• alakalı olarak; (bkz: akhenaton)
  • http://www.fotokritik.com/706063

    "freud benim için öncelikle "musa ve tektanrıcılık" kitabının yazarıdır. "bir kitap okudum ve hayatım değişti" demek ne kadar doğru olur bilemem ama sarsıldığımı, sallandığımı, çevre’nin ve aile’nin zihnimde kurduğu düşünce sisteminin parçalanıp kırıldığını söylemek isterim. ben bu kitabı sadece freud’un yazdığı haliyle değil, kendimce yaptığım eklemelerle geliştirdiğimi düşünüyordum [bu geliştirme işi başkaları için değil], elbette freud’un derdi ile benim derdim temelde örtüşmüyor olabilir, ama ’sistem analizi’ yapmak için bir yöntem önerisi olarak da okuyor ve başka durumlara/kültürlere uyguluyorum ve bu çok eğlenceli ama bir o kadar da dokunaklı sonuçlara neden oluyor.

    bendeki kitap kamuran şipal’in çevirisi ve 1987 basımı (kitaplığımın "kimselere verilmeyecek kitaplar/dergiler" bölümünde duruyor). tabii basıldığı yıl değil, birkaç yıl sonra okuyabildim. dünyaya, dinlere ve hemen her türlü inanca olan fikirlerimi de değiştirdiği için çok seviyorum bu kitabı ve yazarını."

    [fotoğraf: temmuz 2007, karaköy, istanbul]
  • musa ve kavmi mısır'dan tektanrıcılıkları sebebiyle kovuluyorlar. zaten o sıralarda statükoyu tehdit eden tektanrıcı eğilimler mısır'da mevcut ve görüldükleri yerde alaşağı edilmekteler (bkz: tutankamon). musa'nın tektanrıcılğı ise ibrahim'in doktrinleri üzerine kurulu. ibrahim, yani abraham ise aslen hintli brahma'nın ta kendisi. yani bu ne demek? şu demek: musa mısır'daki bir hint ajanıdır!.. mısır devleti ve hindu milleti dönemin süper güçleridirler, ve lakin mısır'da toplumsal yapı inceden değişmiş ve tektanrıcı eğilimler ortaya çıkmıştır. mısır devleti bu eğilimleri bastırmaya uğraşırken hint devleti mısır'ın siyasi istikrarını baltalamak adına bu eğilimleri desteklemekte ve örgütlemektedir. musa, hinduizmdeki brahman düşüncesinin üzerinden tektanrıcılığı örgütleyen ajan, yahudilik ise hindistanın kurduğu mısır gladyosudur!.. ve fakat mısır devleti statükoyu çökertmemiyi yine becermiş, musa ve yandaşlarını sınır dışı etmiştir. gel gör ki sınırın hemen kenarını memleket belleyen bu gladyocu topluluk, mevcut sosyal konjonktüre cuk oturan tektanrıcılık doktrini sayesinde iyice palazlanacak, olayların üzerinden hepi topu üç beş bin sene geçtikten sonra hindistan'dan batısını silme tektanrıcı yapacaktır. ve bugün tektanrıcılık islam'a evrilmiş haliyle adım adım hindu topraklarında doğuya doğru ilerlemektedir. hindu'nun kendi silahı olan ibrahim, hindistanı arkasından vurmaktadır...
  • tek tanrı fikrinin doğuşunu yayılma ve emperyalizmle ilişkilendiren kitap. freud'un son dönem eserlerindendir. içinden çıktığı ama sanırım içinde durmadığı israiloğullarına ithaf edilmiştir. uzaktan verilmiş bir selam gibi, bir özür gibi.
  • freud'un bilimsellik iddiasının boş, zihinsel faaliyetlerinin yanlı, akademik becerilerinin zayıf olduğunun ispatı niteliğinde bir kitaptır. gerçekten farklı olanı yakalamayı beklerken hüsranla karşılaştım. bilgi işlem basamaklarını tersine çevirdiğimin farkındayım fakat bilgi-kavrama-analiz-sentez-değerlendirme sıralamasının tamamen bir zırvadan ibaret olduğunu bildiğimden bu yana önce adama bakarım, lafa değil.
    her şey değerlendirmeyle başlar. değerlendirme her basamakta vardır ve kendi başına bir basamak olarak da mevcuttur.

    "bir ulusun evlatlarından en büyüğü olarak baş tacı ettiği bir insan için o ulustan değildir demek, onu bu ulusun elinden çekip almak öyle seve seve ya da kolaycacık girişilecek bir iş değil; hele bunu yapacak olan o ulusun bir parçasıysa." cümlesiyle başlar freud. niyeti açıktır: musa bir mısırlıdır ve yahudi anlatısı onu israiloğullarından biri haline getirmiştir. çünkü o çağ düşünüldüğünde ırk bağı vazgeçilmezdir. freud'un bu dönemsel anlayışlar konusunda gösterdiği hassasiyet aklımızın bir köşesinde dursun.

    moses ismi mısır anıtlarında sıkça karşımıza çıkar. oğul anlamı taşır.(bu kendi başına hiçbir şey ifade etmez. kullanımı yaygın olan bir kelime gayet bir isme kaynaklık edebilir.)
    "elimizdeki bütün efsanelerde çocuğun evden atıldığı ilk aile uyduruk, onu alıp büyüten aile ise asıl ailedir." burdan yola çıkıp bu hikayeyi musa hikayesine uyarlarsak musa belki soylu aileden gelen bir mısırlıydı der. bütün efsanelerde bu böyle midir? freud'un cevabı yok. bir iki tane örnek verir. öyle olsa bile neden musa hikayesinde aksi olmasın? freud'un yine cevabı yok.
    peki neden cevap yoktur? kitabın satır aralarında freud benimle aynı yaklaşımı benimsediğini gösterir. değerlendirme aşaması en baştan mevcuttur. ilahi bir müdahale yoktur. dolayısı ile köylü bir çobanın bu ilkel toplumda, çoktanrılı dinden tek tanrılı dine geçişi sağlaması mümkün değildir. illa ki bir yerlerden miras almış olmalıdır. eğitim süreci şarttır.

    peki eğitim nereden alınmıştır? musa mısırlı madem, mısırlılar çok tanrılı iken musa nasıl tek tanrılı bir dine çağırmaktadır? cevabı ilk tek tanrılı din olarak kabul edilen akhenaton'a götürür. milattan önce yaklaşık 14. yy da yaşamıştır. tek tanrılı dine inanır. kanıtlar bazı mezar yazıtlarına dayanır. fakat freud için düşüncesini bu kadar yetersiz bir bilgi üzerine inşa etmek pek de sorun değildir.

    freud burada tek tanrılı din sebebi olarak sadece psikolojik sebeplerin yeterli olamayacağını söyler. sebep tabiki emperyalizmdir(anakronizm). mısır çok güçlenmiş, güneyde nubya, kuzeyde mezopotamyanın bir parçasını içine alacak genişliğe ulaşmıştı.
    "bu emperyalizm? bir evrensellik ve monoteizm kimliğiyle dine yansımıştır." der freud. fakat roma imparatorluğu bunun aksinin en çarpıcı örneğidir. roma imparatorluğunun gücünün bir nişanesi olarak pantheon (tüm tanrıların tapınağı) inşa edilmiştir(burbank, cooper, imparatorluklar tarihi). hatta kommagene krallığı helenistik dönemin ve çok tanrılı dinlerin birleşiminin çok açık bir özetidir. freud tarihi istediği zaman istediği şekilde yorumlar. tıpkı psikanalizde insan psikolojine yaptığını, tarihe de yapar.

    hatta freud bununla yetinmez, akhenaton kendi başına bunu düşünürse bile ilahi müdahale tamamen gölgelenememiştir onun için. o yüzden bu tek tanrıcı eğilimlerin mısır'a doğrudan suriye üzerinden girmiş olabileceğini iddia eder. tabi kısa sürede akhenatonun dini yerle bir edilir ve mısırlılar eski çok tanrılı dinlerine dönerler.

    ---akhenaton'un şu ilahisi hoşuma gitti: " ey biricik tanrım! senden başka tanrı yoktur!" la ilahe illallah. bütün dinlerin ortak mesajı. 6. yy da okuma yazma bilmeyen bir bedevi aynı kelimeleri tekrar etti. allah adem'den muhammed'e aynı kelimeleri tekrarladı.

    "musa bir mısırlıysa ve yahudilere kendi dinini ilettiyse, bu din akhenatonun kurduğu din yani aton diniydi." der.

    bunun bir diğer kanıtı da sünnet adetidir. sünnet adeti mısırda genel olarak yaygındır. yahudilerde de bu inanç vardır. bu adet ortadoğuda başka hiçbir ulusta görülmeyen bir adettir. semutların, babillilerin, sümerlilerin sünnete başvurmadığına kesin bir gözle bakabiliriz(yurdum ateisti için zor bir durum, çünkü onlar islamın kökenini sümerde arıyorlardı. iddialarını değiştirip melez bir inanç desinler. tayfaları için daha doyurucu bir yalan olur).

    freud sonrasında bu ortadan silinip giden akhenaton dinine musa'nın nasıl eriştiği sorusuna cevap arar. tabi arayışı kanıta dayalı değildir. bir varsayımını hakikat olarak kabul etmiştir. dolayısıyla bu hakikate ulaşmak için bırak aklı gerçeği bile eğip bükmekte sakınca görmez.

    "musa'yı akhenaton döneminde yaşamış kabul edersek ve birtakım ilişkilerin varlığını benimsersek söz konusu bilmece silinip gider.musa soylu bir devlet adamıydı. musa hırslıydı(burada tevratı esas alır). akhenatonun yaptığı hatayı yapmadı. kendine yeni dini benimsetmek için sami ırktan birilerini seçti. mısırdan rahatça çıktı zira akhanaton sonrası siyasal ortam oldukça karışıktı."
    ne kadar da bilimsel! tarihsel olaylar nasıl oluyorsa freud'un tam da istediği istikamette gelişiyor. onu haklı çıkaracak noktaya doğru evriliyor.
    freud hiçbir bilgiye sahip olmadan tamamen kendi dar ufkundan dar bir akıl yürütmeyle bu sonuca varmakta hiç sorun görmez. oysa tarih başka türlüsü olamadığı için olan değil, başka binlercesi olabilecekken olan şeylerdir. insan hayatı düşünsel fantezilerimizden çok daha kompleks şekilde gelişebilir. tahminlerimiz de hakikati inşa etmez. ve bingo! bunca saçmalığa gözü kapalı dalan freud'un akıl yürütmesindeki esas perspektifi bulun: tabiki kesinlikle tanrıya yer yoktur. kendi saçmalıkları bir mucizeden nasıl olsa daha mantıklıdır.

    musanın sabırsızlığına dair tevrattaki ifadeleri tamamen düz bir mantıkla freud şöyle değerlendirir: " musayı yüceltici nitelik taşımadığından böylesi özelliklerin gerçeği yansıttığını kabul edebilir."
    freud sosyal psikolojide yaygın olarak bilinen temel bir hatayı yapar: içerden eleştiri kanıt değeri taşır. örneğin heteroseksüel birisinin iddiasından ziyade homoseksüel birinin eşcinsellik karşıtı ifadeleri daha çok inandırıcılık barındırır. insanlar ikincisine daha fazla inanma eğilimindedirler(taylor, peplau, sears-sosyal psikoloji) freud yine benzer şekilde tevrat’ın tahrif edildiğini kabul ederken, düşüncesini destekleyecek dayanak bulduğunda ise bu tahrif edilme ihtimalini gözardı eder.

    freud yehova inancıyla mısır inancı arasındaki tezatları ortadan kaldırmak için yine bir sıçrama yapar. yehova inancı arap midyanlardan alınmıştır. zira yehova volkan tanrısıdır fakat mısırda volkan yok. batı arabistanda var. musanın dini buradaki yahudi soydaşlarının dinleriyle bir pakt imzalar adeta. iki taraftan melez bir din yaratılır. bu oldukça önemlidir zira musanın dini mısır diniyle bağdaşmayan pek çok nokta barındırır. örneğin mısır dini sihir ve büyüye çok önem verirken yahudilikte bu ağır şekide lanetlenmiştir. bunun açıklaması arabistan-mısır dinlerinin birleşimi olabilir ancak.

    roma döneminde cermenler arası yaşanan olaylardan yola çıkarak tarihsel genellemeye varır. "tarih başlangıç durumlarını yeniden diriltmeyi ve sonradan gerçekleşen birleşip kaynaşmaları ortadan kaldırıp, önceki ayrılıkları yeniden ön plana çıkarmayı sever."---mezafizik ifadeler---

    freud yahudileri mısırdan çıkarma konusunda tanrının musanın hakkını yemesine razı gelmeyecek kadar açık bir materyalisttir. tanrıya mesele ihale edilerek musanın hakkı yeniyor.

    freud’a göre tevrat asıl biçimini 5. yy da almıştır. kral davut’la ilgili kısımlar ise muhtemelen davut döneminde yaşayan birileri tarafından yazılmıştır. freud için tevrat’ın tahrif edilmesi açık bir gerçektir.

    tanrı’nın kendine ibadet için bir kavim seçip onlara ayrıcalık tanıması din tarihinde görülmemiş bir şeydir freud için. bunu bağladığı yer ise şudur: mısırlı bir tektanrılı olan musa bu dini yaymak için kendine yahudi kavmini seçmiştir. bir anlamda yehova’nın ağzından çıkan kelimeler musa’nın düşünceleridir.
    yahudilerin musa’dan önceki dini olan yehova dini başlangıçta musa’nın dinine karşı sert bir direniş göstermiş, pazarlıklar sürmüş fakat sonunda “geriye doğru bir seyir izleyerek musa’nın ilk getirdiği din haline” gelmiştir. freud bunun bireysel psikolojik analizini ileriki bölümlerde yapacaktır.

    freud’a göre musa’nın mısırdan getirdiği din soyutlaması yüksek olan bir dindi. fakat yahudi toplumunun zihinsel kapasitesi buna uygun değildi ve bu soyutlamaya direniş gösterdi. madem öyle soyutlama kapasitesi mısırlı musa’nın dininden bile daha yüksek seviyede olan islam dini, bedevi-ümmi bir topluluk olan araplar arasında nasıl yayıldı? nasıl kabul gördü?
    dikkatimi çeken bir nokta: tevrattaki cennet tasvirleri islam’la paralellikler gösterir. içinden süt ve bal akan nehirler tasviri. bunun dışında birkaç adet daha var benzerlikler gösteren.
    musa’nın hem kaba saba, savaşçı bir kişiliğe hem de merhametli, adaletli yumuşak ve itidalli bir kişiliğe sahip olması freud’u şaşırtır. olsa olsa bu iki kişinin tasviridir. fakat islam peygamberi aynen bu şekilde merhamet ve kılıç peygamberidir. iki kişi olmadığı tarih bilimi açısından sabittir. freud yine burada kendi kurgusal düşüncelerinin kurbanı olur. aklına oturmayan bir gerçeklik ifade edemez onun için. bu yüzden gerçeği bükmeye çalışır. bana göre psikanaliz gibi oldukça sübjektif bir kuram ve anlayışı tercih etmesi, bu kurgusal dünyasını hakikat olarak sunma çabasının ürünüdür. psikanaliz bilimden çok mitolojiden beslenir ve elbette mitoloji gerçeği bir yerinden yakalayıp kavrar.

    freud’a göre yahudi inancının bozucu etkisi altında kalsa da esas musa dini müritleri her zaman varlığını sürdürmüş az ve belirsiz olsa da musa’nın öğretisinin taşıyıcısı olmayı devam ettirmişlerdir. müslüman inancına göre de bu böyledir. her ne kadar tahrif edilse de semavi dinlerin muvahhidleri her zaman var olmuşlardır. bunlardan kendi nefsine esir düşmeyenler islam’ın gelişiyle birlikte müslüman olmuşlardır.

    freud sayfa 91’de benim ona eleştirimin de temelini oluşturan düşünceyi söyler. onun içinde “insan geleneklerine sadece maddi açıdan yaklaşmak, insan yaşamının olağanüstü renkliliğine karşı işlenecek bir cinayettir” der. fakat bu sözüne rağmen dini inançlara yönelik bu indirgemeci tutumunu sürdürür. en büyük din tarihçilerinden olan ve yirminci yüzyılın önemli entelektüeli mircea eliade dinsel inançlar ve düşünceler tarihi kitabının daha önsözünde freud’un bu indirgemeciliğini yerer.

    freud üçüncü bölüme ingiliz övgüsüyle başlar. sovyet rusya’yı 100 milyon insanı barbarca baskı altında tutmakla suçlar. italyan ve alman faşistlerine sert sözler yöneltir. katolik kilisesinin eninde sonunda düşmanlığını kazanacağını belirtir. çünkü sonuçta yaptığı şey dini “nevrozlara” indirgemektir. sonra da düşüncenin yaşadığı baskılardan dem vurur. kendisi büyük bir düşünür olarak baskı görüyordur ve her büyük düşüncenin kaderidir bu. fakat kurtuluşu, hükümranlığını bütün dünyayı sömürme, afyon ticareti, savaşlar, kölelik, savaş üzerine kuran ingiltere’nin özgür düşünceliliğini savunmakta ve oraya kaçmakta bulur. ayrıca durumu tersine çevirdiğimizde freud’yen ve inançsız düşünce bugün bir hegemonya olarak ortada durmakta, foucault’un epistem-bilgi parmaklığı, ismet özel’in epistemik şiddet dediği baskı türü bütün liberal düşünceye muhalif olanları gerici-batıl-bilimsel olmamakla suçlayıp marjinalize etmektedir. psikanaliz’in bir orta sınıf, protestan toplum ürünü olduğu eleştirisi bu şartlar altında nasıl reddedilebilir? freud’un bu ingiliz, orta sınıf hayranlığı nasıl inkar edilebilir? teoman duralı’nın da dediği gibi bu tam da çağdaş/ingiliz-yahudi medeniyeti değil midir?

    sonraki bölümde, önceki anlatılarının özetini yapar. yine tektanrıcılığı imparatorluk düşüncesinin ürünü olarak sunar. fakat açıkça tarihte bilinen ilk imparatorluk olan akadların çok tanrılı olduğunu yadsır veya bilmez. roma’nın, babillerin vs. aksi durumlarını görmezden gelir.
    freud psikanalize girişe şu noktada başlar: musa’nın tektanrıcı düşüncesi neden belli bir gecikmeden sonra etkililiğini göstermiştir. birey yeniye karşı duraksamaya girmekte, iç hesaplamalar yaşamakta, kendisiyle savaşmakta ve sonunda gerçeği itiraf etmek durumunda kalmaktadır. tarih de böyle yaşanmaktadır.
    yahudiler de musanın dinini bir süre ayak altı etmiş, sonradan benimsemişlerdir. hatta yazıya geçirilme musa için musanın dininin tahrifini kolaylaştırmıştır. zira geleneksel anlatı bozmaca olayına yol açan etkenlerin daha az etkisi altındaydı. ağızdan ağıza aktarılan gelenek freud için daha sahihtir.(islam öğretisi karşılıklı ezber-anlatmayla başlar, yazıya geçirilme sonraki aşamadır). freud’a göre musanın dini kaybolup gitmemiş, halk arasında bir gelenek olarak varlığını sürdürmüştür. bir ağızdan ağıza anlatı olması dolayısı ile tahrife daha az açıktır. hatta bu sözlü gelenekler giderek palazlanmıştır.
    nevrozların etiyolojisi ile din arasında paralellik kurma aşamasına başlar freud. bana göre tutarlı ve düşünmeye değer iddiaları bu bölümde üretir. her ne kadar seçmeci bir yöntem yürütse de, freud’un entelektüel seviyesinin üstünlüğü su götürmez bir gerçektir. nevrozlarda kalıtsal ve bünyesel farklılıkları kabul eder. çünkü bütün vakalarda açık seçik travmalarla karşılaşılmamaktadır. travma yaşanıp sonradan unutulan olaylardır. nevrozlar ne olursa olsun gidip bir çocukluk travmasına-yaşantısına dayanır. çocuksal nevrozun değişikliğe uğramadan doğrudan yetişkin nevrozuna dönüşümü nadir rastlanılan bir olaydır. sonradan yaşanan travmatik yaşantılara verilen nevrotik tepkiler bu çocukluk yaşantıları ile ilişkilidir. genel olarak travmaları şöyle özetler:
    a.) bütün travmalar 5 yaşına kadar olan süreçte yaşanır. 2-4 yaş özellikle önemlidir.
    b.) nevrozlara yol açan travmatik yaşantılar genellikle büsbütün unutulur. çocukluğumuzu hatırlamamızın sebebi budur.
    c.) bunlar cinsel ve saldırgan niteliktedir.
    freud’a göre bu çocukluk yaşantılarını unutmanın sebebi travmalardır. bunu psikanaliz tamamen ortaya çıkarmasa da içeriğini haber verebilir. freud’un genel anlamda psikanaliz kuramı için temel bir varsayımı teşkil eden bu düşüncesi güncel nörobiyolojik çalışmalar tarafından çürütülmüştür.
    “ bu dönemde, epizodik belleğin yerleştiği, hipokampüs, ön frontal loblar henüz gelişmediği için kalıcı bellek oluşmayacaktır. bu nedenle iki yaş öncesi çocukluk anılarının canlanamayacağı kanaati vardır. iki yaş öncesi anımsanan anıların sonradan telkinle kazandırılan bellek inşaları olduğu düşünülür.” uzm. psikiyatr serpil yandı vargel, psikeart sayı 60-nörobilim

    freud tarafından psikanalizin saç ayaklarından biri olarak öne sürülen bu iddia çürütülmüştür. psikanalizin daha bir çok konuda temelleri zayıftır. bunun üzerine inanç inşa eden kişiler araştırmalarını yönlü şekilde yapmalıdır.(güçlü olduğu alanları görmezden gelemeyiz)
    freud bu çocukluk dönemi yaşantılarının, baskı sonucu unutulanların eninde sonunda geri döneceğini söyler. “baskılanmış olanın geri dönüşü”

    “bu bireyin yaşamındaki nevrotik durum dizaynı toplumlar için de geçerlidir. erken yaşta travma, kendini savunma, uyuklama evresi, nevrotik rahatsızlığın patlak vermesi, bilinçdışına baskılanmış nesnenin kısmen geri dönüp gelişi: nevrozun oluşumu için saptadığımız formül budur.” bu formülü yahudi kavmine uygular.
    insanoğlunun ilkel dönemlerde güçlü bir babanın egemenliği altında sürüler halinde yaşadığını, sürü içindeki erkeler büyüdüğünde iğdiş ediliyor, öldürülüyor veya sürüden atılıyordu. bunlar sonradan geri dönüp babayı öldürüyor ve onu yiyordu. bu anlatıya dair freud’un dayanağı darwin’dir. fakat ilkel toplumlara dair güncel çalışmalar bunu doğrulamamıştır. aksine ilkel toplumda şiddetin daha kısıtlı ve karşılıklı bağlılığın ve yardımlaşmanın daha fazla olduğunu öne süren tezler yaygındır.( f. engels’in çalışmaları, pierre clastresin şiddetin arkeolojisi kitabı )

    sonraki dönemde ana erkil dönemin geldiğini iddia eder freud. fakat eliade’den biliyoruz ki anaerkil dönem tarımsal toluma geçişle ortaya çıkmıştır. freud, bu akademik! çalışmasının kaynakçasında sıkça frazer gibi akademisyen dahi olmayan birinden faydalandığı için onun bu tür sonuçlara varması bir anlamda “doğaldır”.
    freud her ne kadar yahudi inancına saldırsa da yahudi kavmini övmekten geri kalmaz. ticari yetenekleri gelişmiş, uygarlık yaşantısına ciddi katkıları olan, en katı kıyımlara rağmen varlığını sürdürmüş bir kavimdir onlar. hristiyanlık ilk baba’ya olan günahını kabul ederek tektanrıcılıktan uzaklaşmayı kolaylaştırmıştır. diğer putperest inançları bünyesine almış ve yozlaşmıştır. yahudiler ise bu günahı reddederek tutucu olmuş ve tahriften daha az etkilenmiştir. hristiyanların yahudi düşmanlığına gelince: hristiyanlar ilk günah olan ilk baba’yı öldürmeyi kabul etmelerine ve itiraf etmelerine rağmen yahudiler ısrarla bunu reddetmektedir. fakat hristiyan mezheplerinin ortaçağ boyunca süren ezoterik ve perhizci yanını yine göz ardı eder freud. ona göre bu katı perhizci yapı yahudiliğe özgüdür.

    freud bu toplumsal-tarihsel yaşantıların bireyin yaşantısında, hafızasında, çocukluğunda tekrar nasıl tezahür ettiğini göstermek için jung’a sığınır. zira bu yaşantılar binlerce yıldır devam etmektedir ve genetik kodlarımıza işlemiştir. bir arkaik mirasımız vardır. ilk baba’yı öldürmeye ve onu ilahlaştırmaya dayanan.

    freud sayfa 165 de kendi kuramına savaş açar adeta. bireyin yaşamında ortaya çıkan nevrozlarda bireysel yaşantıyla ilişkilendirilemeyen fakat önceki kuşakların yaşantısıyla bağ kurulduğunda anlaşılabilen olayların pek bol olduğunu söyler. peki freud’a göre bu ne demektir? iyi bir psikolog olmanın yolu iyi bir antropolog olmaktan mı geçmektedir? ya da mitoloji bilmekten? veya tarihçi olmaktan? freud’un kuramının, daha lise döneminde oidipus üzerine hazırladığı ödevle ilişkisi nedir? bu ödev yunan kültürü değil de sümer kültürü üzerine olsaydı bu psikanaliz kuramını, güncel psikoloji bilimini ne kadar etkilerdi? ne kadar değiştirirdi?ödevi oidipus üzerine değil de homeros’un odysseisa’sı üzerine olsaydı nasıl bir bilim! ortaya çıkacaktı?

    freud ısrarla ilk tektanrıcı ikhanaton’un bu tektanrıcılık anlayışını uzak doğulu olan annesinden aldığını söyler. kaynakçası tabiki açık bir yalancı olan frazer’dir. “ikhanaton’nun annnesi teje’nin mısırlı olmadığı yolunda zaman zaman savunulan görüşten, firavunun anne ve babasının theben’deki mezarının ortaya çıkarılışından sonra vazgeçilmiştir.” aynı kitabın 117. dipnotu…

    türkiyenin sayılı antropologlarından ve akademisyenlerinden(türkiyede akademi de yok akademisyen de) profesör bozkurk güvenç’in, freud’un düşüncesini üzerine kurduğu ve kaynakça bölümünde kullandığı 14 yazardan biri olan frazer’e(3 kitabını kaynakça göstermiş, daha fazla kitabını kaynakça olarak gösterdiği yazar yok, zaten freud’un kaynakçası çok zayıf) dair yorumu:
    “evrimciler, antropolojinin yalnız ilkel toplumlarla uğraşan bir dalı olarak tanınmasında da büyük rol oynadılar. çünkü incelenen ve evrim merdiveninin alt basamaklarına yerleştirilenler çoğunlukla batıya göre daha ilkel olduğu rahatça kabul edilen toplumlardı. ilkellerin törenleri üzerinde altın dal adlı ünlü etnolojiyi derleyen frazer adı geçen toplumlarda araştırma yapıp yapmadığını soran meraklıya “allah göstermesin” yollu bir cevap vermiştir. evrimciler, yetersiz ve elverişsiz malzeme ile yüksek evrim anıtları dikmeye kalkışmışlardır. tarih kuramlarında belge ve arşiv o kadar az kullanılmıştır ki, anıtlar dokunulduğu yerden yıkılmıştır.” freud burada bahsi geçen frazer’den sıkça yararlanmış hatta altın dal kitabını kaynakça olarak göstermiştir.

    freud’a göre anaerkil düşünceden tekrar ataerkil düşünceye geçiş düşüncenin duygu üzerindeki zaferini de simgeler.
    freud iç güdüsel istek, bunun seyri, yarattığı travmatik durumlar üzerinde sıkça durur. fakat din nasıl sorusunun değil neden sorunun cevabını arar. freud nedene dair hiçbir şey söylemeden nasılla ilgilenerek dine açtığı savaşı sürdürür.

    freud sayfa 195 de düşünsel olarak beni etkileyen iddialarında birini öne sürer. insan daha güç, daha saçma olana daha yüce gözle bakmakta bundan duyduğu gururu da yalnızca bir zorluğu yenmenin bilinciyle narsizminin güçlenmesi oluşturmaktadır. “credo quia absurdum”- inanıyorum çünkü saçma bunun sebebidir. din saçma olana inanarak bir narsisistik doyum sağlar. sormak gerekir yine: peki bu saçma olana inanış psikanaliz için ne kadar geçerlidir? yeterli bilgiye sahip olmadan saçma şekilde inançsız olmak bunun içine girer mi?

    dinde içgüdüsel el çekişin asıl olduğunu iddia eder freud. hatta bu tanrıya inanmanın bile ötesindedir. bütün peygamberlerin asıl söylediği ahlaklı ve erdemli olmaktır. bu söylediği en azında islam dini için geçersizdir. allah’a inanmayan biri ne kadar erdemli ve ahlaklı olsa da hüsrandadır.

    freud’a göre kutsal olan ilk baba’nın yasakladığıdır. bu anlamda kutsal olan aynı zamanda kötü ve lanetlidir. kutsal veya kötü olanla kurulan fetişist ilişkileri açıklaması nedeniyle kayda değer bir çıkarımdır bu. (homo sacred ve hadji girl)

    sayfa 213 de şöyle der freud: “ …insandaki ruh yaşamının gerçeği benimsemeye eğilim taşıdığı saptanabilmiş değildir. tersine, usumuzun her türlü uyarmadan yoksun kolay yaratabileceğini, hiçbir şeye hayallerimize uygun şeyler kadar kolay inanamayacağımızı, bu konuda inanılacak şeyin gerçeklik ölçüsüne aldırış edilmediğini deneyimler ortaya koymaktadır.” böyle bir iddia şunu dolaylı yoldan söylemektedir: insan arzu, zevk, travma vs etkisi altında seçimlerini yapmaktadır. akıl bilinç dışının sürekli manipülasyonu altındadır. peki freud’un kendi düşüncesinin bilinç dışındaki arzu veya travmalarının ürünü olamadığı ne malumdur? buna dair test edilebilecek veya gözlemlenebilecek deliller mi öne sürmektedir, hayır. zira kuramı iç gözleme dayanmaktadır ve psikanalizin kurucusu freud olduğuna göre kendi bilinç dışının denetleyicisi ancak kendisi olabilir. kendi iddiasının delili olarak yine kendini öne sürmek!

    freud devamında bu çalışmadaki amacını özetleyip kısaca çalıpmanın eksiklerinden bahsedip kitabını tamamlar.
    burada kamuran şipal’in musa ve tektanrıcılık kitabı çevirisi esas alınmıştır.
    kendi gösterdiğim kaynakçaların ilgili bölümlerinin fotoğraflarını isteyen kişilere atabilirim.
  • freud almanya’da yükselen yahudi nefretinin çok derinlerde olduğunu düşünerek musa * ile başlayan süreci bu kitabında inceliyor.

    serol teber radyo programında bu konuyu şu cümlelerle anlatıyor:

    “musa denen adam ve tektanrıcılık freud’un son büyük yapıtıdır. son yapıtı ve arkasında çok büyük tartışmalar bırakan bir yapıt. hatta yapıtın yazılması bittikten sonra pek çok din adamı, pek çok teolog, pek çok filozof ve meslektaşı freud’a gelip, böyle bir kitabı, böyle bir günde, böyle bir tarihsel zaman dilimi içinde yayımlamamasını rica ediyorlar. ama buna rağmen freud, inanılmaz bir kararlılıkla, “bilimsel gerçekler eğer bir takım yeni doğrulara işaret ediyorlarsa, biz bir ulusun yazgısı pahasına da olsa onları söylemekten vazgeçemeyiz” diyerek, altını çiziyor yapıtının. bu da bir tavır alış örneği. bu yapıtın, musa denen adam ve tektanrıcılık kitabının birinci bölümü, aslında 1934’lerde viyana’da tamamlanmıştır. son bölümü ise 1938’de londra’da sürgündeyken, freud’un da son günlerinde tamamlanmıştır ve o sıralarda freud’un en büyük amacı, ölmeden bu yapıtı tamamlayıp, yayımlanmasını görmek, hatta bu yapıt üzerine olan eleştirileri duymak ondan sonra da yaşamını noktalamaktır. son zamanlarda artan bir hızla bu konuya eğilmesinin nedeni, dünyada hem tek tek bireylerde, hem kurumlarda, hem de ulusal düzeylerde yahudilere karşı bir düşmanlığın oluşması ve bunun giderek, özellikle nazi almanya’sında izlenmeye başlandığı gibi, bir yahudi soykırımına doğru gidişidir. bunun altında yatan kaba politik düşünceler, tavır alışlar, ekonomik yaklaşımlar vs. önemlidir tabii, ama freud esas bunun altındakini merak eder; insanların bilinçdışında yahudilere karşı neden büyük bir kin vardır? bunu irdelemeyi kendi konumuna uygun olarak önemsenmiştir, bunu tartışmaya açmıştır. freud’un kanısına göre, her şeyden evvel musa bir israilli değil, bir mısırlıdır. hatta musa adı bile ibranice değildir, koptice 'çocuk' anlamına gelir. isminin sonundaki çift 's' harflerinden bir tanesi, tevrat’ın grekçe’ye çevrilmesi sırasında, grek diline uygun olarak eklenmiştir ve oradan ibranice gibi görülmektedir, ama gerçekte adı bile ibranice değildir. bu bile büyük bir patırtı çıkarmaya yeter, ama bu görüşü freud kendisi üretmemiştir. o sırada sellin adlı yahudi kökenli bir teolog ve tarihçinin yazdığı çok kapsamlı bir kitapta bu görüş ortaya konulmuştur ve freud da bu kitaba pek çok atıfta bulunur. musa’nın hikâyesi, mısır tarihinde çok ünlü 18. sülale dönemini -ki bu m.ö. 1580 ile 1085 arasındaki zaman dilimidir- kapsar. 18. sülale döneminde yaşayan 4. amenofis, çok ünlü bir efsane yaratan bir firavundur. tektanrılı dinlerin kaynağı aslında mısır’da başlamıştır. freud bunu ön plana çıkarıyor, altını çiziyor. kuşkusuz bugün tektanrılı dinin mısır’dan çıktığını herkes biliyor. ne diyelim, ‘mısır’daki sağır sultan’ da biliyor. ama o zamanlar için bunu ön plana çıkarıp da bunun üzerinde kuramlar oluşturmak oldukça öncü bir çıkışı gerektirirdi. freud bunun altını defalarca çiziyor. 4. amenofis’in oluşturduğu aton dini ortaya çıkıyor ve dağılıyor, musa olasılıkla bu aton dinini yayan tapınaklardan birinde çalışan bir rahiptir ve bu din karşı bir devrimle ortadan kaldırıldıktan sonra, musa bu dini yaymak için kendisine bir grup insan arıyor, bir çeşit mürit arıyor. o sırada ortada kalmış israilli, mısır’da göçmen olarak yaşamakta olan yahudileri alıp “gelin size çok kapsamlı, çok yeni bir din öğreteyim” deyip onları mısır’dan çıkarıyor. ünlü çıkış. çıkış çok önemli. musa israiloğulları’nı mısır’dan çıkarır ve ünlü kanunlarını almak için dağa çıkıp indiğinde görür ki, israiloğulları musa’yı bırakmışlardır, musa’nın dediklerine artık inanmaz olmuşlardır ve yeniden yehova denen kendi eski tanrılarına ya da altın buzağı denen eski tanrılarına, musa’nın öğretisinden daha ilkel olduğu -musa tarafından- söylenen -biz bilmiyoruz, belki daha da ileri bir tanrıdır, daha sevecen bir tanrıdır-, eski tanrılarına dönmüşlerdir.
    eski tanrılarına tapındıklarını görmüştür musa. öfkelenmiş ve onlara çıkışmıştır, din kitaplarının verdiği bilgilere göre. bunun üzerine de israiloğulları çok çok büyük olasılıkla -bunun altı tekrardan bugünkü bilgiler ışığında yeniden çiziliyor- musa’yı öldürmüşlerdir. ve burada israiloğulları için bir baba katli, freud’un meşhur baba katli metaforu geçerlilik kazanmaktadır. israiloğulları musa’yı ve bir anlamda ilk tektanrıcılığı yayan peygamberi öldürmüşlerdir aynı zamanda. musa bir aydınlanmacı olarak da çok öne çıkan bir kişiliktir. insanları karanlık bir dünyadan, çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa doğru getirmektedir ki freud bunu çok olumlu bulur. ona çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa çıkmak sizce iyi miydi” diye sordukları zaman, “evet” der, “neden?” diye sordukları zaman, her zamanki ironisine uygun bir şekilde cevaplar; “tek sıfıra daha yakındır.” yani ateizme doğru, tanrısızlığa doğru ciddi bir adım atmıştır aslında musa. ama israiloğulları musa’yı öldürmüşlerdir, bunun kefaretini ödemek için de bir süre sonra oğlu, yeniden peygamber-tanrı -hem peygamber, hem tanrı- haline getirip isa’yı öne sürmüşlerdir.
    freud’un kanısına göre, dünyanın yahudilere bu denli düşman olmasının nedenlerinden biri ya da birincisi, musa’nın salt peygamber olmanın ötesinde bir aydınlanmacı olması. başka türlü söylersek, bu savı anlaşılır kılmak için biraz abartılı bir örnek verirsek, 3000 yıl öncesinin voltaire’i durumunda olması tanrıdan aldığını rivayet ettiği yasaların -yine biz burada musa’nın yalancısıyız, nereden aldığını bilmiyoruz o yasaları- aslında ileride roma hukuku yasalarının da ilkelerini oluşturması.
    musa, insanların o zamana kadar doğa ile birlikte sürdürdükleri yalın, basit ilkelere dayanan ama yumuşak bir harmoninin arasına, aklın aracılığıyla bir kama gibi girmiştir. doğa ile insanı ayırmaya başlamıştır ve insanı aklın eline teslim etmeye başlamıştır. çok daha sonra, 68 kuşağının da biraz ilerisindeki yıllarda new age hareketinde yapılan tartışmalarda görüyoruz. insanlar, gençler özellikle genç kuşak, descartes’a, newton’a, musa’ya çok kızıyorlar; “bizi doğadan kopardınız ve akla teslim ettiniz” diye.

    didik didik freud / serol teber - şenol ayla
  • 2 gün önce okumayı bitirdiğim kitap. ben de hakkında bir kaç cümle etmek isterim.
    öncelikle bazı bölümleri freud'un inanarak yazmadığı kanaatindeyim. yani bir şeyler eksik kalmış ilgili yerlerde. başlarda 2 musa 2 kavim fikri saçma gelse de sonraları bu fikre iyiden iyiye ısındım.
    yahudi toplumunun karakteristik özellikleri hakkında söyledikleri muazzam çıkarımlar. herhalde kendisi dışında böyle çıkarımları yapabilecek başka bir yahudi yok.
    musa'nın koyduğu tanrıyı tasvir etme yasağı ve bu yasağa bağlı olarak toplumun duyusal alandaki gelişmeleri bırakıp düşünsel alandaki gelişmelere odaklanması ve kaderin sonsuza dek değişmesi...
    yahudiliğe karşı oluşan bu nefretin ise aslında hristiyanlığı tam kabullenemeyip, ona kızamayanlar ve yahudiliği asıl suçlu olarak gören kişilerden kaynaklanması tezi ise ilk defa duyduğum ve bir o kadar da şaşırdığım bir fikir.
    sonuç olarak bazı fikirlerini temelsiz ve zayıf bulsam da kitap genel olarak çok tanrılıktan tek tanrıcılığa geçişteki o sancılı süreci ve sonrasını basit ve sade bir şekilde anlatmıştır.
    freud burada psikanalizine bir bireyi değil tüm toplumu dahil etmiş ve çözümlemeye çalışmıştır.
  • benim de burada dikkatimi çeken şey paul’un hristiyanlığı ne üstüne kurduğu, yahudilik-hristiyanlık satürn, oedipus’taki gibi baba oğul ilişkisi ve iğdiş edilme korkusu bence burada dinlerin de temelini bir şekilde atıyor hikayeler hep aynı. mutlaka bir kahraman yaratılıyor. isa çarmıha geriliyor, musa yeni bir din kuruyor. her iki kahraman da öldürülüyor ve böylece dinler ortaya çıkıyor, ancak yahudilik’teki suçluluk duygusu hristiyanlıkta olmuyor çünkü isa kendisini insanların günahları için feda ediyor. böylece biri öldürülürken, diğeri kendini feda ediyor baba için(bkz: agnus dei) . dolayısıyla isa tam bir kahraman oluyor. bu yahudilik üstünde kurulan ilk baskı, daha sonra ise hristiyanlık sünnet geleceğini kaldırıp musevilerin en belirgin özelliklerinden birinden sıyrılmış olup kendi kazanımını tekrar yaratıyor. yahudiliği kabul etmiyorlar çünkü yahudiler seçilmiş toplum olduklarını iddia ediyorlardı. bunu da freud musa’nın nevrotik bozukluğuna dayandırıyor. daha sonra işin ucu muhammed’e geliyor ve muhammed’in aslında önce musevi dinini kabul edeceğini öne sürüyor ancak muhammed gücü elde edince fikri değişiyor. hakikaten de öyle değil midir? muhammed başlangıçta köle sahibiyken köleliği kaldırıyor, içki yasak değilken daha sonra yasaklanıyor ve ibadet geliyor. neden muhammet 40 yaşında peygamber oluyor??? şüphesiz ki bunların hepsinin güç ile alakası vardır. burada muhammed’in yaptığı şeylerin iyiliğini kötülüğünü tartışmıyorum ama iyi şeyler için dahi güç gerekir.

    şu noktayı da belirtmeden geçemeyeceğim insanların dine sürekli olarak inanmasının sebebi de şuna bağlıyor. nasıl hayvanlar içgüdülerini çok iyi hatırlıyorsa ve yaşadığı ortamda sanki yıllardır yaşıyor gibi davranıyorsa ( bu onların atalarının yaptıklarını hatırlamalarından kaynaklanıyor) insan beyni de atalarının inandıklarına adapte oluyor ve bunu hatırlıyor. mesela hangi ateist düşünmeden ateist olmuştur? biz bu bir gelenek olsa dahi bile bundan yavaş yavaş kopuyoruz ve yakın bir zamanda eğer bu beynimizde de yer edinmişse ( bu çağı değil önceki çağları düşünün) silinecektir.

    mükemmel bir insanın önemli olması gerektiği konusunda hiçbir şüphemiz yoktur. insanların çoğunun takdir edebileceği, boyun eğeceği, hükmeden ve bazen topumu ezen bir otoriteye ihtiyaç duyduğunu biliyoruz.

    not : okudukça güncelleneceğim.
    edit: bitti.
  • kitapta yine freud’un insan doğasına dair muhteşem analizleri var. ilk olarak şunu söyleyeyim neden nirvana’ya ulaşmak çok zordur? çünkü insan en zoru başarınca narsist duygularını doyurur. bu yüzden herhangi bir dinde ya da herhangi felsefede, görevde en zoru başarmak en yüksek sekmeye gelmektir. bunu yapmak da insanın hoşuna gider zira insan narsisttir.

    (bkz: possunt quia posse videntur)

    ikinci kısım olarak da tanrının sürekli çok erdemli biri istemesi, yani duygularına karşı koyabilen ( erdemli bu mu yani?). bunu da başarınca tanrıya yakın oluyorsun. tanrı neden insan doğasına tamamen aykırı şeyler istiyor sürekli ( bu bile olmadığının açık kanıtıdır). çok saçma, erdem denen şey neden var ki? neyse kafam karıştı ya ama sadece şunu söyleyeyim.
    tanrı seks yapsaydı, seksi yasaklamazdı.
  • yahudilikte, sadukiler diye ahirete inanmayan bir grup var. aslında bunlar orjinal tevrata baglı.(ahiret sonradan olusan bir inanc,hatta babil surgununde,ahmet arslan mukemmel acikliyor)
    ben hep boyle din mi olur ,kim inanır niye boyle birsey yapmıslar diye dusunurdum.
    aslinda bu kitapta muhtesem bir cevap var.
    cok tanrılı bir ortamda ,bir ahiret tanrısı olursa, diger 100lerce tanrının bir onemi kalmıyor.
    ahiret gibi sonsuz bir hayat varken,kim ne yapsın, gunes,ruzgar tanrısını.
    boylece toplum ahiret tanrısının rahiplerinin pesinde cinnet geciriyor(bakınız piramitler)
    politik olarak da ahiret tanrısının rahipleri kraldan bile daha cok yetkili oluyor.
    yahudilik(aton dini ya da ) olusturulurken mısırın olmadıgı sey olmaya calıstı.
    mısırın oldugu herseyi zıtlamaya calıstı.
    yahudiligin olusum asamasını dusunurken aslında,paradigma hep rahiplerin gucunu kırmaktan baslıyor seklinde dusunmek lazım.
hesabın var mı? giriş yap