürk, yaman bir tartışmacı olduğu kadar hayatımda tanıdığım en esprili insanlardan biriydi. 1980’lerde, havanın kapalı olduğu bir yaz günü grup halinde bir yerlere yüzmeye gideceğimiz tutmuştu. orada yaptığı iki harika espriyi hayatım boyunca unutamamışımdır. hava, dediğim gibi denize girmek için oldukça serindi. metin’den: “keşke yün mayolarımızı alsaydık yanımıza.”

    ikinci espri ise şu: yüzmek için gittiğimiz plajın gişe memurunun bize söylediği giriş ücreti biraz yüksekçeydi. yine metin’den: “iki arkadaş yüzme bilmiyor, onlara indirim yapabilir misiniz acaba?”

    (...)
  • ingiltere'de sarah payne adlı küçük bir kız çocuğunun tecavüz edilerek öldürülmesinin ardından yeni binyıl'daki köşesinde, sübyancı ve sübyan başlıklı iki yazı yazarak, tıpkı eşinin iki yıl sonra yapacağı gibi, "çocuğa yönelik cinsel arzuyu" savunan merhum yazar. derdim ölünün ardından konuşmak değil de kendisinin ve eşinin bu konudaki ısrarlı meşrulaştırma çabası dikkatimi celbetti:

    metin göktürk, ‘‘sübyancı' başlığını taşıyan ilk yazısında (30 temmuz 2000), londra'da soho semtinde dolaşan ve hayali mi yoksa gerçek mi olduğu bilinmeyen bir kişinin çocuk pornosu kaseti arayışını ve kovuluşunu anlatıyor. daha sonra, yazarın kendisi olduğunu anladığımız bu kişi, aynı şeyi amsterdam'da da yapıyor ve yine kovuluyor. arkasından da şunları söylüyor: ‘‘o gün bu gündür nerede sübyan görsem kaçar oldum. okul önünden geçemiyorum. komşunun küçük kızı kapı önünde seksek oynuyorsa ben o gün evde hapisim demektir.’’göktürk, bu satırların ardından, ‘‘koca bir çocukluk ve ilk gençlik boyunca temel açlığa mahkum edilen her insan, yani bütün insanlık açıkça sübyancıdır’’ diyerek şu satırları yazıyor: ‘‘kursağımızda düğümlenmiş o ukteyi, o silinmez yoksunluk duygusunu mezara kadar taşırız. özsaygısı olan bunu hiç değilse kendisine itiraf eder ve yaşam cesareti olanlarımız açığa vurur. sübyancı, küçük kızı asla yetişkin kadının yerine ikame etmez. o, ister cinsel açlık içinde olsun, ister olmasın sübyanı bir başka açlığın ve hasretin cevabı olarak arzu eder. ve hatta diyebiliriz ki, sübyancı ajitasyon asıl etkisini doyumun ardından gösterir. cinsel doyum, bütün öteki doyumlar gibi açlığın acısını bir kez daha hatırlatır, ruhsal açlığa kapı aralar. kapısından dönülmüş cennet, zehirli bir pembelik olup havayı doldurur.’’

    metin göktürk ‘sübyan’ adını taşıyan ikinci yazısında ise önce 2000 yılının hemen başında ingiltere'de sarah payne adlı küçük bir kız çocuğuna tecavüz edilip öldürülmesini konu ediniyor. payne'in vahşice katledilmesi karşısında ingiliz basının takındığı anti-sübyancı kampanyayı eleştiren göktürk, ‘‘hadım edilmesine karar verilenlerin, sübyancılar değil sübyanlar’’ olduğunu savunarak şunları söylüyor: ‘‘başlangıçta, bebeklikte, okşanmadık, öpülmedik yerini bırakmayız. tensel hazzı ona doyasıya tattırırız. sonra sonra her yıl, çocuk bedeninin yerlerini okşanma, sevilme alanının dışına atarız (...) onun zihninin ve duygularının gelişip serpilmesini keyifle izler, destekleriz. ama ten sözkonusu olduğunda bu süreç tam tersine döner (...) çocuk bedeni daha havanın suyun, öpülüp koklanmanın tadına doyamadan, keşfedeceği daha bin türlü haz kapıda beklerken, arzu yeteneğini adım adım yitiririz; haz, tenin üzerinden parça parça dökülmeye başlar. taa ki, o su gibi berrak, yaşam yüklü ten çatlak bir toprak misali çoraklaşana kadar. bu hadım ediliş öylesine doğal, öylesine ahlaka uygun ve aksi düşünülemez tarzda yapılır ki, çocuk, bebeklikten kalma bütün haz anılarını içine gömer."

    kaynak
hesabın var mı? giriş yap