• uzun mızrak benzeri dikenleri olan ve gerektiğinde bunları fırlatabilen kirpi cinsi
  • sabahın 7'sinde kalkmış denizin güzelliğini kaçırmamak için hızlıca plaja doğru sürüyorsunuzdur. yolun kenarında bir karaltı gördüğünüzde içinizden söylenirsiniz, allahın belaları yine çarpmışlar birşeye. bakmamaya çalışarak o tarafa devam edersiniz yolunuza, iki dakika sonra aklınızdan çıkmıştır bile o karaltı. 1-2 saatlik deniz keyfinden sonra geri dönüş yolunda yine farkedersiniz onu uzaktan, bu sefer yanında durursunuz, onu kenara çekmek için. tilki mi? hayır.. köpek? ı-ıh.. daha büyük birşey.. bir oklu kirpi! bu dünya üzerinde görülebilecek en güzel yaratıklardan biriymiş meğer o karaltı. yarasının üzerinde yeşil bok sineklerinin uçuştuğu, çarpmanın etkisiyle her tarafa o süs için satılan güzelim siyah beyaz çizgili oklarının saçıldığı, iri bir köpek büyüklüğünde ama suratındaki o mahzun ifadeyle uyuyormuşçasına kenarda yatan bir kirpicik. doğanın harikalarından bir tanesi daha allahın belası bir insan tarafından yokedilmiş. çok üzdün beni kirpicik, babamlar beni almasalardı yanından gömecektim seni. özür dilerim..
  • o mizrak gibi oklariyla nefis topuzlar yapmak da mumkundur...
    o oklar nasil kirpicigi saldirganlardan korursa, sizi de yalakalardan koruyacaklardir.
  • 1992 yılında julian barnes tarafından the porcupine adıyla yazılan kitaptır. tüm julian barnes kitapları gibi türkçeye serdar rifat kırkoğlu çevirmiş olup 1993 yılında mitos boyut yayinlari tarafından basılmıştır. arayanlara sahafların yolu görünmektedir.
  • okları yürüme yeteneğine sahip kirpi türü. (yanlış hatırlamıyorsam tüm kirpilerin okları yürüyor ama bununların ki daha bir yürüyor olması lazım.)
    yani saplandığı yerde durmaz, hareketle, rüzgarla yavaş yavaş daha da ilerler, ilerledikçe de geri çıkmaz. (kirpinin hikmeti de bu işte.)
    yani oklu kirpinin okunu yediyseniz bir yerinize anında çıkartmanız lazım. bırakırsanız, sonra çıkartırım derseniz o ok ilerler ilerler saplandığı yeri delip geçip öyle çıkar. bu da diğer canlılar için gayet öldürücü bir etki.
    oku çıkartamayan canlıyı yavaş yavaş gebertir.
  • şu anda londra’da freud’un evinde çalışma masasının üzerinde bronzdan bir heykeli duran kirpidir. bu heykel freud’un oklu kirpilere olan ilgisinden dolayı nörolog ve psikolog j. j. putnam tarafından hediye edilmiştir. ilgi dediysem de freud bireyin sosyal ilişkilerinin temel bir ikilem üzerine kurulduğu teorisini (porcupine dilemma) oklu kirpilerin yardımıyla açıklar. freud’un her şeyi belirli bir şeyle ilişkilendirmekte bir numara olan o güzel kafasını kurcalayan asıl düşünce samimiyet düşüncesidir. sana ne kadar yakınlığım yakınlıktır da ne kadar yakınlığım uzaklıktır? sana ne kadar yaklaşırsam bana zarar verirsin ve bana ne kadar yaklaşırsan sana zarar vermiş olurum? freud cevabını oklu kirpilerin kışları birbiriyle olan durumlarını metaforluyarak veriyor. yeni bir kelime türetmiş oldum: metaforlamak.

    freud oklu kirpiyi 1921 yılında yazdığı grup psikolojisi ve ego analizi (gruppenpsychologie und die analyse des ego) adlı denemesinde metaforluyor. aslında bu denemeden tam 70 yıl önce oklu kirpiler schopenhauer’in parerga ile paralipomena: kısa felsefi denemeler’inde (parerga und paralipomena) çoktan dolaşmaya, birbirleriyle itişmeye başlamış ve freud’la çok çok benzer bir açıklama için kullanılmışlar. yine de freud son nefesine kadar oklu kirpi benzetmesini schopenhauer’den almadığını savunur. oysaki j. j. putnam’ın oğlunun oğlunun oğlunun (vallahi durum bu) da bahsettiği gibi schopenhauer freud’un bütün eğitiminde vardır, onun felsefesi freud’un viyana'da devam ettiği okuma grubunun en önemli tartışma konusudur ve freud daha önceki kitaplarında schopenhauer’i alıntılamaktan geri kalmamıştır. hatta utanmasam aslında freud’un bilinç dışı, id kavramları, aklın çoğunun seksüelliğe kaptırılmış olduğu fikri schopenhouer’in istencinin evrilip çevrilmiş halidir yazardım. ama utanıyorum. halbuki schopenhauer’in kendi teorileri üzerindeki etkisini freud inkar etmez, ama oklu kirpi başka. bu konuda net. benzetmeyi kendi bulmuşmuş. peki nedir bu paylaşamadığı kirpileşme durumu?

    morpheus misali hap gibi veriyorum: birbirimizle samimiyetimizin olasılığı birbirimize karşı hissettiğimiz sevgiye ve yarara göre değil de hissettiğimiz düşmanlık duygusu ve zararda temelleniyor. ne kadar yakın olmak istersek isteyelim hep uzak kalmak durumundayız çünkü samimiyetin çoğu bir sure sonra ya benim benlik kaybıma ya senin benlik kaybına sebep olur. samimiyet bitmez tükenmez bir denge sağlama uğraşıdır; çok zor bir mevzudur. oklu kirpiler bu dengede usta tabi. genelde yalnız yaşayan ve ağaçları kendine hane bellemiş oklu kirpi, ki kendisi pek kirpi de değil bildiğin domuz ve zaten adı da fransızca 'oklu domuz’ dan geliyor, kış bastırdığı anda ısınmak için birbirine sokulmaya çalışıyor, ancak o canım 8 cm uzunluğundaki okları asla ve asla diğerine yakınlaşmasına izin vermiyor. ya ısınamayacak ama okları sebebiyle alacağı acıdan kurtulacak ya da ısınacak ama o oklar her tarafına saplanacak. birey-toplum ilişkisini gözeterek özne için ikilemi yeniden formüle edecek olursam ya diğerinin, diğerlerinin demek istiyorum, akışında akacaksın ki bu bir kendilik yitimine tekabül edecek ya da kendiliğini koruyacaksın ki bu diğerleriyle iletişimini kesip onların özneliğini tanımayıp derin bir yalnızlığa düşüşe tekabül edecek. oklu kirpiler birbirlerine yakınlaşıp uzaklaşa, yakınlaşıp uzaklaşa öyle bir denge bulurlar ki durdukları yakınlıkta ne sıcaklık donacakları kadar düşer ne de oklar batacak kadar yakındır. freud’a göre sağlıklı bir insan ilişkisi ancak bu denge durumuyla tarif edilebilir. yani kısaca freud’a göre default olarak dikenliyiz. ve domuzuz galiba.

    schopenhauer de insan ilişkilerinin aynı şekilde kurulduğundan bahseder ama tabii ki schopenhauer’liğini yaparak; bu denge işinin ıstırapların dengesi olduğunu söyleyerek. oklu kirpiler dikenlerin ıstırabı ile soğuğun ıstırabının tahammül seviyesinde bir dengesini bulmuşlardır. insanlar da yaşamları boyunca içlerinin derin boşluğu ve ben dedikleri şeyin sıradanlığı ve aynılığının ıstırabını diğerlerinin yaşatacakları ıstırapla dengelemeye çalışırlar. yani o anlatmalara doyamadığımız şahane aşklarımızın ve yediğimizin içtiğimizin ayrı gitmediği sıkı dostluklarımızın temelinde ıstıraba, boşluğa ve anlamsızlığa mahkum oluşumuz yatıyor.

    şimdi düşündüm de aslında felsefi metinlerin hangisine elimizi atsak schpenhauer’in oklu kirpisi gibi bir metafora çarpıyor. filozofların çilesi de kendilerinin çok iyi anladığı bir şeyi başkasına anlatmaya çalışmak. haliyle aklın ve kavrama gücünün zorlandığı yerde imgeye sığınmak gerekiyor. şöyle platon’un mağarasından, spinoza’nın örümceğinden, hegel’in minervalı baykuşundan, kierkegaard’ın at arabasından, wittgenstein’ın şişesindeki sinekten, hobbes’un leviathan'ından yani su altında yaşayan dev canavarından ve daha neler nelerden bahseden bir kitap olsaydı ne güzel olurdu. belki kendimi azıcık dürtükleyip bu çeşit çeşit nesnelerin ve yaratıkların dünyasına atlarım ve felsefedeki metaforları sözlükte bir seri olarak yazmaya başlarım. oklu kirpi de serinin ilk hayvanı olmuş olur. ha bir de söylemeyi unuttum. oklu kirpilerden bazılarının iç sıcaklığı normalin üstünde oluyor. hatta çok yüksek oluyor. onların topluluğun geri kalanıyla denge sağlaması gerekmiyor; istedikleri kadar uzak durabilirler. aramızda iç sıcaklığı herkesten ve her şeyden uzaklaşarak koca bir felsefe tarihini eşeleyip metaforları avlayacak kadar yüksek olanlarımız var. ne yazık ki.
  • ecnebilerin porcupine dedikleri, çöllerin jiletli bıçkın delikanlıları. gerektiğinde 13 aslana kafa tutup, o koca koca aslanları melül melül baktırır karizmalarını, tabir caizse, s.ker atar. o oklar çok canlar yakar.

    http://www.youtube.com/watch?v=03hnvid5tey
  • tehlike anında ok fırlatması tamamen bir şehir efsanesi olan hayvan.
  • ok firlatmasa da pitbull hayvaninin bögrünü, cigerini delmis gecmismis kanada vilayetlerinde...
    http://www.bbc.com/news/world-us-canada-34716175
hesabın var mı? giriş yap