*

  • der ki:

    "genç şimdi deney yapıyosun güzel ama sen ne olup bittiğini anlayayım derken sisteme müdahele ediyosun, onun izolasyonunu bozuyosun, deneyin sonucunu da değiştiriyorsun."

    heisenberg belirsizlik ilkesi ve schrödinger'in kedisi bunun çok meşhur örnekleri. wikipedia'da gündelik hayatan güzel örnekler var; örneğin sıcaklık ölçerken cıvalı termometrenin de ortamdan biraz ısı çalması, ya da voltmetre ve ampermetrenin de ideal olamaması yüzünden devrede değişikliğe yol açması.
  • elektronun gözlemci bakmadığı zaman dalga, baktığı zaman parçacık olarak davranmasına sebep olur. gözlemcinin zihni hologramın eksik projeksiyonunu tamamlar ve varlık görünür hale gelir. yani arkandaki buzdolabı dönüp bakmadığın sürece orada değil.
  • "gözlemlediğimiz şey doğanın kendisi değildir, doğanın sadece yönelttiğimiz sorulara verdiği cevaptır."*
  • gerçekliği çift yarık deneyi* ile kuantum düzeyinde (parçacık düzeyinde, mikro düzeyde) kanıtlanmış olmakla birlikte, bildiğim kadarıyla, makro bağlamda direkt olarak doğrulayabilmemizin şu anda pek mümkün görünmediği olgu (bakın direkt olarak diyorum).

    gözlemin gerçekliği değiştirdiğini göstererek dikkatinizi bir şeyin üzerinden çektiğiniz ve o şeye odaklandığınız anlarda farklı olduğu, başka bir deyişle kendi gerçekliğinizi kendinizin yarattığı sonucuna kadar götürür içine dalıp irdelediğinizde. sizin nereye gitmek istediğinize bağlı. ama böyle olduğunu doğrudan göremiyoruz. görmeye çalışmak bile bir gözlemci etkisi doğuruyor olabilir. ya da gerçekten makro düzlemde böyle bir şey olmayabilir.

    fizikle spiritüellik arasında köprü kuran ve kuantum kelimesinin spiritüellik alanında kullanılmaya başlamasına yol açan faktörlerden birisi olmuştur çift yarık deneyi ve gözlemci etkisi. yalnız zihni yeni fikirlere açık tutmakla birlikte bunu kullanan her şeye atlamamak, herkesin peşinden gitmemek gerek. sömürüye çok açık, şarlatanların elinde oyuncak olmaya müsait bir konu.
  • mitolojik bir kokusu var bunun. yapma, etme, arkanı dönme, bakma, meydan okuma, görme, yeme, açma, elleme, bilme... kabaca davranmamaktan bahsediyorlar sıklıkla. sınırları aşmamaktan bahsediyorlar. bu yüzden zanaatkarlık en güzel meslek. işine bakıyorsun sadece. meditatif bir haldesin. kafa rahat. zikir çekmek gibi. tekrar eden basit hareketler var. yaptığın işle bedensel bir bütünlük var. tek kötü yanı biraz inzivayı anımsatıyor.
  • bilimde, gözlenebilir olayları incelemede yegane kullandığı yöntemlerden biridir gözlem..

    gözlemci doğal gözlem yaparak keşfedilmemiş olayları keşfetmekle ve bunları kayıt altına almakla yükümlüdür..

    madde söz konusu olduğunda aynı şartlar altında aynı deney aynı sonucu verirken, insan üzerinde yapılan deneylere bakacak olursak aynı şartlar altında aynı deneyler aynı sonucu vermemektedir..

    kuantaların da (kuantum parçacıkları) gözlemci varlığında parçacık gibi, gözlemci olmadığında ise dalga gibi davranması, mikrodünyadaki bu garip durumun spirütellikle ilişkilendirilmesini doğurmuştur.. haksız da değildir..

    bu parçacıkların doğası, insanın doğasını anımsatıyor bazen..
    hangimiz gözlemci varlığında kendisi gibi davranabiliyor?
  • (bkz: measurement problem)

    eğer bir kuantum fizikçisinin gözlerinde korku görmek isterseniz, ona sadece “ölçme problemi” deyin.
  • su üstüne yazı yazmak şeklinde tarif edilebilir olgu. yazıyı yazarken görebilirsin sadece.

    "gerçek, gözlemci onu gözlediği için gerçektir."

    yani gözlemci gerçek oluyor bu durumda. gözlemci gözlediği anda, gözlediği 'şey' de gerçeklik kazanıyor.

    esas olan, 'maneviyattır'.

    peki gözlemci gerçek ise kendisi de bir gerçeğin parçası olmak durumunda değil mi?

    o dokunmadan, gözlemeden, gerçek bir 'illüzyon' mu?

    kafam karıştı!..

    yine de böyle düşünceler bir yerim ağrımadığında çok ilgimi çekiyor.

    bence sorun fizikçilerin dilbilgisi kifayetsizliğinden ibaret.
  • özellikle sosyal bilimlerdeki gibi bir laboratuvar ortamında inşa edemediğiniz çalışmalarınızda, araştırmanın gidişatını derinden etkileyecek en önemli problemlerden biri.
    halihazırda, aynı şartlar (her ne kadar imkansıza yakın olsa da) altında aynı sonuçları veremeyecek kadar esnek bir varlık araştırma nesnemizi oluştururken (insan, toplum); sizin dış dünyaya dair tüm deneyimsel süreçlerinden arınmanızın da imkansıza yakın olması ile baş gösterir. bunu; gözlemi gerçekleştiren, araştırma sürecini yürüten bireyin hassasiyetleri doğrultusunda objektif sonuçlara ulaşmanın önüne ket vuran durum olarak açıklamak ise yanlış olmayacaktır.
    sosyal bilimlerde objektif/nesnel sonuçlara ulaşmanın çok zor yahut mümkün mertebe var olabileceği zaten kabul edilegelmiştir. ancak bu noktada beliren problemlerden biri de gözlemcinin araştırmaya dahil olma sürecidir. ekol olarak adlandırdığımız, dünyaya dair bakış açımızı belirleyen bir olgunun gerçekliği kabulünde elbette gözlemci bu bakış açısını çalışmasına harmanlayacaktır. hatta çalışmasını bu bakış açısı üzerinden inşa edecektir ki bu noktadaki kritik; gözlemcinin bakış açısı dahilinde hassasiyetlerine, çalışmanın gidişatını "saptıracak" kadar körü körüne bağlı olmaması gerektiğidir. bilim dahi kendi kendini yanlışlayabilirken, gözlemcinin kendini doğrulamak adına bu yola girecek olması durumunda sorgulanması gereken, çalışmanın bilimselliğidir. bunun yanı sıra çalışmayı yürüten kişinin gerçekten bilimsel anlamda bir bulguya ulaşmak isteyip istemediği de irdelenmesi gereken bir konudur.
    elbette "olgulara şeyler gibi yaklaşın" cümlesindeki kadar, birer araştırmacı olarak kendimizi soyutlamamız imkansız ancak araştırma sürecine, mevcut hassasiyetler ve benimsenen bakış açısı dahilinde "müdehale" edilebiliyor olunması, bilimsel etik açısından tartışılması gereken bir konudur.

    hatta bu noktada tartışılmaz. kuvvetle muhtemel sosyal bilim camiası tarafından taşlanır.
  • gözlemci etkisinin nasıl gözlendiği de önemli kanımca. her halükarda bir gözlem söz konusu.
hesabın var mı? giriş yap