• platon'un ölümünden 80 yıl sonra doğmuş plotinus'un ön ayak olduğu yunan felsefesi. platon sokratesten daha sokrat ise, plotinus da platondan daha plantoncudur, en azından hiyerarşi konusunda.
    (bkz: kraldan çok kralcı olmak)

    genel olarak felsefesi metafizikle alakalı çoğu şeyi etkilemiştir, özellikle ortodoks kilisesinde, mısırda ki fatimi devletinde, hatta şah ismailde etkisi göze batar. 30 yaşında romadan irana sürgün edilmiştir. st augustine'den thomas aquinas'a kadar, kadercilik anlayışının temelini bu adamda aramak lazımdır. platonun cevap veremediği ya da net olmadığı "iyi nedir" ve "kaynağı nerededir" sorusuna panteist cevaplar sunar.

    "god is all in all."
  • takipçileri ne kadar reddetse de kanmca tasavvuf felsefesinde derin izler bırakmış felsefe akımıdır.
  • hiristiyan ogretilerinin olusmasinda rol oynayan en onemli dusunce akimi. ucuncu yuzyilda ortaya cikmis olan ve tek tanri inancina sekil veren felsefe. temelde politeist olsa da tanrinin tek olmasi ve kutsal ruh hiristiyan neoplatonistler tarafindan teorize edilmistir. porphyry, hocasi olan neoplatonist plotinus'un hayatini kaleme almistir ve bu biyografi dorduncu yuzyilda bircok hiristiyan din adami tarafindan azizlerin hayatlarini yazarken ornek alinmistir. bu akim olmasaydi, muhammed falan olmazdi, oyle diyelim.
  • anladığım kadarıyla tasavvuf/vahdet-i vücut anlayışını ciddi anlamda etkilemiştir bu düşünce sistemi. aynı zamanda hristiyan tanrıbilimi*ni de ciddi etkileri vardır. neo platonculuk'un metafiziğinde de hristiyanlık'a pek benzemese de üçleme inanışı vardır**

    bertrand russell her ne kadar dini öğretilerle felsefeyi birleştiren kişileri pek sevmese de*, plotinos için "insan olarak sevmemek olanaksız." demektedir.
  • roma imparatorluğu'nun çöktüğü yüzyıllarda ms (3-6. yy.) gelişen felsefe ekolü.

    neo-platonistler, felsefenin en yüksek aşamalarında akıl yürütme ve deneyim ile erişilemeyeceğini, fakat mistik bir ''huzur'' hali ile erişilebileceğini idda eder. cusalı nicholas da dahil olmak üzere daha sonra gelen bir çok filozof neo-platonizm'den etkilenmiştir.
  • "şunu gördüm. araplar mezhep kurucusudurlar. biz türkler tarikat kurucusuyuz. arap mezhepleri sufiliğe, türk tarikatları tasavvufa dayanır. tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. (...) türk tasavvufu, şamanlıkla islamlığın karışımıdır. buna biraz da yeni platonculuk katılmış roma anadolu'sundan kalıntı... daha doğrusu stoisizm. anadolu'ya şeyh ahmet yesevi adına halifrleri yaymıştır tasavvufu... bunların hepsi dünyadan el çeken basit köylülerdir, bence... pir dede, keyifli baba, horoz dede, aptal musa, avşar dede, akyazılı baba, kudümlü baba sultan, sarı saltık..." kemal tahir - esir şehrin insanları

    (bkz: porphyrios)
  • yeni platonculuk, yeni eflatcunculuk, neoplatonism şekillerinde duymuştum ama neo platonculuğu ilk defa duyuyorum. böylece geriye sadece yeni platonism kalıyor.
  • --- spoiler ---

    hiristiyan ogretilerinin olusmasinda rol oynayan en onemli dusunce akimi. ucuncu yuzyilda ortaya cikmis olan ve tek tanri inancina sekil veren felsefe. temelde politeist olsa da tanrinin tek olmasi ve kutsal ruh hiristiyan neoplatonistler tarafindan teorize edilmistir. porphyry, hocasi olan neoplatonist plotinus'un hayatini kaleme almistir ve bu biyografi dorduncu yuzyilda bircok hiristiyan din adami tarafindan azizlerin hayatlarini yazarken ornek alinmistir.

    yeni-platonculuğun çeşitli okulları ve
    anlayışları arasında en sistemlisi ve etkilisi plotinosçuluktur. plotinosun öğretisi, her türlü maddeciliği yadsıyan ve tüm-tinciliği ileri süren katıksız bir idealist öğretidir. plotinosa göre evren ve insan, tanrıdan gelmiştir ve tanrıya dönmektedir. iniş merdiveninin ilk basamağında ruhlar, ikinci basamağında hayvanlar, üçüncü basamağında nesneler vardır. çıkış merdiveninin ilk basamağındaysa anlamak, ikinci basamağında sonuç çıkarmak, son basamağında mistik seziş vardır. böylece tanrıdan ruh olarak çıkan nesnel varlık, dünyaya inerek maddeleşir ve madde olarak da esrime yoluyla yeniden tanrıya döner (sudur ve uruc, emanation). *

    platon 'un varlık felsefesiyle doğu dinlerine içkin mistizmi birleştirmek isteyen bu akım,bir anlamda şehir sakinlerini (özellikle de yerel seçkinleri) pağanlığı aşan yeni bir inanç arayışına itmiştir.iskenderiye ' de gelişen neoplatoncu ekol, mısır'da doğup roma'da ölen ve düşüncelerini yunan dilinde elen alan platinos tarafından ele alınmıştır.
    filozof, özellikle platon'un parmenides adlı eserinde ortaya atılan '' birden çokluğa geçiş '' (varlıktan varoluşlarına geçiş) sorusuna yanıt aramıştır.platon'daki iyi ideasını aşkın/transandantal bir varlık olarak tarif eden platinos, bu varlığı bir çeşit tanrı olarak tasarlamış; varlığın özüne nüfuz etmeyi arzulayan kişinin kendi ruhundan hareketle ulaşabileceğini ortaya koymuştur.platon'un aksine doğu dinlerinin( musevilik ve daha çok genç olan hristiyanlık gibi ) mistisizmine yaklaşan platinosçu felsefe, hristiyanlık roma'nın resmi dini haline gelmiştir.
    hristiyanlık teolojisini derinden etkilemiştir.neoplatonizm ekolünün doğduğu ve olgunlaştığı (iskenderiye), sonraları hristiyanlık ideolojisinin imparatorluk sathında yayılmasıyla önem kazanacak ve teolojik çalışmaların filizlendiği bir merkeze dönüşecektir.bu durum hristiyanlığın mısır'da kurumsal ve kurumsal bir temele sahip olmasını kolaylaştırmıştır.

    1450-1600 yılları arasında italya'nın düşünce sistemini şekillendirmiştir. plato, plotinus ve antik mistisizme ait çeşitli görüşlerin hristiyanlıkla harmanlanmasını öngören öğretinin yayılması için, cosimo de medici* tarafından floransa'da platonic academy kurulmuştur. akademiye üye olan alimler zaman zaman plato'nun doğum gününü kutlamak amacıyla ziyafetler vermişler ve diyalogların canlandırmasını yapmışlardır. yine bu düşünce akımı dahilinde, ficino*, plato'nun eserlerini latinceye çevirmiş ve böylelikle batı avrupalılar'a ilk kez eserlere kolayca erişim imkanı tanınmıştır.

    plotinos’un ölümünden sonra yapıtlarını yayınlamış olan en önemli öğrencisi porphyrios (232-304) hocasının öğretisini anlatmaya, temellendirmeye ve savunmaya çalışmıştır. porphyrios’un bir öğrencisi olan suriyeli ıamblikhos, plotinos’un felsefesini polytheizmin teolojisine temel yapmak istemiştir. bu spekülatif teoloji hıristiyanlıktan başka bütün antik dinleri sistematik bir bütünde toplamayı böylece din akımını bir sonuca vardırmayı göz önünde bulunduruyordu. ıamblikhos’un öğrencileri arasında imparator julianus’da vardır. imparator julianus polytheizme dönmüş ve gittikçe yayılan hıristiyanlığa karşı roma dinin yeni-platonculuğa dayanarak kurtarmaya çalışmıştır. yeni-platonculuğun suriye kolu dışında bir de atina kolu vardır.

    529 yılında justinianus yeni-platoncu tutumunda olan atina’daki akademia’yı kapadı; hıristiyanlığa aykırı diye yunan felsefesi okutulmasını yasakladı. bu da antik felsefenin sona ermesidir. böylece bu tarihten sonra bin yıl sürecek ortaçağ’da dini inanca bağlanılacak, tanrının kendisini açması olarak anlaşılan vahyin sözü dinlenecektir. rönesans’a (yeniden doğuş) kadar böyle devam edecektir.

    --- spoiler ---
  • [yazının aslı]

    yeni platonculuk (veya +1 fular puanı kazanmak istiyorsanız neoplatonizm) platon’un ölümünden 500 yıl sonra ortaya çıkan bir akım. yani bırak büyük iskender’i, roma’nın imparatorluk haline gelişini dahi geçiyoruz ve doğrudan kriz dönemine geliyoruz. 3. yy’ın ortaları. bu noktadan itibaren de, islamiyet’in doğuşu ve arap fetihlerine kadar geçen 400 sene boyunca etkili oluyor.

    ilk soru: neoplatonizmin “hellenistik dönem”deki diğer akımlarla ne alakası var?

    (dizinin kalanı için dış linkler)

    1. kinikler
    2. epikürcüler
    3. stoacılar
    4. skeptikler
    5. neoplatoncular

    ***

    aslında kimse yeni platoncu değil, herkes eskisini seviyor

    zamanında kimse kendine bu sıfatı biçmiyordu. tıpkı “bizans” gibi, bu da sonraki tarihçilerin bir uydurması. bu akımın kurucusu sayılan -ve önceleri tıpkı sokrates gibi bir şey yazmayan- iskenderiyeli plotinus ve öğrencileri kendilerini nasıl görüyorlardı?
    pisagor’u, platon’u, aristo’yu, ardıllarını ve sonradan gelen hellenistik akımları birleştiren teorisyenler olarak görüyorlardı. bir nevi her şeyin teorisinin peşindelerdi. ve bu birleştirme sadece argümanlardan ibaret değildi, mitolojiyi ve dini ritüelleri de kapsıyordu.

    tabii bu zor bir proje. ben denedim mesela, olmadı. sırf platon ile aristo arasındaki farklar bile yeterince büyük: platon’u hatırlıyorsanız, ideaların nesnelerden önce geldiğini düşünüyordu. yani mükemmel üçgen fikri bir yerlerde eskiden beri var, biz de bu dünyadaki somut üçgenlere bakınca o fikrin sonradan gelen yansımalarını görüyoruz. aristo içinse durum tersiydi: biz üçgen şeklinde bir şeyler yaptıkça, bunu soyutlaştırıp, “üçgen fikrini” yaratıyorduk.

    neoplatonistler bu tip anlaşmazlıklarda -sürpriz!- genelde platon’un tarafını, yani idealizmi seçtiler. bu niye önemli?

    çünkü bir kere ideaların önceliğini kabul ettin mi, ikinci adım olarak, onları asıl gerçeklik olarak görmen, üçüncü olarak da aralarında bir birlik kurman kolaylaşıyor. nasıl ki bu dünyadaki çin malı üçgenler (iç açıları 180 bile etmiyor, öyle dandikler) “üçgen ideası”nın birer yansıması, üçgen ideası da daha temel bir ideanın gölgesi.

    ***

    tekilliğe bu şekilde meyletmeyi diğer akımlarda da görmüştük. doğu felsefeleriyle benzerliği, stoacılığı, aristo’nun “unmoved mover”ını, yahut platon’un “the good” dediği ama bir türlü tam açıklamadığı kavramı hatırlayın. ufak tefek farkları var ama neticede neoplatonistler de, maddi manevi her şeyin tek bir gerçekliğin yansıması olduğunu kabul etmişler: the one.

    “the one” benzeri kavramların, yani gerçekliğin kaynağını başka bir boyutta aramanın önemli bir sonucu var. günümüz dinlerine uyarlayarak sorayım:

    allah gibi, zamanın ve mekanın ötesinde olan ve bu evreni yaratmış (dolayısıyla ondan önce var olan) bir tanrı inancının, kafanızda oluşturduğu ilk soru nedir?

    ***

    neredeyse tek tanrıcılık

    felsefedeki en meşhur sorulardan biridir: “neden hiçlik yerine bir şeyler var?”
    tanrı örneğinde bunu şöyle değiştirebiliriz: “neden tanrı bizi, hatta bu koca fiziksel evreni ve onu yöneten kuralları yarattı?”

    aynısını neoplatonistler de sormuşlar kendi meşreplerince: her şeyin kaynağı başka bir boyuttaysa, bu fiziksel evren niye var? bu kusurlu yansımaların manası ne? pekala tek başına, mutlu mesut varlığına devam edebilirdi bu kaynak. yahut tanrı, yalnız olmasa bile, kendine kurduğu krallıkta diğer meleklerle beraber sonsuza kadar takılabilirdi. illa oyuncak olarak yeni bir varlık istiyorsa, bunu o evren içinde yaratabilirdi.

    zaten bizim coğrafyadaki geleneksel yaratılış hikayesi de böyle: tanrı bir erkek yaratır ve güzelinden bir arsa verir. buradaki kurallar bizim evrenimizdekinden farklıdır. sonra kadın gelir, huzursuzluk başlar (nedense tersi değil). bu huzursuzluk sonucu insan bilgiye ulaşır (yasak elma) ve ceza olarak cennetten kovulur.

    ama ne kovulma. tanrı bunu 1000 odalı sarayında bir yere kapatmaz, yahut bir alternatif cennet yaratmaz. onun yerine gider her bakımdan daha aşağı bir gerçekliğe hapseder. insan artık ölümlü, hastalıklı, sorunlu bir varlıktır. sadece insan değil, “mö 6000 büyük elma skandalı” ile alakası olmayan bir sürü hayvan da bu kadere mahkum edilir. cansız şeyler bile eskir, çürür. “madde” denen şey, bir cezadır. neden?

    işte çoğumuzun pek kafaya takmadığı bu konuyu, neoplatonistler bol bol düşünmüşler. sonunda da acayip bir teori ortaya çıkmış.

    ***

    varoluşun da ötesinde

    bugün bir teist için bu soruya cevap bulmak zor, çünkü yaratıcının amacı üstünde spekülasyon yapmayı gerektiriyor. “biz anlayamayız” demek tatmin etmiyor, zira onu ister istemez bizim gibi bir şey olarak düşünüyoruz.

    oysa bir neoplatonistin daha gizemli bir yol seçme lüksü var. onlara göre bir (the one), o kadar anlatılmaz ve anlaşılmazdı ki, bilinçli bir varlıktan o kadar uzaktı ki, bir varoluşa dahi sahip değildi. “varoluşun ötesinde” diyorlar onun için.

    bu ne demek, bilmiyorum. zaten millet de anlamak için yıllarca bunların okullarında kafa patlatmış. bildiğim şey, bir’in bir varoluş zinciri başlattığı. bilinçsizce, amaçsızca, tıpkı güneş’in etrafını ısıtması gibi, o da kaçınılmaz bir etkiye neden oluyor.
    ilk meydana gelen etki, nous dedikleri, bizim de kabaca bilinç veya akıl diyebileceğimiz bir şey. idealar burada yaşıyorlar.

    bu aklın amacı, anlamak. en çok da kendini anlamak. bunun için özünü, yani bir’i anlaması gerek. ondan doğmuş, şimdi geriye dönüp ona bakıyor. bu etkileşim de zincirin üçüncü halkasını doğuruyor: ruh veya dünya ruhu.

    bir önceki adımdaki gibi, bu sefer ruh kendisini bilmek, hissetmek için akıl’a dönüyor. akıl’ın içerdiği ideaları öğrenmesi, onların formlarını yaratmasına yol açıyor. yani fiziksel evreni.

    madde, bu zincirin son halkası. geriye dönüp ruh’u anlamaya çalıştığında, yeni bir alem yaratılmıyor. bir’den gelen enerji tükenmiş, artık o sebep sonuç zinciri kendini besleyemiyor.

    ***

    biraz soluklanalım. burada üç şey önemli: (gez, göz, arpacık)

    1. “ol dedi ve oldu” gibi bir yaratılış anı yok. bu bir süreç ve halen devam ediyor. güneş ısıyı ve ışığı yaratınca sönüp gitmiyor, onları sürekli besliyor. birlik de akıl’ı, o da ruh’u, o da madde’yi sürekli besliyor.

    2. bizim çağımızdaki hakim görüşün aksine, ruhlar, bazı maddelerin içini kaplayan sihirli varlıklar değiller. bilakis maddeler, ruhtan türemişler. yani ruhun bir alt kümesindeyiz.

    3. günümüzde hakim dinlere göre, evrenimiz bir test merkezi olarak yaratıldı. işlevi belli, başlangıcı belli, sonu belli. geçici bir ev burası. son kullanma tarihi gelinceye kadar da evrendeki en önemli meseleler (iman, iyi-kötü ayrımı ve ibadet) burada olup bitiyor. oysa neoplatoncular için buranın özel bir işlevi yok. fiziksel evrenin tamamı bir yan etkiden ibaret. gerçeklik gölünün ortasına atılmış bir taşın yarattığı en uç dalgadayız.

    ***

    hayatın amacı

    zincirin bir halkası olarak, bizim de amacımız önceki halkaları anlamak. diyelim the one olmadı, onun yerine dünya ruhu ve nous denen şeyi anladık, o da olumlu.

    tesadüfe bakın ki bu halkaları anlamanın yolu felsefeden geçiyor (her ideoloji, önce bir kriz yaratır, sonra da kurtuluş reçetesini satar). bu felsefenin önemli bir farkı, erdemi, yani doğru ve iyi yaşamayı ikinci plana itmesi ve insanın ruhsal kurtuluşunu ön plana alması.

    sokakta birbirimizle nasıl geçineceğimiz de önemli elbette ama sadece geçici bir süreliğine. bizim asıl mücadelemiz, özümüze dönme mücadelesidir, kutsallaşma mücadelesidir, tanrılaşma mücadelesidir.

    ***

    bu yaklaşım size tanıdık gelmiş olmalı. klasik yunan felsefesinin 180 derece aksine dönüp, “bu dünya boş, asıl krallık yukarda” muhabbeti yapmak, o yıllarda iyice yayılmış olan hristiyanlığın uzmanlık alanıydı. fakat hristiyanlıkta kurtuluş, felsefeden ziyade kendini bizim için feda etmiş olan isa’dan geçtiği için, iki akımın takipçileri arasında mücadele vardır.

    bence asıl benzerlik budizm ile: “madde bir illüzyondur, asıl gerçekliği saklar, biz bu acı dolu varoluş çarkından kurtulabiliriz (bir nevi tanrılaşabiliriz), tek yapmanız gereken malınızı, mülkünüzü, bu dünyaya ait tutkularınızı geride bırakmak.”

    reform ve bağlılık kavramları bir arada gördüğünüz gibi. zaten bunu yapabilen felsefeler daha hızla ve daha şevkle yayılıyorlar. “çok değişmenize gerek yok, zaten ben de çok emin değilim ama şu yeni fikirlere de bir bakın” diyen bir inanç sistemi yok.

    ***

    islam, platon ve aristo

    inancın psikolojisine fazla dalmadan konumuza dönelim: neoplatonizm ile hristiyanlık arasındaki “kurtuluş vaadi” savaşını -spoiler geliyor- ikincisi kazandı.

    fakat bu savaş nafile değildi. atina’daki akademi kapatıldıktan sonra dahi (6.yy), helen dünyasının merkezlerinde yaşayan bir çok elit, iki öğretiye de maruz kalmaya devam etti. nitekim islam dünyasının antik yunan birikimiyle tanışması da bu sayede oldu.

    zira farabi gibi bilgelerin doğrudan aristo’nun, platon’un eserlerine erişimleri yoktu (onlar yazalı 1200 sene olmuş!). neoplatonist eğitim bünyesindeki platon ve aristo külliyatını okuyorlardı.

    hatta biraz daha geriye, al kindi’ye gidelim: antik düşünürlerin çağındaki çoktanrıcılığı islam ile bağdaştırmak imkansız olacağı için, arap felsefesinin babası sayılan al-kindi, yeni platonculuk’taki birlik anlayışına ve gizemciliğe odaklanmış, tasavvuf ile olan ortak noktalarına dikkat çekmiş. bu çabasını mümkün kılan gelişme de, mısır’ın islamlaşması ve iskenderiye kaynaklı neoplatonist birikimin kısa zamanda arapçaya çevrilmesi.

    tabii bu süreçte, gizemcilikle zerre alakası olmayan organon gibi eserler de (mantık hakkında), yeni platoncuların temel eğitimini oluşturmaları sebebiyle, islami düşünürlere ulaşıyorlar. yani bir bakıma, tasavvuf, yeni platonculuk’u islam dünyasında yayan bir truva atı oluyor, o da aristo’nun fikirleri için.

    yeni platoncuların platon’u yüceltmelerine paralel olarak, islam düşünürleri arasında “ilk öğretmen” (muallim-i evvel) sıfatını kazanacak kadar yüceliyor aristo. daha sonra farabi, ibn-sina ve ibn-rüşd gibi düşünürlerin yorumlarıyla birlikte aristo’nun bu eserleri batı’ya geri taşınıyor ve orta çağ’ın hristiyanlık-antik yunan sentezine sebep oluyor.

    ***

    ikinci bahar

    avrupa’nın antik yunan’ı önce kaybedip sonra tekrar keşfetmesi konusunda ayrıca bir bölüm yazdım safsatalar ansiklopedisi’nde, zira konu “islam olmasaydı avrupa karanlık çağda kalırdı” kadar basit değil. ama şimdilik, platon - yeni platoncular - tasavvuf - aristo mantığı ve metafiziği - hristiyanlık - skolastik felsefe arasındaki bu fantastik ilişkiye dikkat çekmek istedim.

    yani yeni platoncuların asıl büyük etkileri, doğrudan öğretileri sayesinde olmadı. fakat o öğretiler, diğer kültürlerinkine yeterince uyarlanabilir idiler ve bu benzerlik sayesinde, antik dünyanın mirasının ikinci kez aşılanmasına sebep oldular.

    zamanı gelince üçüncü bir aşılama gerekecekti ve onu da yeni platoncular başardılar. bu nasıl oldu? 6.yy’a dönersek, hristiyanlık “kazanınca” yeni platonculuk unutulmaya yüz tuttu. fakat zamanla kilise’ye karşı da bir tepki oluştu. rönesans ve sonrasında, kilise’den uzaklaşmak için antik dünyaya olan ilgi arttı. güzel bir dairesellik örneği olarak, bu ilgi tam da yeni platoncuların zamanında ekmiş oldukları tohumlar sayesinde gelişebilmişti. ve şimdi de, yine yeni yeniden yeni platonculuğu hortlatıyordu.

    işte bu ikinci bahar sırasında, hegel gibi modern idealistlere ilham kaynağı oldular. tıpkı zamanında islam dünyasına aristo’yu ve platon’u tanıtmış olmaları gibi.

    ***

    bir felsefenin belli bir tarihte doğup, belli bir tarihte ölmediğine,
    doğduğu gibi kalmadığına,
    tek bir hayatı olmadığına,
    değişik çağların insanlarını değişik şekillerde etkileyebileceğine,
    en güzel örneklerden biridir yeni platonculuk.

    bununla birlikte, helenistik dönemi kapatıyoruz ve orta çağ felsefelerine doğru yol alıyoruz. fakat arada bir islam durağımız olacak. fazla bekletmem....
  • işte böyle afili ama beş para etmez bilgiler yüzden türkiye'de sosyal bilimler bi' boka benzemiyor. mezun olan sosyal bilimci de bi' baltaya sap olamıyor. liseden yeni mezun olmuş çocuğa yüklüyorsun felsefe tarihini, sonra çocuktan proje yazmasını istiyorsun, elde var sıfır...

    yöntem ve araştırma tekniklerini es geçip, sırf "belki düşer" diye şöyle aptal saptal, ayağı yere basmayan abuk subuk şeyler öğrendikleri için ne lisansüstü programlarda tutunabiliyorlar ne de özel sektörde bir şansları oluyor.

    bu çocuk yarın bir gün bir lisansüstü programa ya da özel sektöre başvuracağı zaman, ona soracaklar "projen nedir?" diye.

    - benim projem, post-yapısal indirgemeci anlayışta neoplatonist yaklaşımın yapı sökümünü, hellenistik dönemdeki diğer akımlardan daha farklı bir biçimde okumak.
    - ... (adayımızın alacağı cevabı buraya yazmak istemedim)

    sizin yüzünüzden araştırma teknikleri ve yöntemden nefret eden yeni bir nesil yetişiyor. psikoloji, sosyoloji, tarih, ekonomi, ya da siyaset bilimi fark etmez, mevcut sosyal bilimler öğrencileri yöntemden, yöntemsel modelden, araştırma tekniklerinden (niceliksel veya niteliksel), veri yönetiminden, veri analizinden bihaber mezun olup, uzay boşluğunda kayboluyorlar.

    sosyal bilimci adayı olan genç dostlarım, sözüm size; şu başlıkta geçen bilgileri öğrenmeyin demiyorum, hobi olarak yine öğrenin, belki düşer. lakin, öğrenme tutkunuzu daha verimli ve mantıklı şeylere harcayabilirsiniz. "bir araştırma nasıl yapılır? niçin yapılır? hangi teknikler takip edilir? nasıl uygulanır? toplanan bilgi nasıl analiz edilir veya yorumlanır? elde edilen sonuçla daha yeni neler yapılabilir?"... bunun gibi ayağı yere basan adımlarla ilerlemeniz, hangi branştan olursanız olur sizin faydanıza olacaktır.

    yoksa s.kmişim platon'u çok afedersiniz, size bir şey olmasın.
hesabın var mı? giriş yap