• hou hsiao-hsien'in cannes'da en iyi yönetmen ödülünü alan yeni filmi. the assasin, suikastçi olarak çevrilmiş. 2005 yılında çalışmalarına, 2010 yılında çekimlerine başlanmıştı, fakat bütçe sıkıntısı yüzünden sürekli yarıda kaldı çekimler. 15 milyon doları aşan bir rakamdan bahsediliyo film için harcanan.

    hhh'i babam kadar sevdiğim için daha izlemeden çok sevdiğim bir film diye belirteyim. izledikten sonra başyapıt olup olmadığını tartışırım.
  • müzik süper, görüntüler harika, dövüş sahneleri'de çok iyi ama sanırım yönetmen kimseye bir şey anlatmak derdinde değil sadece kendisinin anlayacağı bir şeyler yapmaya çalışmış belgesel olarak çekse daha iyiyimiş.

    tamam anladık sanat filmi sanatsal bir anlatım var ama madem o kadar üstün bir varlıksın anlatmak istediğini herkesin anlayabileceği şekilde de anlatabilmen lazım izleyici seni anlayabilmek için sinema ile ilgili üniversite okumak zorunda kalmamalı.
    alternatif bir sanat filmi olarak tavsiyem (bkz: dersu uzala)

    tanım : sanatsal anlamda zihinsel mastürbasyon, zaman kaybı.
  • dün gidip bir bok anlamadan çıktığım film. tahminim çok kültürel ve kapalı işlemiş filmi yönetmen. kültüre aşina olmayınca hiçbir şey çıkartamadım. bir de filmde kim kimdi diye kendi kendime karıştırıyorum zaten.
  • "görüntüler harikaydı" denmiş, evet doğru ama bir ekleme yapmak lazım: sadece görüntüler harikaydı. zaten herkes birbirine benziyor, oyuncuları ayırt edebilmek için bayağı bir yoruluyorsunuz, doğru düzgün bir senaryo yok bir hikaye yok, oyunculuk yok, yok oğlu yok. ya da var ama ben anlamadım kardeşim, bana hitap etmedi, bende hiçbir şey hissettirmedi yani bu film.

    sinemaya, oyunculuğa, yönetmenliğe inanılmaz saygısı olan biriyim, hiçbir filmi yarıda bırakıp gitmem; ama bir filmde bunu yapsaydım o kesinlikle bu film olurdu.

    izlerken saate baktıran, bitse de gitsek artık dedirten filmler kötü hissettiriyor, yapmayın şöyle şeyler, hadi bakim...

    (bkz: başka sinema)
    (bkz: sinebu)
  • bazı filmler bayıla bayıla, bazıları bayılarak izlenir. bu film de öyle bir ayırıcı özelliğe sahip. harika final sahnesi müziğinde mutabık olunacağına eminim. dinle
  • kung fulu efendili film ararken denk gelen sanatsal olduğu iddia edilen film. müzikleri dışında cezbeden bir tarafı yok. uzunca aynı planda kalarak göze sokulan manzara sahneleri luzumsuz. git doğa fotoğrafçısı ol o vakit. senin neyine sanat filmi dingil çek kung fu filmini geç. bir de filmin başından sonuna kadar öten bir kuş var öyle bir film işte.
  • bir hou hsiao-hsien başyapıtı. reis zaten büyük yönetmen ama bu filmde fena döktürmüş. film, 9. yüzyılda yazılmış dövüş sanatları hikayelerinin temel metinlerinden birine dayanıyor(muş), o metnin çok serbest bir uyarlaması diyebilir(miş)iz. üstadı tarafından bir suikastçi olarak yetiştirilmiş olan yinniang, kendisine verilen bir görevde gösterdiği başarısızlık sebebiyle, karmaşık bir aşk hikayesinde birbirlerine bağlandıkları kuzenini öldürmek için görevlendirilir. tabi gene üstadı tarafından. kuzeni weibo bölgesini yönetmektedir ve evlilik bağıyla merkezle olan ilişkileri barış içinde tutması sağlanmıştır. yani evlilik tıpkı ortaçağ avrupasında olduğu gibi devletler arası veya hanedanlar arası ilişkilerde bir tür düzenleyici gibi işlemektedir. işte yinniang, bir yanda kendisini bir kılıç ustası olarak yetiştiren üstadının emri, bir yanda aile bağları, bir yanda gönül işleri, onur, aşk belki öfke, belki sadakat vs. gibi duygular ve ilişkiler içinde kalır. neyse hikaye pek önemsiz olduğu için burada kesiyorum.

    film olağanüstü siyah-beyaz bir prologla açılıyor. bir tür temrin sahnesi ve filmin devamı da aynı zerafet, incelik ve saflıkla geliyor. film, bir şekilde wuxia türü içine sokulabilir ama bu türü de hou hsiao-hsien dokunuşuyla bambaşka bir hale, belki şimdiye kadar hiç ulaşamadığı bir derinliğe ulaştırıyor. bir yanda dövüş sanatları evet ama bir yanda da 9. yüzyıl çin'inin gerçekçi ve müthiş bir temsili. gerçekçi dedik ama hou hsiao-hsien gerçekçi olduğu oranda şiire yaklaşan bir film yapmış. şiirsel gerçekçi bir film. (şiirsel kelimesinden nefret etsem de bu kelimenin bir filme bu filmden daha çok uyabileceğine inanmıyorum) gerçeğin, şiirsel bir yeniden ele geçirilişi söz konusu. örneğin filmin bir başrol oyuncusu shu qi ise bir diğer başrol oyuncusu da rüzgar. sürekli tülleri havalandıran, başakları dalgalandıran, mum alevini titreten, dallarda çiçekleri döken, perçemleri okşayan rüzgar. ve dağlar, hou hsiao-hsien'in deyimiyle sanki klasik çin resminde olduğu gibi tek bir fırça darbesiyle yaratılmış gibi gözüken dağlar. film bazı anlarda öyle seyreliyor ve hafifliyor ki insan ana hikayeyi unutup, bir çiçek üstündeki böceğin yürüyüşüne kapılıp giden veya önemli bir karşılaşmadan, bir diyalogdan rol çalarak sahneyi işgal eden bir sisin görkemiyle mest olan filmin dalgınlaşmasını hissetmeye başlıyor. hikayenin uçuculaştığı ve jestlere, mimiklere, ufacık hareketlere dağılmaya başladığı, hikayenin hayatın mitsel, görsel olarak yüceltilmiş akışları içinde çözünüp gittiği anlar işte tam olarak bunlar. zaten film içinde sürekli kendinizi bu dikkat dağınıklığından muzdarip hissediyorsunuz. şikayetçi değilsiniz ama sanki sürekli bir dalıp gitmenin ardından hikayeye tekrar dönüyormuş gibisiniz. klasik bir hikaye anlatımı beklemek zaten fazla safdillik olur. her seferinde boşluklarla dolu bir şekilde diyaloglar içine serpiştirilmiş parçalarla gevşekçe örülen bir hikaye söz konusu. tanımadığınız bir karakter mi giriyor filme, beklenmedik bir jest, anlayamadığınız bir söz mü var çok sonra belki anlayacaksınız belki de hiç anlamayacaksınız. fakat önemli değil, önemli olan 9. yüzyılda geçen bu hikaye değil hou hsiao-hsien'in 9. yüzyılın çin'inde bulduğu, bütün o kıyafetlerde, takılarda, çiçeklerde, sularda, bahçelerde ve gökyüzünde bulduğu bir "gerçek fazlası", adeta her bir şeyin kendi hakikatinden ayrılmadığı, kendi içsel hakikatiyle aydınlatıldığı bir tür içsel barış zamanının aydınlığı. hükümdarlar, vezirler, prensesler, savaşçılar, bilgeler ve büyücüler zamanının büyülü fakat büyülü olduğu oranda gerçek dünyası.

    yinniang'ın bitimsiz melankolisine ne demeli? kendi kuzenini öldürmekle görevlendirilmiş olması onu bir tür hamlet yapmıyor mu? başka bir entry'de the witch'in protagonisti thomasin'e faust'un uzak bir akrabası, bir tür yankısı demiştim, bu filmin ana karakteri yinniang da hamlet'in anne tarafından kuzeni sanki. uzaklığı, sanki dövüşürken bile onu olayların dışında tutuyor. elbette bu benzerliği çok zorlamak anlamsız; çünkü yinniang, kararsızlığında ve git gellerinde hamletten çok daha "gerçek" çelişkiler içinde, sadakat ve aşk arasındaki ya da öfke ve bağlılık arasındaki somut gerilimlerin ortasında. eliot gibi söylersek bir objective correlative eksikliği yok, gene de yinniang'ın her zaman filmin dalgınlığıyla karışan dalgınlığında bir hamletlik var.

    hasılı film 10/10luk bir film. bir andrei rublev izlermiş gibi hissettiriyor insana.
hesabın var mı? giriş yap