• kotlerin pazarlama kitabını kendi üslubunca çevirmiş, kitabın başına çarşaf çarşaf çevirmenin önsözü koymuş, bu önsözde kitabı nasıl ve neye dayanarak çevirdiğini yazmış çevirmen. bu uzun önsözü okumaya başladım ama açıkçası "manager" kelimesini neden menecer diye çevirdiğine, oran yerine neden inatla nısbi kelimesini kullandığına , cümle yapılarını neden bozuk olduğuna vakıf olamadan darlandım. akademisyenler ve öğrenciler arasında kitabın orjinali tercih ediliyor çünkü çeviri hiç beğenilmiyor.
  • yaban elde ömür geçirmeye başladım başlayalı, bilhassa da son birkaç senedir olacak, türkçe hasreti üzerime en beklenmedik bir anda, en beklenmedik bir yerde nöbet gibi çöker ve çöküşüyle beraber de beni türkiye’nin ve türkçe’nin her türden bir tezahürü karşısında müpteladan beter kılar oldu. nejat muallimoğlu’nun eşsiz “deyimler, atasözleri, beyitler ve anlamdaş kelimeler” eseri ile tanışmamı da işte tam böylesi bir buhran anında okulumuz kütüphanesinde çıktığım türkçe avına borçluydum. arka kapağın iddialarına bakılırsa şimdiye kadar bir benzerinin “türkiye’de, türkçe’nin konuşulduğu başka hiçbir ülkede, dilimizin incelendiği ve öğretildiği hiçbir ilim ve öğretim müessesesinde yayınlanmamış” olduğu 1983 baskılı bu sözlük 1984 yılında mensubu olduğum amerikan üniversitesinin kütüphanesine girmeyi hangi karar verme süreçlerinin ve nasıl bir coğrafi yolculuğun akabinde başarmıştı? en sonuncusu 1993 aralık’ında olmak üzere benden evvel kitabı ödünç almaya yeltenmiş üç şahsiyet kimlerdi? sebepleri nelerdi? bunlar bugün meçhuldür. meçhul olmayan ise, o düşkünlük anında karşıma çıkarak bende anadilime doyacağıma dair dolgun ümitleri yeşertmiş bu eserin, sayfaları arasında dolanmaya başlamamla beraber beni önce inceden bir şaşkınlığa, ardından gülmekle ağlamak arası tedirginlik verici bir ruh haline ve nihayet de yazara yönelmiş sonsuz bir şefkat hissine sürüklemiş olduğudur. zira dostlarım, bu sözlük pek rezil, pek gülünç ve pek acıklıdır. nejat muallimoğlu, türkçe’yi belli ki çok sevmiş, çok ciddiye almış, ona muazzam emek vermiş ve bugün hatırasının önünde saygıyla eğilinesi bir insandır. orası öyledir, öyle olmasına öyledir de, bu önümdeki de bir sözlük değil, fena yaralanmış, örselenmiş, umarsızca ukteli bir ruhun geçirdiği havaledir sanki.

    “nasıl” diyeceksiniz, “neler diyorsun” diyeceksiniz—şöyle ki dostlar, muallimoğlu, sözlüğünde geçen kelime/deyimlerin kullanımlarını örneklemek maksadıyla kurduğu cümleleri devrin dil politikalarına karşı hiç saklamadığı kinini, husumetini dışa vurmak için bir araç olarak kullanmış; sekiz yüz sayfalık ve üç farklı sözlükten oluşan bu eserin bilhassa da “anlamdaş kelimeler” kısmını türk dil kurumu’nun maharetsizliğine, ehliyetsizliğine dair kaskatı fikirlerini hakaretlerle harmanladığı bir hayli sakil, yakışıksız bir manifestoya çevirmiştir. görünen o ki, samimiyetle acı çekmektedir bir kurban gibi algıladığı türkçe için muallimoğlu, teselliye muhtaçtır. heyhat yerinden öfkeyle kalkmış, saçmasapan, okuyanı utandıran, çocuksu bir eserle oturmuştur.

    hem tarihi bir belge olması adına, hem de muallimoğlu’nun bana yaşattığı grotesk, insanı neye uğradığına şaşırtan deneyimi ucundan da olsa size de tattırabilme arzusuyla eserden bir takım fantastik örnekleri aşağıya not aldım. belirtmek isterim ki, bu seçmeleri yapmam büyük zahmetleri, sözlüğü baştan aşağıya, uzun uzadıya taramaları gerektirmedi. olur da kitap elinize geçerse siz de dakikasında göreceksiniz ki, kurum’un elinde türkçe’nin çektiği zulüm ve kurumcuların basiretsizliğine dair zarif referanslar zaten her üç-beş cümleden birini süslüyor eserimizde. hürmetle arz ediyorum:

    acemi: çırak, çömez (s. 366)
    “ne olacak! kurum çömezinin türkçesi bu kadar olur.”

    beğenilmek-beğenilmemek: aferin almak (s. 387)
    “kurumdan aferin almak için yazılarını uyduruk kelimelerle dolduruyorlardı.”

    ceza: cereme (s. 398)
    “kurumculardaki bilgisizliğin, şımarıklığın, ukalalığın, işgüzarlığın cezasını bizim nesil çekti, dilsiz kaldık.”

    çalışkan: gayretkeş (s. 400)
    “bu gayretkeş ve işgüzarlar türkçenin etine, kemiğine, sinirlerine işlemiş; bütün milletin, ovadaki çobanın, obadaki kezban’ın bildiği, kullandığı yüzlerce ve yüzlerce kelimeyi bir çırpıda dil dışı etmek istemişlerdi.”

    değersiz: kırtipil (s. 406)
    “şayet türkçe bu kırtipillere kaldı ise, bize 'ört ki ölem' demekten başka çare kalmayacak.”

    eşkıya-eşkiyalık: çapulcu (s. 419)
    “'öztürkçeci' çapulcular türkçeyi alan talan ettiler.”

    faraza: mesela (s. 421)
    “kurum, dün 'türkçe değildir' dediği bazı kelimelerin bugün halis muhlis türkçe olduğunu söylüyor. mesela 'örneğin', mesela 'amaç'.”

    gerçekte: aslına bakarsan (s. 427)
    “aslına bakarsan, kurumdan yükselen her söze 'mümkün ola padişahım belki derya tutuşa' dercesine sarılan sözüm ona bu aydınların günahları en azından kurumcular kadar çok.”

    hain: fesat kumkuması (s. 435)
    “kurum, bence bir fesat kumkumasıdır.”

    israr etmek: yemin billah etmek (s. 447)
    “istedikleri kadar yemin billah etsinler, 'örneğin' türkçe değildir.”

    iğrenç-iğrençlik: galiz (s. 448)
    “kurumun yayınladığı sözlük, ancak belirli yerlerin müdavimlerinin ağzından çıkabilecek galiz kelimelerle dolu.”
    [bu cümleye hayranım. “belirli yerlerin müdavimleri” ifadesi söz dağarcığımdaki mümtaz yerini çoktan aldı]

    küçük: tıfıl (s. 478)
    “devrin başbakanından cesaret alan kurumcu tıfıllar türkçe meydanında cirit atıyorlardı.”

    lanet-lanet etmek: ah etmek (s. 480)
    “türkçe, onların elinde ah ediyor, inim inim inliyordu.”

    musallat olmak: kancayı takmak (s. 491)
    “kurumcular, anamın, babamın kullandığı türkçe kelimelere kancayı takmışlardı.”

    nafile: fiyasko (s. 495-496)
    “kurumun, hemen hemen elli yıllık faaliyetini bir kelime ile belirtmek mümkün: fiyasko.”

    öncülük etmek: kılavuzluk etmek (s. 503)
    “eh ne olacak. kılavuzu kurum olan adamın dili de bu kadar olur.”

    patavatsız: zırtapoz (s. 508)
    “türkçe bu zırtapozlara mı kaldı?”

    razı olmak-razı etmek: muvafakatını almak (s. 511)
    “kurum, zaman zaman hükümet ileri gelenlerini sıkboğaz ederek onların muvakatını [sic] alıyor, bu uyduruk kelimeleri mektep kitaplarına sokuyordu.”

    sataşmak: tecavüz etmek, sarkıntılık etmek (s. 517)
    “kurumcular, bin yıldır konuşulan türkçe’ye sarkıntılık ettiler.”

    şaşırmak: şaşa kalmak (s. 531)
    “batıdaki türkologlar, bizim kurumcuların cehaletine şaşa kaldılar.”

    tehlikeli: trajik (s. 541):
    “türkçenin kaderini kurum’a bırakmak trajik bir hata oldu.”

    ukalalık etmek: cevahir yumurtlamak (s. 549)
    “işte, kurumcuların yumurtladıkları bir cevahir daha: 'gayret' ile 'çaba' arasında hiçbir nüans yokmuş.”

    üzülmek: inlemek, inim inim inlemek (s. 556)
    “dilimizi kurumcuların elinden kurtaramazsak, yarın milletçe inim inim inleyeceğiz.”

    vergi: diyet (s. 559)
    “kurum türkçeyi diyet aldı.”

    yardakçı: goygoycu (s. 563)
    “kurumun goygoycuları”
    [y harfine geldik ya, yoruldu nejat bey artık herhalde, cümle kurmaya dahi tenezzül etmemiş; “kurumun goygoycuları” ifadesinin “goygoycu” kelimesinin anlamını anında iletebileceğine kani olmuş]

    zalim: deccal (s. 571)
    “kurumcu deccallerden kurtulacağımız gün çok yaklaştı.”

    bu sözlükte yazılanların tüm hakları nejat muallimoğlu’na aittir. kaynak belirtmeden “dur şunu arkadaşlara maille forward ediim eheh” diye aklından geçiren kurumcudur, kurumcu tıfıldır, kurumun goygoycusudur.
  • çarşaf çarşaf önsözde hakkında yazılan övgülerden bahsetmiş, ben dile şöyle sahip çıkarım böyle korurum, bir o kadar da güzel çeviri yaparım demiş.

    bunlarla yetinmemiş biraz da çeviri dersi vermiş. çok uluslu şirket demek yanlışmış mültimilli denecekmiş. mültimilli nedir yahu?

    menecer, transakşın, dinezor, kominükasyon vs. vs.

    iyi ki dilimize sahip çıktın nejat!

    (bkz: pazarlama yönetimi)
    (bkz: kotler)
hesabın var mı? giriş yap