• yanlış bir inanışı, fikri vs doğru çıkarmak için kullanılan tanımları göz göre göre sürekli olarak değiştirmektir. inanç uğruna akıl mantık nöronlarını peynir ekmekle yemeği gerektirir.

    maalesef türkiye toprakları içinde çok fazla gözlemlediğimiz bir olaydır. malum irrasyonel bir milletin evlatlarıyız. üstelik bu irrasyonelliğimizi de o kadar çok seviyoruz, kolluyoruz ki, akıllı mantıklı adamları cezalandırmaya, memleketten kaçırmaya kadar gidiyor yaptıklarımız. bir örnek vereyim tam olsun:

    bir muhabbette bilgili, kültürlü bir arkadaş yahudi türklerden bahsediyor. muhabbeti dinleyenlerden biri de işte bu no true scotsman olayını patlatacak, cahil ve inançlı bir arkadaş. bilgili arkadaş anlatıyor işte tarihte şöyle oldu da böyle oldu da. cahil arkadaş atlıyor:

    - yahudi türk mü? olmaz öyle şey! **türkler** öyle şerefsizlik yapmaz!!
    - nasıl yani? ama tarihi gerçek, kanıtlar şöyle de böyle de...
    - olmaaaz! türkten yahudi olmaz!!!
    - ama işte bak şu kanıt bu kanıt, o bu şu..
    - mümkün değil! hiç bir **gerçek türk** yahudi olmaz! onlar türk değildir!
    - ama türkl...
    - rereröröğğgghh!! (sinirlendi, yaratığa bağladı, konuyu değiştirmenin tam zamanı)
    el silencio
  • kabullerimizi ifşa eder, ifşalarımızı da kabul. böyle tuhaf bir yörüngesi var, dönen mekanizmanın oluşturduğu çizgiden ötürü daireyi görüyor çemberi yani çizgileri, sınırları belirleyemiyorsanız siz ölmüşsünüz de haberiniz yok demektir. david hume diyor ki, daha doğrusu demeye getiriyor ki 'bugüne kadar beni besleyen ekmeğin, bundan sonra da besleyeceğinden neden eminim? neden bunun benim için en akılcı düşünce olduğu konusunda sorguya, kuşkuya yer bırakmıyorum? elimi sobaya her götürdüğünde yandıysa, bu, bundan sonra da her elimi sobaya götürdüğünde yanacağı anlamına mı gelir?' açıkça görülüyor ki tümevarımsal ya da olasılıklı tümevarımsal muhakemeler düğmesine basmadan david hume ters köşeye yatırılamaz. adam haklı, bugüne kadar ekmek bizi besledi diye, yarın da beslemek zorunda değil. an gelir ufalanır, toz olur. toz veya toz olmak kötüdür demiyorum, sadece olmamayı tercih etmişken olmak sobaya dokunmak gibi, onu şey ediyorum.

    tamam hume haklı da. peki, ben neden bugüne kadar elimi her sobaya götürdüğümde yanma hissiyle doldum taştım? hume bunu açıklamıyor, zaten adamın derdi neden söz konusu akılcı olasılığın oluştuğu değil, söz konusu akılcı olasılığın bizi esir almasından dertlenmiş. "bugüne kadar böyleydi bundan sonra da böyle olacak" kabulünü şeytan taşlar gibi taşlamış, bu uğurda göz-bebeği empiricist yani deneyci duyuşunu ötelemiştir. para verip de adam tutsan david hume'e böyle zarar veremezdi, adam kendi kendini taşlattı. "bugüne kadar ateşin bizi yakmış olması, bundan sonra da yakacağının garantisini sunmaz" diyerek, elimizi ateşe koyduğumuzda eğer yanmazsak, bunun sadece gerçek bir ateş olmadığını düşüneceğimiz için, biz aslında başından beri yanılıyorduk demeye getiriyor. böylece biz her ne kadar deneyimleyerek vardığımız bir neticeyi öteliyorsak da, aslında henüz deneyimlememiş olduğumuz bir olayın olasılığı üzerinden kendimizi sınırlamış oluyoruz. "no true scotsman" yani "gerçek iskoçyalı olmama" muhakemesi, bizim başından beri "gerçek ekmek", "gerçek ateş" veyahut "gerçek sözlük" gibi birtakım gerçek belirlenimlerden yani çevreleyen çizgiden ötürü, onun bir alanı sınırlayarak oluşturduğu daireye mahkûm olduğumuzu gösterir.

    muhakemenin adındaki iskoç şeyi ise bu mahkûmiyetin, hume tarafından "tüm iskoçyalılar cimridir" önermesiyle örneklenmiş olmasıdır. böyle bir önermeyle karşılaşan bizler hemen, çizginin sınırladığı alanda birikmiş önyargıyı görerek "ama feşmekanın iskoç oğlu var mesela o hiç cimri değil" deriz, sonra muarızımız diklenir, "olur mu lan" der ve ekler "o gerçek bir iskoçyalı değil!" oysa "tüm iskoçyalılar cimridir" sözü içinde "tüm gerçek iskoçyalılar cimridir" manasını barındırır. ekmek örneğinde de olduğu gibi önemli olan sınırların adı üstünde belli bir alanda analitik bir kuşatıcılığı simgelememesi gerektiğidir. mesela ekşi sözlük sınırları var, sınırları bizzatihi onun kendisine dönüşmüş durumda. bunu hayatımızdaki birçok şeyde deneyimleyebiliriz. "ha ona dokunma, o öyle kalsın" denilebilir olan bir dünya şey var, oysa sonuç sonuçtur, bir yere varırsın ya da varmazsın. ekmek zaten doyurmayacaksa, beslemeyecekse ekmek olmaz. onun sınırları doyurucu olabilmesinde, zaten bu gerçek iskoçyalı olmama zıkkımını da bu taraftan yıkmaya çalışırlar genelde. sonuç analitik bir gerçeği gösterdiğine göre, bakış açısını sonuca yerleştirirsen pergelin sabit iğnesi gibi, iskoçyalının önceki deneyimlerde el yakması ya da beslemesi önemini yitirir. en nihayetinde öncüller doğruyken, sonuç yanlış olamaz.

    bu sözlük için de geçerli, ciddiyim. daha ne kadar ciddi olduğumu göstermem lazım? değil sözlük, her şey için bu geçerli. geçmişte bir an öyle olduysa, gelecekte de öyle olacak anlamına gelmez bu. popper hume'un bu şeyini terslerken aşamalar muhakemesini geliştirir. bunu işletim sistemindeki sistem geri yüklemeye benzetiyorum. bir noktada işler ters gitmiş olabilir, o halde o noktadan önceye sistem geri yüklemesi yaparsanız bu yine aynı noktada işlerin ters gideceğini göstermez. inanmak diye bir şey varsa, doğru insan diye de bir şey vardır muhakkak. o halde inanmak gerek doğru adama. bilmem anlatabiliyor muyum. bence etik açıdan bir sakınca barındırmayan yazmadır bu gören gözler için.
  • ad hominem'e karşı yönden gelerek yaklaşan argüman.

    diyelim mehmet solcu ya da sağcı. ya da türk ya da kürt. ya da diyarbakırlı ya da trabzonlu.

    mehmet bir suç işler. bu olay karşısında insanların %90'ı şu iki yorumdan birini yaptığı için gerizekalıdır:

    ad hominem:

    - mehmet x'li. bu suçu işledi. sen de x'lisin. o zaman sen de bu suçu işlersin/savunursun.

    no true scotsman:

    - hiçbir gerçek x'li öyle bir suç işlemez. mehmet gerçek bir x'li değildir.
  • terimin kullanımı antony flew isimli ingiliz filozof tarafından ortaya atılmıştır.

    bir iskoçyalı olan hamish mcdonald'ın glasgow morning herald gazetesini açıp "brighton seks manyağı tekrar saldırdı" (ingiltere'nin güneyinde bir şehir, dolayısıyla manyak ingiliz) başlıklı bir bir makale gördüğünü düşünün. haberi okuyan hamish şok geçirir ve "bir iskoç olsaydı böyle bir şey yapmazdı" der.

    ertesi gün yine glasgow morning herald okurken bu sefer, aberdeen'li (iskoçya'da bir şehir) bir adamın acımasız eylemleri konusunda bir makale okur. öyle ki brighton seks manyağı neredeyse bunun yanında centilmen kalmaktadır.

    bu gerçek, hamish'in fikrinin yanlış olduğunu gösteriyor, ama hamish bunu itiraf eder mi? pek değil. onun yerine "hayır, gerçek bir iskoç böyle bir şey yapmazdı" der.

    (wikipediadan çevirmeye çalıştım)
  • bir inanç, veri ya da bilginin gözlenen yeni yanlışlayıcı-kanıtları umursamaksızın doğru ve gerekçelendirilmiş olduğunu savunmak.

    “bütün iskoçlar çok içki içer” cümlesine karşı verilen “ben de bir iskoç’um ve hiç içki içmiyorum” yanıtına “sen gerçek bir iskoç değilsin, gerçek iskoçlar çok içki içer” şeklinde karşılık almak bu hataya* örneklik ve hatta kökenlik teşkil etmektedir.

    daha bilindik ve sıcak bir örnek için (bkz: gerçek islam bu değil)
  • (bkz: true scotsman)
  • ortaya attiginiz boktan bir fikri savunmanin en kolay yoludur....zamaninda socrates bile basvurmus biz niye basvurmayak

    socrates iyi ve kotuyu bilgiyle bagdaslastirir.bir seyin neden iyi oldugunu biliyorsaniz onu yaparsiniz der.ayni sekilde neden kotu oldugunu biliyorsaniz onu yapmazsiniz der sonra hoca bos dururmu yapistirir cevabi;madem oyle diyon bey efendi soyle bakalim bizim mustafa iyinin ne oldugunu biliyor ama onu secmiyor,kotuyu seciyor
    socrates mal gibi kaliyor...aklina bu sikko cumle geliyor "gercekten bilseydi iyiyi secerdi"
hesabın var mı? giriş yap