• adam phillips tarafından kaleme alınan, odağına shakespeare oyunlarını ve freud'un fikirlerinin yerleştirilmiş olduğunu gördüğümüz zihin açıcı kitap.
  • çok da bir şey kaçırmamışız.

    ben örneğin bu kitabı bugüne kadar okumayarak çok da bir şey kaçırmamış olduğumu düşündüm.

    hatta okuduktan sonra "ne okudum ben şimdi?" dedim.

    daha önce üzerine hiç düşünmediğim konular hakkında (hüsran, kavrayamamak, yanına kar kalmak, çıkıp gitmek, tatmin, deli rolü) yazar yorumlarını, görüşlerini, aklına takılanları çeşitli edebiyat eserlerinden alıntılar yaparak yazmış.

    *

    diyor ki hüsran üzerine:

    "şayet birisi sizi tatmin edebiliyorsa, hüsrana da uğratabilir. sadece tatmin edebilen biri hüsrana uğratabilir sizi."

    "aşık olduğunuz insan aslında rüyalarınızın erkeği ya da kadınıdır; daha tanışmadan önce onu hayal etmişsinizdir.(...) o kişiyi o denli net bir biçimde ayırt edebilmenizin sebebi onu bir anlamda zaten tanıyor olmanızdır; onu bunca zamandır beklemiş olduğunuz için ezelden beri tanıyormuşsunuz gibi gelir."

    kavrayamamak üzerine:

    "kimse bir şeyi -yapılan espriyi, ne dendiğini, neler döndüğünü- kavrayamayan kişi olmak istemez. kavranamayan şey yine bir arzu nesnesidir. onu istediğimiz için kavramak isteriz. istediğimiz, esprinin verdiği hazdır, bu haz esprinin komik gelmemesinden kaynaklanıyor olsa bile. her koşulda kavramamız gerektiğini düşünürüz."

    "kavramamak çoğunlukla dışarıda bırakılmak anlamına gelir. dışında kaldığımız şey kavrayanlardan müteşekkil grup ve kavramanın sağladığı hazdır."

    "var olan tek fobi kendini bilme fobisidir. (...) kim olduğumuz her daim ziyadesiyle gözümüzü korkutur."

    yanına kar kalmak üzerine:

    "size ait olmayan bir şeyi alırsanız ve bu yanınıza kar kalırsa o şeyle ne yapabileceğinizi bulmanız gerekir. kurallar onları çiğnemek mümkün değilse bir anlam ifade etmez."

    "searle insanları ulus-devletleri için ölüme yollamanın hükümetlerin yanına 'organize şiddet tekeli' vasıtasıyla kar kaldığını söyler."

    çıkıp gitmek üzerine:

    "okur hep başka bir yerde olmak, en azından kendi düşüncelerinde kaybolmak ister. her okumada bir kaçış kipi vardır."

    "çekip gittiğimizde, sanki çok biliyoruzdur: kalırsak ne olacağı hakkında, bilebileceğimizden çok daha fazlasını biliyormuş gibi davranırız."

    "bazen -belki de çoğunlukla- deneyimlediklerimizden ziyade deneyimlemediklerimiz hakkında daha fazla şey bildiğimizi düşünürüz; deneyim yaşamama tecrübesine taktığımız ad 'hüsran'dır."

    "insan ancak bir durumdan kurtulamadığı, çıkıp gidemediği takdirde ne olacağını bildiğini düşünüyorsa çıkıp gitmeye kalkışır."

    "çıkıp gitmek, kalırsak ne olacağı hususunda tahmin yürütmeyi içerir ve bu tahmin neleri kaçıracağımızla ilgili bir hikayedir her zaman."

    "neden yaşamadığımız olaylar hakkında yaşadıklarımızdan daha fazla şey biliyormuş gibi görünürüz? çünkü çıkıp gitmeyi sadece bu mümkün kılar."

    tatmin üzerine:

    "tatmin gerçekleşmeden önce zihnimizde vuku bulur."

    "çocuk, karnı acıktığında kendisini tatmin edecek nesnenin kontrolünün onda olmadığını anlamaya başlayınca, buna çare olarak memeyi hayal eder."

    deli rolü üzerine:

    "delilik ve deliymiş gibi davranmak bariz biçimde hüsranla, kavrayamamakla, yanına kar kalmakla ve tatminle ilintilidir."

    "deli rolü yapmak insanların ilgisini başka türlü çekmekle alakalıdır.(...) tiyatro deliliğin panzehiri olmuştur."

    "delilerle ilgili bizi dehşete düşüren şey öngörülemez olmalarıdır."

    dedim ya, daha önce hiç bu kavramlar üzerine düşünmemiştim. yazar bunları düşündürmekle kalmayıp bir de garip gureba sorular sormuş:

    örneğin:

    "kavramak bize bir çeşit haz veriyorsa, kavrayamamanın, dışarıda bırakıldığımız ya da hiçbir fikrimizin olmadığı durumların getireceği hazlar nelerdir?"

    "kitaplar bizim okumamızdan ne öğrenir?"

    "tatminin ne olduğunu zaten biliyorken, neye benzediğini nasıl keşfedebilirsiniz ki?"

    "kimse anlamıyorsa delinin sarf ettiği sözler söz müdür?"

    *

    ne bileyim ben?
  • britanyalı psikoterapist adam phillips'in denemelerden oluşan kitabı
    --- spoiler ---
    hüsran üzerine adlı bölümden

    yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır.

    başkalarının bizi değiştirmesine müsaade etmektense her şeyi yok etmeyi yeğleriz, zira hayatımızın başında birtakım insanların bizi nasıl değiştirdiğine dair güçlü hatıralarımız vardır.
    ...
    eğer bir anne başlangıçta çocuğunun isteklerini karşılamak suretiyle ona yaşadığını hissettirebiliyorsa, aynı şekilde yokluğuyla da bir boşluk hissetmesini sebep olabilir.
    --- spoiler ---
  • akşam kahve içmek için sözleştiğimiz kardeşimi beklerken ve istiklal'de turlarken mephisto'da denk gelip içini karıştırıp aldığım, metroda başlayıp evde bitirdiğim ve bende hayal kırıklığı yaratan, ağır bir dille yazılmış, aynen bu entry'deki gibi başı sonu belli olmayan uzun cümlelerle dolu ve benim kabul edilebilir entellik ya da soyutluk sınırlarımın ötesindeki kitap.

    başlığın ilk iki entry'sini giren arkadaşları ise tebrik ederim, zira kitabın yegane alamet-i farikası olan alıntıları özetlemişler; bunları okuyan biri kitapta da daha fazlasını bulamayacağını bilsin ve kaybetmediği zaman için bize teşekkür etsin. ben de geleneği bozmayarak kitaptan bir alıntıyla bitireyim:

    "kafamızdaki ideal insan, gerçek insanlarla gerçek ilişkiler içine girmekten kaçış noktamız olur."
  • “'saplantı nevrozuna yatkınlık' (1913) başlıklı yazısında freud, "ahlakın kaynağını açıksarken, gelişim sıralamasında nefretin sevgiden önce geldiğini göz önüne almalıyız," derken, bir şeyden -mesela gereksinim duyulan bir insanla kurulan ilişkiden- kurtulma, çıkıp gitme isteğinin hep o şeyin (bu bağlamda ilişkinin) içine girme isteğinden önce geldiğini söylüyordu. nefret sevgiyi önceliyorsa ilişkiden çıkmak da ilişki içine girmeyi önceler ve freud ahlakın kaynağında bunun yer aldığını belirtir. sevgi nefretle başlar. sevgiyi önceleyen, ne istemediğimizi, neyin dışına çıkmak istediğimizi bilmemizdir. biraz irdelemek gerekse de, ahlakın kaynağının bu olması -en azından freud'un bakış açısına göre- şaşırtıcı değildir. [...] insan öznesinin başlangıçta başkalarıyla ilişkiden, karşılıklı alışverişten kaçmaya çalıştığı, ancak bu kaçma teşebbüsü sayesinde ilişkiye girebildiği fikri paradoksaldır. [...] freudcu çerçevede insan, bir şeylerin içine -ya da en azından en çok arzu duyduklarının içine- ancak onların dışına çıkmaya çalışarak girebilir. içeri giriş, çıkış kapısındandır." (s. 112)
  • şu an bu kitabın 95. sayfasındayım, 95 sayfasını okuduktan sonra bende yarattığı ilk duygu; bu kitabı bir bitirsem de çabucak diğer faydalı kitaplara geçsem. elimde okunmayı bekleyen 15 kitap arasından bu kitabı seçtim deneme tarzı ve psikanaliz-freud ikilisinin ilgimi çekmesinden dolayı ama gel gör ki adam kitabını shakespeare ve bir kaç kavram üzerine kurmuş freud dışında, bu da shakespeare'nin kitaplarını okuyup yutmanı gerektiriyor çünkü adam yazarken sanki biz shakespeare uzmanıyız gibi düşünerek yazmış.

    bu adamın çocuk psikanalizinden bahseden kreşteki yabani adındaki bir kitabını da askere giderken yanımda götürmüştüm orda okurum diye ama kitabın dili o kadar kötüydü ki zar zor bitirip kendime çok kızmıştım nasıl bu kitabı yanıma alırım diye.

    keşke bu kitabı satın almadan önce ekşi sözlüğe baksaymışım çünkü yukardaki yazarlar kitapta geçen hemen hemen bütün önemli düşünce ve yazıları alıntılamışlar, kitap kötü değil ama zamanı sınırlı bir insan için iyi bir seçim değil, hüsran-kavrayamamak-yanına kar kalmak-çıkıp gitmek-tatmin-deli rolü gibi kavramları bir kaç insanın görüşleri doğrultusunda inceleyip kendi görüşlerini de ortaya koyarak kitabı yazmış, kitapta geçen saydığım kavramlar şu anki hayatımda pek ilgi çeken kavramlar değil, ilgi çekse bile anlattıkları gerçekten pek ilgi çekici gelmedi bana. yine de kitaptan bir kaç beni üzerinde düşündürten yazısını alıntılamak istiyorum:

    *psikanaliz tedavisinin amacı kişinin kendisini daha iyi anlamasını sağlamak mıdır yoksa onu istediği gibi arzulayabilmesi için özgür kılmak mı?

    *psikiyatrik tanılar kavrayamadığımız insan kalmasın diye vardır.

    *başkası hakkında farkında olmadan bilmek istediğimiz şey, bizi ona duyduğumuz arzudan kurtaracak olan şeydir. bu durumda, birinin girdisini çıktısını bilmemek ya da kavrayamamak arzunun korunması tasarısının önemli bir parçasıdır.

    * bilmenin yanı sıra bilmemeyi de öğrenebilir miyiz ve bundan nasıl bir fayda doğar?

    *insanlar bizi hüsrana uğratarak gerçeklik kazanır; hüsran duygusu yaratmadıkları müddetçe fantazi figürleri olarak kalırlar.
  • kapağının ve isminin satışına etkili olduğunu düşünüyorum. psikolojiyle içli dışlı değilseniz anlamanız çok zor. üstelik hamlet’i ve othello’yu da okumuş olmanız lazım.
  • “lacan, seminerler’inde şöyle yazar: “analitik bir bakış açısından insanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır.” ve tragedyanın bize gösterdiği şey de şudur: “arzuya erişmek sadece tüm korkuların değil tüm acımanın da aşılmasını gerektirir çünkü kahramanın sesi hiçbir şeyin -özellikle de bir başkasının iyiliğinin-karşısında titremez.” arzunuzun ne olduğunu nereden bilebilirsiniz? bir şeye ihanet ettiğinizde kendinizi suçlu hissediyorsanız o şey arzunuzdur; burada söz konusu olan başkasına değil de kendinize ihanet etmenizdir. hatta lacan için suçluluk duygusunun kaynağında kendine ihanet etmesi yatar. acımasızlık konusunda başarısızlığa uğradığımız için acı çekeriz. “
  • kitapta sürekli olarak freud böyle dedi, shakespeare othello da şunu anlatmış. hamlet te şöyle. o şunu demiş bu bunu vs. vs. bu şekilde belli 20 30 farklı kaynaktan alıntılar var, bitmez tükenmez alıntılar.

    hani kitapları okur ve bir şeylerin altını çizersiniz ya adam phillips de böyle yapmış okuduğu şeylerin içinde altını çizdiklerini bir kitapta toplamış. bir sonuca da varmıyor. deneme işte. bağlantısız şeylerin bir araya gelmesi gibi geldi bana.
hesabın var mı? giriş yap