• sosyal teorisyen ve aktivist murray bookchin, burlington, vermont'daki
    evinde 30 temmuz pazar sabahı öldü. yarım yüzyıla yayılmış verimli bir
    yazarlık, eğitmenlik ve politik aktivizm kariyeri süresince bookchin,
    ekoloji, diyalektik felsefe ve sol liberterlite kök salmış yeni bir
    anti-
    otoriter bakışa ilerlemişti.
    1950ler ve 60lar boyunca, solda marksizmin önceliğini sorgulayarak ve
    çağdaş ekolojik ve kent eleştirilerini genel olarak sermaye ve sosyal
    hiyerarşiye bağlayarak, sosyal felsefe ve eleştirel teorinin temelini
    inşa etti. 60ların ortalarında, ulus devletlerin artan merkezileşmesi
    ve
    konsolidasyonuna karşı, halka ait doğrudan demokrasi araçlarıyla yerel
    politik iktidarı iyileştirmeye çabalayan "sosyal ekoloji" adı verilen
    yeni bir politik ve felsefi sentez ortaya koydu.

    pek çok toplumsal hareket bookchin'in fikirlerinden yararlandı, ama o,
    1960'ların sonunda marksizm-leninizm'e yönelen yeni sol'a, mistisizm ve
    mizantropi eğilimleri gösteren radikal çevre hareketine, 1990'larda
    bireycilik ve yaşam tarzı üzerine odaklanan anarşistlere karşı yaptığı
    gibi, bu hareketler içindeki bazı akımları şiddetle eleştirmeye devam
    etti. 1990ların sonunda, 30 yılı aşkın bir süre en yaygın olarak
    tanımlandığı politik gelenek, anarşizm ile bağlarını kopardı ve
    komünalizm olarak adlandırdığı yeni bir politik görüşü ortaya attı.

    murray bookchin'e birkaç ay önce ölümcül bir kalp rahatsızlığı teşhisi
    konmuştu.

    kaynak: uzlaşma yok! haber sitesi
  • özgürlüğün ekolojisi, kentsiz kentleşme ve ekolojik topluma doğru kitapları ayrıntı yayınlarından çıkmıştır. özgürlüğün ekolojisi adlı kitap çıkmakla kalmamış tükenmiştir hatta. yakında yeniden basarlar diye ümit eden koca bir güruh vardır. basarlar umarım.
  • akıl bedenden, doğadan üstündür diyen nevi şahsına münhasır insan. marksizmden kaçarken doluya tutulan ekolojist.
  • (bkz: komünalizm)
  • “bilimimiz ütopya, gerçekliğimiz eros, arzumuz devrim” diyen ütopik adam.
  • (bkz: ekolojik bir topluma doğru)

    "bir halk teknolojisi vizyonu ortaya atmalıyız; yani, bireyin anlayabileceği, kontrol edebileceği, koruyabileceği ve hatta kurabileceği pasif, basit, ademimerkezi güneş, rüzgar ve gıda-üretim teknolojileri."

    adam yıllar önce yazmış.

    peki bu konuda bize nasıl bir görev düşüyor. hemen yapabileceğimiz bir şey yok mu?

    35 farklı fonksyonu olan süpersonik son teknoloji ürünü bir fırınım olsa mesela; komşulara, arkadaşlara, şuna buna çok deli hava atarım. herkes beğenir. süper olur. tabi ben böyle bir fırını elde edebilmek için çok fazla parayı gözden çıkarabilirim. böylece bu fırını üreten firma çok kar eder ve teknoloji bu minvalde gelişir.
    sermaye ile eko-teknolojiler arasında bir savaş var ve bu savaş tüketicinin zihninde cereyan ediyor.
    basit ve küçük olanın tarafına geçelim. safları sıklaştıralım.

    aksi halde lüks tüketim sevdamız yüzünden teknolojinin evrimi ekolojik dengeyi sallamayan bir yolda ilerleyecek ve bir süre sonra tüm teknolojik altyapıyı lüks tüketim odaklı olarak gelişecek. icabında değiştirmek çok zor olacak.

    kendimizi değiştirebiliriz.

    "herkesin karar alma süreçlerine özgürce katılabildiği ve tüm maddi yaşam araçlarının komünal olarak sahiplenilip üretildiği ve bölüştürüldüğü bir özyönetim olmaksızın ademimerkezileştirme talebi katıksız bir cehaletperverliktir." diyor sonra. hmmm...

    komünal olarak sahip olmamız gereken yaşam araçları nedir? üretim araçları ne olacak peki? yani ideolojik bir hırs ile üretim araçları el değiştirdiği zaman, yine bu hırs tarafından körüklenen yeni bir çeşit güç istenci olmayacak mı? yeni bir kapitalizm fraksiyonu doğmayacak mı?

    yani hırs nefret ve hiyerarşi üzerine bina edilmiş olan düzeni, yine hırsla, nefretle ve bir hiyararşik yapının sistematik çabalarıyla yıksak bile. yerine ne getirebiliriz ki bu kafayla?

    ve diyor ki "gönüllü basitlik" yeterli değil. "doğrudan eylem" lazım. bu durumda hassas bir denge var. yani ben bir bireysem senin çizdiğin ideolojik şablona nasıl iman edeyim? ve buna ek olarak, eğer sana iman edersem yeni oluşacak düzen içerisinde de bir iman ihtiyacım olacak. yine hiyerarşi. yine tahkküm afedersin. bu ideolog uslubunu anlamıyorum. güzel anlatmışsın iyi hoş ama, okuyucunun sana iman etmesi ve düzeni senin istediğin şekilde değiştirmesi gerekliliği nasıl bir düşünce? neden bu kadar kesin konuşuyorsun? ben senin öngördüğün kitle hareketinin inanmış bir neferi mi olmalıyım yani, bana düşen bu mudur?

    ben yola çıktım, bi nükleer santrali basacam hadi görüşürüz...

    tüm düşünenler için eric hoffer dan geliyor: the true believer
  • daha önceden basılmış bir kitabıyla şimdiye kadar türkçeye çevrilmemiş bir kitabını aram yayınları temiz bir çeviriyle türkçe'ye kazandıracak. demokratik özerklik tartışmalarına bir de buradan bakmak bence çok mühim şeyler kazandırabilir hepimize.
  • (bkz: ekolojik bir topluma doğru)

    proleterya diktatörlüğüne sıcak bakmayan adam.

    evet. ben de sevmiyorum. kapitalizmin yeni bir biçiminden ibaret çünkü. ayrıca sidik yarışı ile olacak iş değil bu.

    bookchin diyor ki:

    “büyük burjuva devrimleri zamanları için tamamen yeterli olduklarından “teknik olarak” başarısız (yani, gücü radikal “hayalci terörist” lere kaptırmış) göründükleri yerlerde bile toplumsal olarak başarı kazandılar. ne ordu ne de mutlakiyetçi toplumun kurumları darbelere dayanabildiler. en azından, başlarda, bu devrimler, hemen hemen tüm toplumsal sınıfları aristokrasi ve monarşiye karşı birleştirerek, hatta aristokrasi içinde bölücülük yaparak “genel irade” nin bir ifadesi olarak ortaya çıktılar. buna karşın, tüm “proleter devrimler” başarısız kaldılar; çünkü teknolojik dayanakları, tahakküm altındakilerin tahakkümü nihai olarak yok edebilecekleri tek zemin olan “genel irade” nin maddi olarak pekiştirilmesi için yetersizdi. bu yüzden, ekim devrimi, leninist, troçkist ve stalinist mit aksini söylese de “teknik olarak” başarılı olmakla birlikte toplumsal bakımdan başarısızlığa uğradı; aynı şey asya ve latin amerika’daki “sosyalist devrimler” için de geçerlidir. “proleterya devrimi” ve zamanlaması birbiri için yeterli olduğunda –ve özellikle bu nedenle- devrim artık “proleterya devrimi”, burjuva toplumunun tikelleşmiş yaratıklarının, onların çalışma etiğinin, fabrika disiplininin, endüstriyel hiyerarşisinin ve değerlerinin eseri olmayacaktır. devrim, kelimenin gerçek anlamında halkın devrimi olacaktır.”

    ne yapmalı sorusu ile ilgili olarak da bir şeyler söylemiş. ona göre devrim anı kestirilemez. hem bilinçli birikimlerin hem de kendiliğindenliğin bir sonucudur. olur. devrimcilikle ilgili olarak, diyor ki:

    “devrimcilerin sorumluluğu devrim “yapmak” değil, başkalarının devrimci olmalarına yardım etmektir. bu etkinlik ancak birey olarak devrimcinin kendini yeniden yapmaya girişmesiyle başlar. kuşkusuz, böylesi bir görev kişisel bir boşlukta üstlenilemez; sevgi dolu ve karşılıklı yardımlaşma yanlısı olan benzer türden öteki insanlarla girilen varoluşsal ilişkileri önvarsayar. devrimci örgüt kavramı anarşist ilişki grubunun dayanağını oluşturur. bir ilişki grubunun üyeleri kendilerini, etkinlikleri ve yapılanmaları, josef weber in sözleriyle, “herkes için şeffaf” olan kız ve erkek kardeşler olarak görürler; onlar kumanda mevkilerine yükselmeye değil, içinde faaliyet yürüttükleri geniş cemaatlerin mücadelesini ve bilincini yükseltmeye çalışırlar”

    tahakküm nedir? bağımlılık hiç olmayacak mı? hiyerarşi felan, nasıl olacak bu işler diye de düşünebiliriz. bookchin diyor ki eskiden böyle şeyler yokmuş:

    “…bu erken dönem hiyerarşik olmayan bakış açısı, büyük oranda, gizemle yüklüdür; o zamanlar sadece bitkiler ve hayvanlar değil, rüzgar ve kayalar bile canlı olarak görülürdü. bunların her biri, yine de, insanın ötekinin ne altında ne de üstünde olduğu, her şey ve herkes gibi katıldığı bir bütünün tinselleştirilmiş öğesi olarak görülüyordu. ideal haliyle, bu bakış açısı kökten eşitlikçiydi ve topluluğun eşitlikçi doğasını yansıtıyordu. eğer dorothy lee nin winto yerlilerinin sözdizimine ilişkin çözümlemesini kabul edersek, tahakkümün herhangi bir dilsel biçimi dilde bile yoktu; bundan dolayı bir winto anne çocuğunu gölgeye “taşımıyor”, onunla birlikte gölgeye “gidiyor”du….”

    avatar gibi lan...
  • yeşil kapitalizm denen saçma-yancı mefhuma her kitabında ayar üstüne ayar verir bu abimiz, misal;

    “kapitalistik piyasa ekonomisinde ‘büyümenin sınırları’ndan bahsetmek, savaşçı bir toplumda savaşın sınırlarından bahsetmek kadar anlamsızdır. birçok iyi niyetli çevreci tarafından seslendirilen ahlaki dindarlıklar, çokulusluların ahlaki dindarlıklarının manipülatif olması kadar naiftir. kapitalizmin büyümeyi sınırlamaya ‘ikna edilmesi’, bir insanoğlunun nefes almayı bırakmaya ‘ikna edilmesi’ne benzer. kapitalizmi ‘yeşilleştirme’, onu ‘ekokojik’ kılma girşimleri, sonsuz bir büyüme sistemi olan sistemin doğası nedeniyle başarısızlığa mahkumdur.” (murray bookchin, remaking society, s. 93-94)
hesabın var mı? giriş yap