• 'kader; insanın doğumudur' diye buyuran üstad.
  • kerameti kendinden menkul `müteşşeyyih 'lerden biri daha. ne var şu şeyhlik sevdasında anlamam bir türlü.

    buyrun inceleyin ,resme bakın hareketlere tavırlara iddialara aşağıdan karşılaştırın efendim ben çıkayım aradan:

    “nefsinin şerrinden ve şehvetinin isteklerinden, nefs-i havasın nur-u aşkı hüdâ’ya tebdil etmiş ola.yahut, sisile-i evliyâdan verasete niyabet sahibi buluna. halkı, hakka irşada memur olup, halka hakkıyle hâlıkına ibadet ve tâ’at ve haşyetullah ve muhabbetullah mertebelerini tamamlamış halkı hakkıyle bu sıfatlarla talim eyleyene şeyh ismi verilmesi el-hak caizdir.”

    ...

    “vel-hasıl şeyh unvanı ile mürşide lâzım olan rumuzâtı cem’etmiş bulunan zata işaret olmakla, mürşitlik sıfatını câmi olan zata hal ve merâtib-i melekutiyyet itibariyle, kemaline binaen şeyh ıtlâk olunur.

    bu mertebelere vasıl olmayan kimseleri şeyh ismiyle isimlendirmek ve çağırmak, şeyh suretine büründüklerinden ötürüdür. bunlara sahip olmayanlar, hal şeyhi değil, kiyafet şeyhi dir.zira, şeyh bir birkaç kısımdır.

    1-)kal şeyhi, 2-)yal şeyhi, 3-)tekke şeyhi, 4-)takke şeyhi, 5-) evrad şeyhi, 6-)avrad şeyhi, 7-)kürsi şeyhi, kabile şeyhi, 9-)hal şeyhi

    şimdi bunların hallerinden de kısaca bahsedelim ki, okuyanlar müstefid olsunlar:

    kal şeyhinin sifatlari:
    bunlar belirli bir tahsil ve terbiyeleri olmayan, ilim okumamış, yalnız işittikleri ile yetinmiş, kulaktan dolma kişilerdir. bütün hünerleri yerli yersiz konuşmaktan ibarettir. bu konuşmaları da, hadiseleri akıllarınca yorumlamaktan, kıt ve kısır görüşleri ile tanımlamaktan ileri gitmez. büyük velilerin bazı seçkin sözlerini ezberleyerek kendilerine mal ederlerse de söyledikleri ile kendileri de âmil olmazlar ve bu lafebeliği ile halkı dalâlete sevkederler. tabiatiyle kendileri dalâlette kaldıkları gibi kendilerine tâbi olan safdilleri de dalâlette bırakarlar.

    ....

    buna mukabil, yalan-yanlış ve yerli yersiz derleme, şundan bundan kapma fikirler ve sözlerle halkı idlâl etmek küfrü icap ettirir. üstelik, akılları ermediği, kafaları almadığı halde sırf bilgiçlik taslamak ve (ne bilgili adam!) dedirtmek için ahkam çıkartmaları ve bunu yaymaları da, yalnız zihinleri karıştırmakla kalmaz, ibadullahı (allah’ın kullarını) sapıklığa ve iymansızlığa götürür. binaenaleyh, bu gibi mülhidlere yakın olanların haktan uzak kalacakları şüphe götürmez bir gerçektir.

    ashab-ı kiramı, e’imme-i müctehiddiyni ve diğer din büyüklerini çekiştirmek, tenkid etmek ve (sofuların namazları varsa biz aşıkların niyazımız vardır.) gibi beyanlarla şeriat-i gara-i ahmediyyeyi küçümsemek, kendilerine evliyâ süsü vermek, ibadullahı namazdan, niyazdan, oruçtan, hac dan zekattan men’etmek suretiyle hak yolunu kat’eden bu gibi yol kesicilerden bu insan şeytanlardından son derece kaçınmak ve uzak durmak, hakka talip olanlar için bir vecibedir.

    yal şeyhinin sifatlari:

    evliyâ’ullah kisvesine bürünerek, kendilerini halka evliya gibi gösteren bu sınıf da, bu sayede dünya menfaati cem eyleyen kimselerdir. bu gibiler için âhiret bahis konusu değildir, bunların cennetleri yemekten, içmekten ve vücutlarının belirli birkaç uzvuna hizmet etmekten ibarettir.

    bunlardan ırak olanlar da hakka yakın olurlar. bununla beraber, bu güruhun yukarıda zikrolunan kal şeyhlerinden daha az zararlı olduklarını da kaydetmek lazımdır. zira bunlar insanlara yalnız maddi bakımdan zarar iras ederler.

    tekke şeyhinin sifatlari:

    bunlar da, şeyhi bulundukları tekkenin maaşı ve geliri ile geçimlerini sağlayan ve adeta memur gibi vazife gören kimselerdir. umumiyetle tekke şeyhleri böyle olmakla beraber, aralarında arif-i billah ve vasıl-ı illallah olanlar da pek çoktur. unutmamalıdır ki, ameller niyet iledir.

    takke şeyhinin sifatlari:

    takke şeyhleri, mücerret kıyafete ve dış görünüşe önem veren, şeyhliği yalnız tâc, hırka, kemer ve asa gibi evliyâ’ullah kisvesinden ibaret zanneden ve o kıyafete bürünek, giymeğe ve taşımağa hakkı olmadığı halde, kıyafette ve zâhirde kalan kimselerdir. hz ümmi sinan kaddesallah-ül-mennân efendimizin buyurdukları gibi;

    ümmi sinan yol ayan
    oluptur belli beyan;
    dervişlik yolu heman,
    tâcı hırkası değil,

    diğer bir veliyullah da şöyle buyurmuşlar

    dervişlik olsaydı tâc ile hırka,
    alırdık onu biz de otuza, kırka…

    evliyâ’ullahın kıyafetine büründükleri ve derviş gibi göründükleri halde, dervişliğin hallerinden haberleri dahi bulunmayan ve dervişliği ancak kıyafet giyinmek, mânasını anlamadan devran ve kıyam tevhidi ve kıyam ism-i celali diyerek zikrullahı oyun zanneden, okunan nutukların mâna ve medlûllerine aslâ dikkat etmeyerek o nutuklarla dahi uyanmayan, yalnız; (şurası, şu makamla okunacak, burası da ses kaldırılacak, burada indirilecek…. ) gibi ihtarlarla zikrullahın sırf zâhirine önem verenler; tarikatin zâhirinde kalan gafillerdir ki, bunlara takke ve hirka şeyhi denir.

    evrad şeyhinin sifatlari:
    hal ve iktidarını nazarı itibara almadan, tam mânasıyle irşâd etmeden müritlerine bol bol zikir ve evrâd veren, müritleri ile alakadar olmayan ve onları taht-ı mürakabesine almayan kimselerdir. bunlar, şeyhliği müritlerine binlerce esma vermekten ibaret sanırlar ve müritlerini islâha muktedir olamadıkları gibi, onları zikr-ü tevhid, evrâd-ü ezkâr ile usandırırlar ve hatta akıldan ederek tımarhaneye yollarlar.

    mürşit, hastasının derdine göre ilaç vermesini bilmeli ve hastalığın cinsine ve mahiyetine göre tedavi usullerine âşina olmalıdır. günde belirli fasılalarla azami üç aspirin verilecek hastaya, on aspirin birden yutturulursa helak olacağı gibi, müridine günde on bin tevhid, on bin ismi-i celâl, on bin ismi-hû veren evrâd şeyhi de aynı şekilde müridini helak etmiş olur, değil esmâ-i ilahi, bir kimse günde on bin defa çivi dese deli olur. insaf gerek!… böyle bol zikri kaldıramayacak müride, bu kadar esmâ verilirse, ya usanır veya deli olur.

    avrad şeyhinin sifatlari:
    bunlar da, ehlullah kisvesine bürünen, şeyh gibi görünen ve meydan-ı evliyâyı nefs-i emarelerine alet eden şehvetperest aşağı ve bayağı mahlûklardır. çocuğu olmayan kadınları, çocuk sahibi olmadıkları için göbeklerine yazı yazmak bahanesiyle soyan ve o safdilleri behimi arzularına râm eden ve bu suretle ibadullahın namus ve iffetleri ile oynayan, din namına, tarikat adına halkın ırzına tecavüz eden âdi, sapık ve denî kimselerdir ki, bunlara da avrad şeyhi tabir olunur. bunlardan da ırak olanlar hakka yakın olurlar. bu gibi şerirlerden allah’a sığınırız. bunlar, iblisin uşakları, nefsin ve isteklerinin eşekleridir. bu gibilerin âhirette en şiddetli azabı tadacakları muhakkaktır. ne var ki, tövbe ederlerse, allahu tealâ tövbeleri kabul edicidir.

    kaynak:el hac muzaffer ozak, ziynet-ül kulub, salah bilici kitabevi,1973.
  • https://twitter.com/mozbag sanırsam bu da twitterı, ya da biz takip ediyoruz ama kimbilir kim.
  • kendisi bir mevlevi şeyhi değildir; imiş gibi yapmaktadır. icazet silsilesi, bilinen herhangi bir noktada mevlevi tarikatıyla kesişmez (hocası abdullah gürbüz kadiridir, keza gürbüz'ün hocası bilal nadir de kadiridir). "mevlevi üstadı" sıfatı, muhtemelen bu vaziyeti telafi için icad edilmiş yeni bir ara mertebe, bir çeşit yasal boşluk.

    elbette mevlana'yı sevmek, mevleviliği kendince yaşamaya çalışmak, hatta insanlara bu uğurda yol göstermek bir takım ceberrut kurallara bağlı değil, olmamalı da. lakin özbağ'ın, organize ettiği çakma ayinlerde (ayin okumuyorlar, ilahi okuyup semazen döndürüyorlar) posta oturması, müntesibi olduğunu iddia ettiği bu tarikatin 700 küsür senelik mazisine, en hafif tabirle saygısızlıktır.
  • haniyse kadrolu personeli sayılabileceği izmit belediyesi'ne şöyle bir takla attırıyor bugünlerde: "dünyanın en büyük sema gösterisi".

    100 semazen aynı anda dönecek ve bu vesileyle izmit dünyanın en büyük sema gösterisine ev sahipliği yapmış olacak. sadece iki üç internet sitesinin yumurtlaması değil bu, şehrin dört bir yanına bu iddiayı vurgulayan afişler de asılmış belediye tarafından. halbuki, mevlana'nın doğumunun 800. yıldönümüne tekabül eden ve unesco'nun da bu vesileyle mevlana yılı ilan ettiği 2007'de 300 kişilik bir sema gösterisi organize edilmişti konya'da.
  • şöyle bir şova yeltenmiş ve iki gün sonra murat bardakçı'dan şöyle bir fırça yemiş.

    mevlevihanenin, özbağ tarafından uydurulmamış yapılış hikayesi için şuraya ve şuraya bakılabilir; valilik tarafından hazırlanmış matbu edirne tarihi kitaplarında da ekseri aynı rivayet kullanılmış: padişah (2. murat) bir gece rüyasında mevlana'yı görür ve olaylar gelişir. akabinde ya burada zaten mevcut olan camiinin mevlevihaneye çevrildiği yahut doğrudan bir mevlevihane inşa edildiği naklediliyor.

    bardakçı pek tabii düzeltmeye tenezzül etmemiş, 2. murat'ı herhangi bir tatar komutan ile savaşın eşiğine getiren kayda değer bir münasebeti tarih kitapları yazmıyor; gerçi özbağ'ın, tarih kitaplarının tarihi hakikatler hususundaki sahihliğine tenezzül edip etmeyeceği de şüpheli ya, neyse.

    özbağ'ın bahsettiği çelebi celalettin efendinin kim olduğu, bardakçı'nın da belirttiği gibi bilinmiyor. bilinen yegane celaletin çelebi, 1996'da vefat eden celalettin bakır. mevlevihane yapıldığı tarihlerde çelebi payesine sahip kişi ise, dedesiyle aynı ad ve payeye sahip olmasından dolayı arif-i sani olarak da bilinen arif çelebi. özbağ'ın uydurmasıyla en yakın tarih ve isim optimizasyonuna sahip kişi, çelebiliği döneminde yaşanan kaideleşme çalışması sebebiyle mevleviliğin ikinci kurucusu kabul edilen pir adil çelebi'nin oğlu cemalettin çelebi, ki o da edirne mevlevihanesi yapıldığı sıralarda henüz çocuk yaşta ve çelebi payesini almasına daha 20 küsür sene var.

    bardakçı'nın da temas ettiği, özbağ'ın bu şov esnasında başındaki sikkeye çekilmiş yeşil hat, veya tarikatteki adıyla istivanın manası da tam bir tüy dikme olarak oturuyor hadiseye: ankaravi ismail rasuhi'ye göre "bu mertebeye (istiva) vasıl olanlar, alamet olması için başlarına hatt-ı istiva çekerler. bu, onların, cem’-i akval ve ef’al, ayrıca ahvallerinde müstevi ve müstakim olduklarına delalet eder"; mehmet zeki pakalın'a göre ise "sırr-ı istiva, hatt-ı istiva biçimlerinde de kullanılan istivalı tacı ancak, cezbe-i rahman ile istivanın sırrına vakıf olan mümtaz zatlar giyebilirdi".
  • su dua gonderip vahiy bekleyen dayidan farki olmayan dayidir.

    cabuk cokuyor bu haci hoca takimi.
    ne kullaniyorlarsa.
    normal baslasalar bile bir yerde civiyorlar.

    yok nur cesmem var gel em,
    yok ataturk ile konustum cleveland dedi,
    yok allah'im bana para ver,
    yok gobegine 3gen cizip yalamam lazim koca bulman icin.

    ilginctir, kosa kosa emmeye giden cok.
    hastasi var bunlarin.
    ruh hastasi.
  • dini, hadisleri bu kadar iyi algılayan ve önemini vurgulayan kimse kolay kolay denk gelmez.
    en büyük ilkesi şudur ki;
    dini bir bilgi veya öğreti için hiç bir şekilde ücret talep etmez,almaz.
    günün mevlanası, akşemsseddinidir.
    mürşidi kamildir.
  • bu seneki taklasının adı: "100 semazen ve 100 sazende". izmit'in dört bir yanını süsleyen afişlerde yazan şey bu. geçen seneki taklası için (bkz: #38803234).

    sazende saz çalan kişiye denir. bu organizasyondaki gibi saz çalan ve çalınan eserleri okuyan kişilerden oluşan topluluğun adı mutribdir.

    her sene bir cehalet vesikasını allayıp pullayarak kitlelere ulaştıran izmit belediyesi'ne daha nice kepazelikler temennisiyle.
  • "âinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
    görünür kişinin rütbe-i aklı eserinde"

    bu zât-ı mübârek, semâ tâlim ettiriyor. bendeniz bizzat gittim, izledim. bu yapılanlar "semâ" falan değil, tennûre giyip dönmekten ibaret. çoğunluğu 30 yaşın altındaki gençler, çoluk, çocuk da bu yapılanı matah bir şey sanıp, hâlis niyetlerle bu garâbete dâhil oluyorlar.

    şimdi; bu işler öyle senin, benim dememle olmaz. tabii kî, bu işin de bir edebi, âdâbı, kuralı var. bu işin de bir okulu, eğitimi, diploması var. bu okulun diplomasına "icâzet" denir. bırakın birilerine semâ, mesnevî dersi vermeyi, "semâzen" oldum demek için, mesnevî okutabilmek için semâ eğitimi, mesnevî eğitimi almak gerekir.

    bendeniz şimdi çıksam, önüme çıkan ilk okula girip ben burada matematik dersi vermek istiyorum diyebilir miyim? galiba diyemem. çünkü bu işin bir dolu purosedürü var. aşamaları var. önce onları yerine getirmem, tamamlamam gerekir. aslında bu iş de buna benzer. ama bugün mesnevî eğitimi veren okullar, semâ tâlim ettiren okullar kalmadığı için bu işin purosedürü abdullah çelebi'ye kalmış.

    paşa kıyafeti giymekle "paşa" olunmaz. ama paşalar paşa kıyafeti giyerler.
    ben oldum demekle de "mevlevî" olunmaz. başına sikke, sırtına hırka geçirmek bir kuru emektir. adam sorarlar "nereden belli?" siz bir dooktora gittiğinizde diploması duvarda asılıdır. eğer asılı değil ise bu diplomayı sormak "hasta"nın ilk hakkıdır. o zaman bu tür zât-ı mübâreklere de "diploması"nı sorabilirsin.

    mustafa özbağ beyefendi, kâdirî icâzetini ne zaman, nerede, kimden almış?
    mustafa özbağ beyefendi, en son bir "mevlevî" ile ne zaman ve nerede karşılaşmış? bu "mevlevî" kimmiş?
    mustafa özbağ beyefendi, semâ tâlimini ne zaman, nerede almış ve tamamlamış? bu tâlimi kimden almış? kendisi nerede semâ etmiş?
    peki mustafa özbağ beyefendi farsça'yı ne zaman, nerede, kimden öğrenmiş?
    mesnevî'yi ne zaman, nerede, kimden okumuş?
    kendisi mesnevî okumakla kalmamış bir de mesnevî'yi başkalarına anlatabilecek denli de hıfzetmiş! peki mesnevî okutabilmek için gerekli olan "mesnevîhanlık icâzeti"ni ne zaman, nerede, kimden almış?
    bursa'da çöreklendikleri karabaş-ı velî hazretlerinin âsitanesine hangi yetki ve müzâde ile çökmüşler?

    dikkat buyurunuz, henüz bu zât-ı muhteremin "şeb-i arus" adı altında tertip etmeye cüret ettiği goygoylara gelemedik bile!
    değerli mustafa özbağ beyefendi kimden, ne zaman aldığı yetki ve müsâde ve dahi hangi cüret ile bu etkinlikleri düzenliyor?

    peki; o giydikleri rengârenk tennûreler, kafalarına geçirdikleri rengârenk sikkeler nereden çıktı? mustafa özbağ beyefendi mi içtihat buyurdular da mevlevîlik'te yeni bir uygulama mı ortaya koyuyorlar?

    öte yandan kanûnen yasak olmasına rağmen, bizzat kanûn koyucu devletin eli, kolu belediyeler aracılığıyla bu ne idüğü belirsiz maskaralıklara çanak tutulması, müsâde verilmesi, yer temîn edilmesi, masraflarının karşılanması ve üstüne üstlük her şeyden bîhaber mâsum vatandaşların da bu işlere âlet edilmesi de ancak güzel ülkemize mahsus bir garâbettir.

    fazla söze hâcet yok;
    görenedir görene!
    köre nedir, köre ne!
    vesselâm.
hesabın var mı? giriş yap