• mamoru hosoda, her filminde farklı bir yaş grubunun hikayesini anlatıyor bize. ana karakter kun, 4 yaşında bir çocuk. dünyada olup biten her şey, onun için çok yeni. bir gün, anneannesiyle otururken, kapı çalıyor ve anne babasının bir bebekle (mirai) içeri girdiklerini görüyor. ebeveynlerinin, yeni bebeğe olan düşkünleri, henüz 4 yaşındaki kun'un, kardeşini kıskanmasına neden oluyor.

    mamoru hosoda, senaryoyu yazarken bizzat kendi ailesinden ilham almış. hosada'nın kun karakteriyle yaşıt, özbeöz çocuğu da benzer bir kıskançlık krizine girmiş zamanında.

    çocuk büyütmenin zorlukları, ebeveynler üzerinden anlatılır genellikle. baba, tecrübesizdir, ne yapacağını bilemez. annenin yaşadığı zorlukları anlatmama gerek dahi yok, herkesin malumu. fakat, arada çok yaş farkı olmayan çocuklardan büyük olanı, neler hisseder? işte, ondan bahsedeni pek azdır.

    mirai no mirai, konusu itibariyle izleyicide bir çeşit ön yargı oluşturmuş. çoluk çocuk için mi çekmişler yohusam anne baba izleyip ders çıkarsın diye mi? aslında, ikisi de değil. filmin, belli bir hedef kitlesi yok. hosoda, "eğer bir hedef kitle belirlersek, yaptığımız tüm işler birbirine benzer." demiş, röportajında.

    ciddiyetimden iki dakika uzaklaşıp "mirai no mirai" adının kafamda oluşturduğu anlamdan bahsetmem gerekecek. filmin adını ilk okuduğumda "mirai no mirai, sanki 'elin ayağın rahat dursun mirai' demek gibi" diye düşündüm. benzerini, shine on you crazy diamond'ı okurken de yaşıyorum. sanki, "allah belanı versin crazy diamond" diyor, of neyse. dünyanın en anlamsız, en saçma düşünceleri bunlar. kimseye, hiçbir faydası yok. mirai no mirai, allah belanı versin mirai'ye de yakın he... mirai, sana hayır demedik mi...

    kun ve mirai, bizzat mamoru hosoda'nın çocuklarından esinlenilerek çizilmiş. adam, iki çocuğunu stüdyoya götürmüş ve "bunlar benim evlatlarım, onları anlatan film yapıcam, alın çizin" demiş.

    şeytan çıkarmalı korku filmleri yahut beni sinirlendire sinirlendire balon balığına çevirmiş belgesellerden usandığım vakit (alnıma silah dayıyorlar izleyeyim diye) soluğu naif animelerde alıyorum. bu adamın yaptığı işler, bir kez bile hayal kırıklığı yaşattırmadı bana.

    sugoi sugoi
  • anladigim kadariyla adi "gelecekten gelen mirai" anlamina gelen super anime.
  • tanıtım videosu buradan izlenebilen hafif ve çok tatlı bir animasyon film.
  • mamoru hosoda elinden çıkma yine harika olan bir anime.

    ben bu adamların çok bildiğimiz konuları bu kadar naif ve renkli bir şekilde ele almasına cidden bayılıyorum. izlerken resmen mest oldum. eskiden animeleri sinemada izleme şansımız pek yoktu o yüzden o karakterleri büyük perdede görmek beni ayrı mutlu ediyor. hatta film bittikten sonra bile sırf bir iki kare daha görebilmek için koltuğa çakılı kaldım diyebilirim.

    mutlaka sinemadayken izlenmeli.

    canım caponlar >.<
  • mx-5 no mx-5 olarak adlandırılması daha doğru olacak olan mazdasever söylemi.
  • biri bana bu japonlarin neden sürekli bağırdığını anlatırsa daha çok şey anlayabileceğim anime. bağırmadıkları zamanlarda da aiii oooüü diye tuhaf sesler çıkarıyorlar.

    edit: ben gerçekten bir filmde bu kadar sıkıldığımı hatırlamıyorum. yahu baby tv'de yayınlanması gereken çizgi filmi neden sinemada gösteriyorsunuz?
  • fena film değil ancak çok umutla izlemeyin. sanıyorum ki izleyen pek çok kişi sevmeyecektir. imdb puanı bu film için epey yüksek. wolf children bu filmden kat kat daha güzel.
  • (bkz: #88249380)
  • ilk kez beyaz perdede izlediğim anime film. genel olarak anime film izlerken ve sonrasında içimde bayram sabahı neşesi olur bu filmi izlerken bu hissi fazlası ile yaşadım. çünkü film bir çocuğun hayal dünyasını, ailesine bakışını, sorumluluk sahibi olmasını, zorluklara karşı mücadelesini ancak bu kadar güzel aktarır.

    bir abi, bir kardeş olarak kun san'ın yaşadığı hisleri üç aşağı beş yukarı yaşadığımı kendimden ve ailemin anlattıklarından biliyorum. muhakkak bir çok evde kardeş ilişkileri böyledir bu yönüyle bile bu anime film ayrı bir güzel. bu yüzden izlerken mütemadiyen ağzım kulaklarımdaydı.

    bir de filmin anne, baba yönü var ki yönetmen hosoda tam anlamıyla yaşamış bu anları. çok gerçekçi buldum.
  • rolleri "modern" kabule göre dizayn edecek diye epey kassa da çocuk sahibi olmanın olumlu ve de olumsuz yönlerini güzel işleyen film; tabii ondan da önemlisi, kardeş kıskançlığını, o kaçınılmaz bocalamayı ve zoraki kabullenişi çok iyi anlatmış.

    abim vefat ettikten sonra çocukluğumuza dair düşünüp hatırlamaya ve çözmeye çalıştığım çok şey olmuştu. ben doğduğumda acaba beni kıskanmış mıdır, neler hissetmiştir sorusu da onlardan biriydi. gerçi ikimizi de evlenene kadar ablam büyüttüğü için, hiç öyle acayip tepkiler nakletmiyor, gönlüm o yüzden biraz rahat* lakin bu filmi izlerken epey etkilenip o sorulara kapıldım yine. abimle yan yana çektirilmiş bir fotoğrafımız var, ilk fotoğrafımız onunla, 80'lerin ilk yarısında çekilmiş sanırım (zira köşesinde stüdyo olarak mecidiyeköy'deki efsane yerin ismi var, demek ki henüz oralarda olduğumuz bir zamana âit). ben ancak beş-altı yaşında gibiyim, o ise sekiz-dokuz yaşlarında olmalı. çok keyifli bir gülümseme ile elini omzuma koyup poz vermiş. sanki abi olmanın gururunu taşıyor gibi o karede. benim ise suratım ağladı ağlayacak gibi, kim bilir nereye takılmış aklım da öyle hüzünle bakmışım. (ya da tâ o zamandan belliymiş bünyeyi neyin esir alacağı.) benim için çok kıymetli bir hatıra o fotoğraf, bu filmi izleyince efkâra kapılarak yine açıp baktım. iyi ki sağlık karnesine vesikalık fotoğraf meselesi bahane olmuş da babam o arada bu kareyi de çektirmiş dedim. iyi ki elimizde ânı saklayan ve unuttuklarımızı hatırlatan böyle güzellikler var...

    neyse, serbest çağrışımın hüznüne daha fazla kapılmadan filme döneyim: kun'un tüm agresifliğine rağmen (tam da bu tip çocuklardan hoşlanmıyorum zira) hayal dünyası çok sevimliydi. tren macerasında ayakkabılarını çıkarıp camdan öyle bakması ise çok hoş bir detaydı. şimdi nerede öyle çocuklar, aksine, veletlerin araçlarda ayaklarını bir burnumuza dayamadıkları kalıyor!
hesabın var mı? giriş yap