• "öğrenemeyen öğrenci yoktur, öğretemeyen öğretmen vardır" diyor amerikalı eğitimci bloom. katılırsınız, katılmazsınız size kalmış. ama daniel pennac'ın yazmış olduğu okul sıkıntısı adlı kitap, sanıyorum çoğunlukla bu öğrenme modeli üzerine yazılmış. ya da bu modeli destekleyen bir kitap diyelim.

    kitap, yazarın kendi yaşamından esinlenerek oluşturmuş olduğu bir içeriğe sahip. bütün söylemlerini kendi hayatıyla somutlaştırarak okuyucuya sunuyor. dili oldukça sade, hatta çabucak bitirebileceğiniz bir kitap. herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum. hele ki çocuğunuz varsa, mutlaka... tabi bunun yanında bilhassa eğitimcilerin okuması gereken bir kitap olduğunu da düşünüyorum. çünkü küçücük insanların hayatlarını kim ne derse desin ailesi kadar eğitimciler de şekillendirmekte. eğer iyi bir sanatkar değilseniz eğri büğrü eserler ortaya çıkacaktır. elbette ki her sanatçı her zaman kusursuz eserler ortaya çıkaracak değildir; ama eğitimciyseniz kusursuz eserler ortaya çıkarmakla yükümlüsünüzdür. çünkü şekillendirdiğiniz her eser kalıcı şekillere evriliyor ve daha sonra başka bir şekil vermek fazlasıyla güç.
    kitap içeriğinden pek bahsetmemeye çalıştım. sanırım genel bir izlenim için yeterli olabilir yazdıklarım.

    son olarak...
    kırlangıçlar yollarından sapabilirler, yanılabilirler. onları alıp doğru yola ulaştırmak bilhassa eğitimcilerin ellerinde...
    ne olur görün, dokunun tüm kırlangıçlara.
  • okul yaşamında "tembel teneke" olan daniel pennac’ın, öğretmenleri, öğrencileri ile empati kurmaya davet eden otobiyografik kitabı. yer yer eleştirilebilir kısımlar barındırsa da mesleki anlamda faydalandığım bir kitap oldu.

    yaşamına dokunan ve o korkunç dehlizlerden kendisini çıkaran öğretmenlerin, ilerleyen yaşamında yazar ile karşılaştıklarında yazarı hatırlamaması, güzel bir ayrıntıydı. çünkü o öğretmenler, yazarı diğerler öğrencilerden ayrı tutmuyor, mesleki sorumlulukları gereği her öğrenciye eşit bir tutum ile yapılması gerekeni yapıyorlardı.

    fransız diline dair olan kısımlar fransızca bilmeyen biri için anlaşılmaz ve sıkıcı olsa da, öğretmenlik mesleğine dair keyifli bir okuma yapmak isteyen eğitimciler için önerilebilir, güzel bir roman.

    --- spoiler ---

    "insan aidiyet duygusu yaşamayınca, kendi kendine sözler vermeye eğilimlidir."

    "suçluluğun doğuşu her türlü zeka yetisinin gizlice kurnazlığa yatırım yapmasıdır."

    "öğretmenlerden takdir görmek için yapmadığım yalakalık yoktu ve her türlü uzlaşmaya da hazırdım."

    "bugün çetelerin kurulma nedeni (...)
    dersini anlamayan ve ondan başka herkesin anladığı bir dünyada kaybolmuş bir öğrencinin yalnızlığı ve utancı."

    "insan bir gelecek hayal etmeden şimdiki zamandaki yerini de alamaz."

    "iyi öğrencileri problemlilerden ayıran şey hızlı dönüşebilme yetenekleridir."

    "sorun onları baş kemanların değerki olduğu bir dünyaya inandırmaya çalışmamız."

    "hayata boşvermiş ve seksenli yıllardan itibaren kendilerini, kendi kendilerini kullanmayı hiçbir şekilde bilmesen, varlıklarını kendilerine yabancı olanlarda arayıp anlamlandırmaya çalışarak sınırsız bir tüketimin kucağına bırakmışlardı."

    "eğitim sorununu, kişisel ilişkinin belirsiz düzlemine çekiyorlar ve burada da her bir şey alınganlık meselesine dönüşüyor."

    "standardın bekçileri, anlaşılmaz olanın kokusuna alır almaz nasıl da geri çekilip savunmaya geçerler, nasıl da direnirler, sanki evrensel bir komplo karşısında tek başına kalmışlardır! kalıbın dışına çıkanın yarattığı tehdit korkusu..."

    "çevrelerinde ne kadar fakir insan varsa o kadar yüksek sesle konuşmayan başlarlar. kendilerini duyurmak, duyurabilmek için yaparlar bunu."

    "maximilien hem korkulacak bir şeylerin imgesi, hem de satan bir şeylerin."

    "çağımız genç olmayı kendine görev biçti."

    "görecek çok az şeyleri olup, dünyadan bu denli gizlenmiş olan bu insanların görünme ihtiyacı ile alay etmek çok kolay! (...) pazarlamanın büyükannesine göre kimlik bu: gençlerin dış görünüşlerini giydirmek, hiç tükenmeyen güzel fotoğraf verme arzularını tatmin etmek."

    "bizi kendimizden kurtarmak ve diğer öğretmenleri unutturmak için bir - tek bir- öğretmen yeter."

    "bu öğretmenler bizlerle sadece bilgiyi değil, bilgi edinme isteğini de paylaşıyorlardı."

    "bir öğretmenle bir alet arasındaki farkı biliyor musun sen? kötü öğretmeni tamir etmenin imkanı yoktur."

    "anlayabilmek için başarmak gerekiyor."

    "kabaca 19. yüzyılın son çeyreğinde sanayi toplumundan kopartılarak, yüz yıl sonra onu çocuk müşteriye dönüştüren tüketim toplumuna teslim edildi."

    "kısaca, öğretme iddiasında planlarım dönüp kensi okul hayatlarına dürüstçe bakmaları lazım. bizi kurtarma şansı yakalamak istiyorlarsa, az biraz cehalet halini duyumsamaları gerek!"
    --- spoiler ---
  • "okul hakkında bir kitap daha mı? sence bu konuda yeterince kitap yok mu?"
    "okul hakkında değil! herkes okulla meşgul, (...) hayır, tembel öğrenci hakkında bir kitap! dersini anlayamamanın acısı ve yıkıcı uzantıları hakkında."

    çeyrek yüzyıl boyunca öğretmenlik mesleğini icra eden ve emekliliğini, çalışma odasının penceresi okul bahçesine bakan bir evde geçiren fransız yazar daniel pennac, yaşadıklarını ve deneyimlerini paylaştığı, otobiyografik bir roman olarak nitelenebilecek eserini yukarıdaki cümlelerle tanımlıyor.

    roman bittiğinde okurunun zihninde bıraktığı cümle şu oluyor: "öğretmenlik ziyadesiyle ciddi bir iş!"

    sınıfınızda ne kadar mutlu olduğunu, hayatına nasıl olumlu katkıda bulunduğunuzu söyleyen eski bir öğrencinizle karşılaştığınızda kendi kendinize "acaba karşı kaldırımda hayatını kararttığım bir başka öğrencim dolaşıyor mu?" diye sorduran bir meslektir. sınıfa girip heybesinde dünyanın yükünü taşıyan otuz öğrenciyle muhatap olduğunuz an itibariyle hiçbir bahaneye yer yoktur; artık ne eğitim sisteminin inşa edildiği zeminin yanlışlığı, yapısal sorunları, çürümüşlüğü, zamanın dışında kalmışlığı ne de sistemin öğretmeni koyduğu konumun itibarsızlığı veya çocuğun yetersizliği, velinin ilgisizliği söz konusu olabilir. suçlu aramanın yeri sınıf değildir. karşınızda büyük çoğunluğu kendini değersiz gören, kenara atılmış ve sistemin dışında hisseden çocuklar vardır ve önünüzdeki 40 dakika içerisinde bir yandan sınıftaki her bir çocuğa kendini değerli ve iyi hissettirmeyi başarmak diğer yandan da öğrencinin bir sonraki dersinizi iple çekmesini sağlayacak kadar keyifli şekilde konunuzu anlatmanız gerekmektedir.

    öğrencilerin çok büyük çoğunluğu için "sıkıntı" anlamına gelen okul öncelikle öğretmen demektir. sınıfta muhatap olduğu öğrencinin çocukluğunun karanlık celladı olmak veya öğrenciyi boğulmaktan kurtaran kavrayış, onu yukarı çeken bilek, ceketinin yakasına yapışan sımsıkı el olmak tamamen öğretmenin elinde olan bir durumdur.

    kötü öğrencinin içinde öğrenme isteği uyandırıp onu bezginliğinin derinliğinden çekip çıkararak, hayatının bekleme odaları olarak gördüğü sınıfta iki ayağını sağlam şekilde bastırabilmek veya çocuğun hayatında hiçbir iz bırakmadan zorunlu, sıkıcı bir müze ziyaretine refakat eden müze bekçisi gibi geçip gitmek tamamen öğretmene bağlıdır.

    öğrencilerin büyük çoğunluğu (yazarın ifadesiyle) "tembel"dir, kötü öğrencidir. geleceği olmadığını, hiçbir şey olamayacağını düşünen, umut vaat etmeyen milyonlarca öğrenci kendilerini hapishanede hissettiren sınıflarda üzerlerine yüklenen gelecek endişesiyle zaman geçirirler. elemeye dayalı sınavlara indirgenmiş eğitim sisteminin atıl olarak gördüğü kenara itilmiş bu çocukları tehlikeli sulardan çekip çıkaracak el işini layıkıyla yapacak öğretmenin elidir. varoluşsal sorunlar yaşayan sistemin aksayan tüm yönlerine rağmen sınıfta öğrenciyle baş başa olan öğretmenin yapabileceği çok şey vardır. işte "okul sıkıntısı" adlı romanında daniel pennac, tembel çocukların dünyasına götürüyor okuyucusunu.

    daniel, dört çocuklu bir ailenin en küçük oğludur. kendi ifadesiyle annesinin tembel, kafasız ve dikiş tutturamayan evladıdır. ilkokul birinci sınıfta “a” harfini ancak yılın sonunda kavrayabilmiştir ve onun için ulaşılamaz olan “b” harfinin ötesinde cehaletin çölü başlamaktadır. beden eğitimi, müzik gibi dersler de dahil olmak üzere tüm derslerde sınıfının sonuncusu değilse de daima sondan bir önceki öğrencidir. akşam öğrendiği bilgileri ertesi sabah unutarak uyanır, yıllar geçse de kafasızlığında herhangi bir değişiklik olmaz. aslında sevgi dolu, çatışmasız, devlet burjuvazisinden bir aileden gelen çevresinde, sorumluluk sahibi ve derslerine yardım yetişkinlerin olduğu bir çocuktur. ailesinde boşanma, alkolik, karakter bozukluğu veya kalıtımsal bir hastalık da yoktur. sakin, esprili, kültürlü masa sohbetleri yapılabilen ailesinde üç ağabeyi de okullarında başarılı öğrencilerdir. tüm bu unsurlar nedeniyle de daniel'in tembelliği anlam verilemeyen bir sorundur. o kadar ki annesi, kendisinin ve babalarının ölümünden sonra daniel'e bakacakları yönünde ağabeylerinden söz almıştır.

    daniel'in tembelliği sevgisizlikten veya nörolojik nedenlerden kaynaklanmadığı gibi kendine özgü tembelliğinin tarihi temelleri veya sosyolojik nedenleri de yoktur. ona göre ana neden okuldan ve öğretmenlerden duyduğu ve ona ket vuran bir kilit işlevi gören "korku"dur. öğretmen olmak istemesinin temelinde de kötü öğrencilerin bu kilidini kırmaya çalışarak bilginin onlara geçmesi için bir şans yaratma isteği yatar.

    daniel tembel öğrencilerden beklendiği gibi içine kapalı suskun bir çocuk değildir, aksine hareketli, konuşkan, güleç, şakacı ve oyuncu bir çocuktur. ancak onun bu hareketliliğinin ardında kendisiyle baş başa kalır kalmaz ruhunu saran, tembelliğinden duyduğu utançtan dolayı kapıldığı üzüntüden ve yalnızlık duygusundan kaçma arzusu yatmaktadır. yetişkinlerin o hor gören bakışlarından, başkaları tarafından kabul görecek bir "ben"e kaçmak istemektedir. kendisi dışındaki insanları ezici bir güce sahipmiş gibi görmesi onun zaman zaman öç alma duygusuna kapılmasına ve kendini korkutanları tedirgin etmek amacıyla birtakım zarar verici davranışlara meyletmesine neden olabilmektedir. ancak karakter olarak genel anlamda her türlü uzlaşmaya açık ve takdir görmek için yalakalık yapmaya meyyal bir yapısı vardır. hatta "orta birinci sınıftaki aşağılık herif" dediği bir öğretmeninin iyi not vermesini sağlamak için doğum gününe hediye almak amacıyla evdeki kasadan para aşırması başını belaya sokacak; yetişkinlerin sevgisini satın almak için yaptığı çalma eylemi ailesi tarafından, üç yılını geçireceği yatılı okula gönderilmesiyle sonuçlanacaktır. dersini anlamayan ve ondan başka herkesin anladığı bir dünyada kaybolmuş bir öğrenci olarak gönderildiği yerden annesine yazdığı imla yanlışlarıyla dolu mektubunda gönüllü bir sürgünü talep edecektir:
    "kuzey avrika'da küçük bi köye gönderin beni, orası benim mutlu olucağım tek yerdir."

    uzun yıllar tembel bir öğrencilik hayatı yaşayan ve onulmaz olarak görülen daniel'in ilk kurtarıcısı sekizinci sınıfta gelen, ömrünün son yıllarını öğrencileri için harcayan yaşlı bir fransızca öğretmenidir. daniel'in yapmadığı ödevleri için uydurduğu inanılmaz mazeretleri şaşkınlıkla karşılayan hocası, onun içindeki yazarı keşfeder ve ondan tüm ödevleri falan bırakmasını ve roman yazmasını ister. ilk defa bir öğretmenin statü verdiği daniel, söz konusu romanı büyük bir heyecanla yazar. ve yatılı okul yıllarında, kitap okumanın zaman kaybı olarak görülerek yasaklandığı dönemde üzerini ders kitabı gibi kaplayarak gizli saklı okuduğu kitaplardan oluşan bir dünya kurar kendisine. okumalarından okula dair bir fayda görmemiştir fakat okurken kendini eğitmiş, okudukları ve öğrendikleri okuma iştahını kabartmıştır.
    daniel orta sonda iken hayatında devrim etkisi yapan fransızca öğretmeninden sonra lisenin son sınıfında üç mucize gerçekleştiren öğretmenle daha karşılaşır:
    kendisi de matematik olan bir matematik öğretmeni,
    nefes kesici bir tarih öğretmeni ve
    hayranlık duyduğu bir felsefe öğretmeni.

    bu dört usta tek başlarına daniel'i kendisinden kurtarmışlardır. bu ustalar derslerini yaşıyormuş gibi anlatırlar, öğretme mutluluğuyla tatmin olurlardı. aldıkları sıfırlarla övünme aşamasına gelmiş olan başarısız çocuklara boş kümelere inanmadıklarını söyler, notu önemsemezlerdi. çocukları çok başarılı hale getiremeseler de bulundukları kuyu ne kadar derin olursa olsun kuyunun ağzına kadar çıkarmayı başarırlardı. kötü öğrencinin içinde öğrenme isteği uyandırmayı iyi bilirlerdi. konularını aktarmada birer sanatçı olan bu öğretmenler dersi hatırlanacak bir anıya dönüştürürlerdi. çocukların çabalarını adım adım izler asla sabırsızlanmazlar, başarısızlığı kişisel bir hakaret gibi algılamazlardı. sadece bilgilerini değil bilgi edinme arzularını da paylaştıkları için öğrencinin derse iştahla girmelerini sağlarlardı. öğrencilerini kişiliksiz ve kimliksiz bir kitleye, "o sınıf"a indirgeyen, "bunun için eğitilmedik" benzeri bitmez tükenmez sızlanmalarıyla öğrenciyi çileden çıkaran sayısız öğretmenin paramparça ettiğini bu dört usta mükemmelen tamir etmeyi başarıyordu. her öğrencinin eğitim hayatından en azından bir tane unutulmaz öğretmen geçmiştir ki, maalesef sayıları ne de azdır!

    daniel'in değişiminde etkili olan başka bir unsur da yaftalanmış değersizliğinin arasında hayatına aşkın girmesidir. bir kadının onu sevmesi, onu ismiyle çağırması, bir kadının gözlerinde, kalbinde, ellerinde ve anılarında yer etmesi yaşamında devrim yarattığı gibi tembelliğinin de ölüm fermanını kesmiştir. güvenilen biri olmak onun için güvenini yerine getiren bir rol oynamıştır.

    daniel, 1959 yılında annesine yazdığı o mektuptan on yıl sonra 1969'da öğretmen olmuştur. tembel öğrenci öğretmene dönüşmüş, alfabeyi sökemeyen biri yazar olmuştur. sıra dışı dört öğretmen onu başka bir şeye dönüştürmüş ve 1969 ila 1995 yılları arasında sıra dışı bir profil sergilediği öğretmenlik kariyerinde o dört ustanın izini takip etmiş, tembel ve kötü öğrencilere odaklanmış, onların hayatlarında dönüşüm yaratmanın fırsatlarını kovalamıştır.

    daniel, kendisi gibi kötü öğrenci olan arkadaşlarına da öğrencilerine de öğretmen olmalarını salık veriyor. öğretmenlerin iyi öğrencilerin arasından değil kötüler arasından seçilmesi gerektiğini, başarısızlıkları karşısında yapayalnız ve gelecekleri karşısında bir başına olan tembel öğrencileri en iyi onların anlayabileceğini, onların cehalet hallerini duyumsayabileceklerini, onlara karşı sabırlı olabileceklerini ve büyük bir şevkle tembel öğrenci avına çıkabileceklerini düşünüyor.

    daniel pennac, romanının geneline yayarak başarısız öğrencilerin karakter yapısı hakkında isabetli tespitlerde bulunurken onlara ulaşabilen iyi öğretmenlerin nitelikleri hakkında da önemli tecrübeler aktarıyor. nitelikli bir öğretmenin öğrencileri kadar velilerin yapısını da kavraması gerektiğini düşünen pennac, yer yer veli tiplemeleri hakkında bilgi veriyor. çocuğun başarısızlığını farklı nedenlere bağlayan envai çeşit veli tipinden söz ediyor. suçu evliliğindeki felaketlere bağlayan anneler, bütün öğretmenlerin birlik olup çocuğuna kafayı taktığına fazlasıyla inanan anneler, hiçbir şey yapmayıp her şeyi isteyen, hiçbir şeyi eksik değilken hiçbir şey yapamayan evladına kızan anneler, babanın vereceği tepkiden çekinen anneler, psikolojiye sardırmış her şeye bir açıklama getiren ve kızını sadece kendisinin anladığına inanan anneler, kızında tuhaf yetenekler keşfeden anneler, sessizce ağlayan anneler, özür dileyen anneler, olay çıkaran anneler, öğretmene ders vermeye kalkışan anneler, çocuğunun eğitimini kesip para kazanmasını isteyen babalar, sinirlenip kesin dille kestirip atan babalar... ortak noktaları çocuklarının geleceği için kaygılanmak anne ve babalar.

    daniel pennac, öğretmenleri de çok iyi tanımıştır. öğretmen olunca görmüştür öğretmenlerin de gelecek endişesi taşıdığını. her yıl geçip giden öğrencilerin aksine müebbet yemiş mahkum gibi hayatlarının parmaklığı olan sefil kürsünün önünde yıldıran bir tekdüzelik yaşadıklarını, birbiri ardına değişen sınıfların önünde sisypos'un işkencesi gibi dönüp dolaşıp aynı şeyleri tekrarlamanın, sürekli baştan başlamanın kendilerini zaman karşısında çaresiz bıraktığını öğretmen olduğunda anlamıştır. fakat pennac böyle düşünenlerin öğretmenlik yapmaması gerektiğini düşünür. sınıfta keyif almayan, geçmişinden utanan geleceğinden endişelenen çocuk için derste sadece şimdiki zamanı ete kemiğe büründürerek çocuğa öğrenmenin keyfini yaşatırken kendisi de öğretmenin coşkusunu yaşayamayanların sınıftan uzak durması gerektiğini düşünür. ona göre kendini bir hiç olarak gören, beş para etmez biri olduğuna inanan bir ergenin hayatını kurtarmak için sadece bir öğretmen yeterlidir ve "o öğretmen" olmak istemeyenlerin yerinin okul olmadığını, başka kariyerler düşünmeleri gerektiğini söyler.

    öğretmenin sığınacağı sayısız mazeret ve suçlayacağı bir sürü merci vardır. çok büyük kısmı şu şekilde düşünür: o öğrencide başarısız olmuştur ancak kendisi ne yapabilir ki, çocuğun temeli zayıf. sonuçta o çocuğun orta sonuncu sınıfa gelmiş olması ve ona o vakte kadar bir şey öğretilmemiş olması onun suçu değildir.
    suçlu arama silsilesi şu şekilde ilerler: “anaokulunda bunlara doğru durmayı öğretmemişler mi yani?”
    “iilkokulda ne halt ettiler?”
    “biri bana bunlara orta sona kadar ne öğrettiklerini açıklayabilir mi?”
    “gerçekten liseden mi geliyor bunlar?”
    en sonunda ise, “bana üniversitede ne öğrettiklerini söyler misiniz?” diye sorar sanayici.
    öte yandan milli eğitim bakanlığı, "aileler ellerini ayaklarını çekmişler" diye yakınırken "okul artık eskisi gibi değil" diye üzülür aile. ve siyasetçisi bir şey, sendikacısı başka bir şey derken bu böyle sürer gider. herkesin top çevirdiği ve sorumluluk almamak için topu ayağından çıkarmaya çalıştığı bir ortamda pennac, her şeye ve herkese hatta sistemin kendisine rağmen sınıfta öğretmenin çocuğa ulaşabileceğini ve onu batmakta olduğu bataktan çekip çıkarabileceğini söyler.

    ne öğretmen ne veli ne de yetkililer, en zor zanaat öğrenciliktir. hiçbir şeyi sorun etmemeleri gereken yaşlarında ruhları gelecek kaygısıyla kıskıvrak kuşatılan çocukların okulda başarmaya çalıştığı şey hiç de kolay değildir. her gün sekiz saat boyunca onar dakika aralıklarla birbirinden tamamen farklı derslere girip çıkmak ve her birine ayrı ayrı konsantre olabilmek, matematikten çıkıp edebiyata, fizikten çıkıp beden eğitimine, coğrafyadan çıkıp kimya dersine girmek ve hepsinde de dikkatini toplayıp üst düzey performans verebilmek çok iyi öğretmenlerin yönetiminde bile oldukça zordur. iyi öğrenciyle çoğunluğu oluşturan kötü öğrenci arasında da ciddi farklar vardır. iyi öğrencileri problemli olanlardan ayıran çabuk dönüşebilme yetenekleridir. akıllarını kullanıp doğru zaman ve yerde kabuk değiştirebilir, aklı bir karış havada yeni yetmeden dikkatli öğrenciye, reddedilmiş aşıktan yoğunlaşmış matematikçiye, tarihten kimyaya, fizikten felsefeye zorlanmadan geçebilirler. problemli öğrencilerin aklı ise sık sık başka yerdedir. bir önceki saatten çok zor sıyrılırlar. herhangi bir anıya dalar giderler. oturdukları sıra onları dışarı fırlatan bir tramplen vazifesi görür.

    pennac, onların dersin içine yerleşebilmelerine yardımcı olmanın sahada öğrenilen bir şey olduğunu, öğrencinin sınıftaki varlığının öğretmenin varlığıyla doğrudan bağlantılı olduğunu, öğretmenin tüm ders saati boyunca bütün sınıf ve tek tek her öğrenci için "var olması", fiziksel ve zihinsel olarak mevcudiyetini koruması gerektiğini belirtir. eğer öğretmen dükkan işliyor gözüksün kabilinden suratında ciddiyetle ve aklı başka yerlerde olarak ezberden konusunu aktarıyorsa o laf kalabalığı yaparken sınıf da daldığı hayallerin içinde önündeki kağıda karalamalar yapar. eğer öğretmen orada ve o anda değilse söylediği hiçbir şey işlemeyecek, öğrencinin duyduğu hiçbir şey umurunda olmayacaktır. "oysa öğrenci, sınıfını varlığıyla dolduran, tüm varlığıyla orada olan öğretmeni hemen fark eder. bu onun bakışlarından, öğrenciyi selamlamasından, oturmasından anlaşılır. öğrencim ne düşünür diye çekinmez, bu yüzden dağılmaz, oturduğu yerde büzülmez. daha ilk anda duruma hakimdir, oradadır. her yüzü tek tek inceler, karşısındaki sınıf derhal varlık kazanır."

    pennac sınıfa hakim olmanın sırrının tüm ders boyunca ruh ve beden olarak onların yanında olduğunuzu hissettirmekte ve asla onlardan daha yüksek sesle konuşmamakta yattığını belirtir. sınıfı her öğrencinin kendi sazını çaldığı bir orkestraya benzetir. öğretmenin orkestra şefi olarak görevi müzisyenleri iyi tanımaktır. iyi bir sınıftan anlaşılması gereken uygun adım yürüyen bir alay değil de aynı senfoni üzerinde çalışan bir orkestra olabilmesidir. ortamda en basit alet de vardır en zor enstrüman da. önemli olan bunların seslerini aynı anda, ahenk içinde, en iyi şekilde çıkarmalarını sağlayabilmektir. katkılarının bütüne yansımasındaki kaliteden gurur duymalarıdır. küçük üçgene tink tank yapan çocuk da kendini baş kemancı kadar değerli ve orkestranın parçası hissetmelidir, önemli olan budur. bir de öğretmen belediye bandosu çalıştırdığını unutup berlin filarmoni orkestrası hayaline kapılmamalı, gerçeklikten asla kopmamalıdır.

    pennac'ın öğrenciyle kurduğu ilişkide yoklama da önemli bir yer tutar. acele etmeden tek tek çocukların isimlerini zikrederek yoklamasını aldığını, çocuk için isminin öğretmen tarafından gözlerine bakılarak telaffuz edilmesinin ve adının sınıfta yankılanmasının çok değerli olduğunu, ayrıca onu uyandıran bir role sahip oynadığını belirtir. çocukların yorgunluktan bitap düştüğü günün son saatlerinde ise uyguladığı farklı ritüelleri vardır. mesela sessiz ve hareketsiz kaldıkları iki dakika boyunca şehri dinlemelerini ister. bu sessizlikte dışarıdaki keşmekeş içerideki huzuru öne çıkarır, öğrencilerin dinlenmesini sağlar. dersi de o saatlerde daha alçak sesle yapar, çoğunlukla da okumayla tamamlar.

    bunların yanı sıra öğrenciyi aşağılamak olarak gördüğü notlandırma sistemi hakkındaki görüşleri, bir dilci olarak; dile dalıp diplerde metin avlamak, sözcüklerin lezzetini duyumsamak, dilin içine gömülmek, çanağı kafaya dikmek ve bir daha istemek olarak nitelediği "ezber"e olan farklı yaklaşımı, meslek yaşamında başarısız olduğu öğrencilere dair aktarımları ve "düzeltilemeyecek" şeklinde etiketlenen sınıflarda yaşadığı tecrübeleri ile pennac, kimi zaman sistem eleştirisi yapıyor, kimi zaman entelektüel bir ziyafet çekiyor kimi zaman da içini döküyor, dertleşiyor. mizahi üslubunu ise metnin sonuna kadar sürdürüyor.

    kitabında "tembel" öğrenciyi merkeze alan pennac, her zaman sevdiği ama çokça da acıdığı başarılı öğrencilerin hayatının da hiç kolay olmadığını belirtmeyi ihmal etmez. onların da kendine özgü dertleri vardır. en başta büyüklerinin beklentilerini boşa çıkarmama yükünü taşımak zorundadırlar. birinci olabilme savaşımı içinde yıpranmaları, zayıf olanların alaylarına ya da kıskançlıklarına maruz kalmaları ve otoriteyle uzlaşmakla suçlanmalarının yanı sıra diğerleri gibi büyümenin malum sıkıntılarını yaşarlar.

    pennac'ın önemli bir tespiti de çocuk kavramındaki değişime dikkat çekmesidir. sanayi dünyasının zincirlediği çocukları çalışma hayatından kurtarılmasında victor hugo'ların "bir çocuğun hakkı insan olmaktır." yaklaşımının etkili olduğunu belirten yazar, 1870'li yılların sonunda cumhuriyet yönetiminin çocuğu, ihtiyaçlarının karşılanması için laik, parasız ve zorunlu okulun sıralarına oturttuğunu, bu yolla hem çocuğun okumayı, yazmayı, sayı saymayı öğrenmesini sağlarken hem de ulusal kimliğinin bilincinde vatandaş yetiştirmeyi tasarladığını belirtir.

    kilisenin tezgahında sert bir disiplin ve otorite altında şiddet eksenli eğitilen çocuğa göre de sanayileşmeyle ağır işlerde ucuz iş gücü olarak kullanılan çocuğa göre de daha farklı bir yapıda olan bu çocuğun iki şapkası vardı: sınıfta öğrenci-ailesinde evlat, o kadar. aile eğitiyor, okul ise öğretiyordu. hiçbir bilgiye sahip olmadan ergenlik yaşıyor, karşı cinsin özelliklerini tahmin yoluyla, hayatı el yordamıyla tanıyordu. oyunları hayal gücüne dayanıyor, büyüklerin duygusal, ekonomik, mesleki meselelerine karışmıyordu. ne toplumun çalışanı, ne ailenin sırdaşı ne de öğretmenlerin konuştuğu biriydi. hakları eğitimle, görevleri iyi bir evlat ve iyi bir öğrenci olmakla sınırlı olan bu çocuk, gerektiğinde savaşlarda savaştırılmaktan da imtina edilmeyen biri olarak 1975'lere kadar yaklaşık 100 yıl yaşadı.

    1870'lerde sanayi toplumundan koparılan bu çocuğun yüz yıl sonra müşteriye dönüştürülerek tüketim toplumuna teslim edildiği tespitini yapıyor pennac. ebeveyni ve öğretmenleriyle birebir aynı (kıyafet, telefon, elektronik, ulaşım, eğlence) olan sayısız tüketim alanında bedel ödemeden özel mülkiyet sahibi olan bir çocuk günümüz çocuğu. tıpkı büyükleri gibi çok büyük bir pazar oluşturan bu çocuk, arzuları kışkırtılıp sürekli yenilenen dört dörtlük bir müşteri. bugün öğretmen bir sınıf dolusu "müşteri öğrenci" ile karşı karşıyadır. öğrenme ihtiyacını tatmin edebilmek için önce bu duyguyu uyandırmak gerekiyor ki istekler ve ihtiyaçlar arasındaki bu çatışmadan dolayı öğretmenin işi çok zorlaşmıştır. parasız-zorunlu okul eğitiminin çağının gerisinde kaldığını ima eden pennac, devlet okulunun tüketim toplumunun müşteri çocuğundan taleplerde bulunduğunu, bunun da müşteri çocuğun işine gelmediğinin altını çiziyor. çalışmanın karşılığında öğrenecek, gayret göstermesi karşılığında bilgi elde edecek, tüm varlığıyla okulda bulunma karşılığında belirsiz bir gelecek elde edebilecektir. sabahtan akşama kadar bilgiye eş değer nesnelere emeksiz ve ücretsiz ulaşabiliyorsa neden okula giderek bedel ödesin ki? sınıfta tembel iken odasına kapanıp bilgisayarının başına geçtiğinde evrenin efendisidir. elinin altında arzuları doğrultusunda tüm bilgilere ulaşma sözü veren klavyesi varken neden okuldaki sıkıcı bilgiye ihtiyaç duysun ki? sanal ordulara komutanlık etmesi ona heyecanlı bir hayat sunarken neden bu merkezi konumunu sınıfın arkasındaki tahta sıranın üzerinde aşağılanmayla değişsin ki? odasına kilitlenmiş, ailesinden ve okuldan kopmuşken neden karnedeki notlarının yargılanmasını çekmek zorunda kalsın ki?

    çocuğun nereye evrildiğini görmeden 20.yüzyıl eğitim standartlarını sürdürmekteki ısrarı sorgulatan pennac, derinlikli sistem eleştirisine girişmek yerine uzmanı olduğu okul ve sınıf sınırlarında kalmayı yeğliyor. pennac’ın, öğretmenlik mesleğine yüklediği misyon ve tembel çocukları kurtarmaya yönelik verdiği çeyrek yüzyıllık çaba ve emek saygıyı fazlasıyla hak ediyor. fakat sistemin, çağın gerisinde kaldığı ve çocuğun evrildiği noktayı göremediği için çocuğa zarar verdiği tespitlerini yaptıktan sonra kendisini sınıfın içiyle sınırlaması, bir anlamda “sistemin bozduğunu ben öğretmen olarak elimden geldiğince tamir etmeye çalışırım, ötesine karışmam.” mantığıyla kendini daraltması doğru bir yaklaşım olarak gözükmüyor. sınıfa girdikten sonra öğretmenin tüm ruhuyla çocuklara odaklanması sınıfın dışına çıktığında sistemi sorgulamasını engellememeli. ki pennac gibi büyük tecrübe sahibi eğitimcilerin sisteme yönelik üretecekleri çok değerli olacaktır. sistem çocuğu önce tembel hale getiriyor sonra mucize gerçekleştiren öğretmene ihtiyaç duyarak tembelleştirilen öğrenciyi kurtarmanın peşine düşüyor. burada çocuğu tembel haline getiren sistemi yapısal bir sorgulamaya tabi tutmadan o öğrenciyi kurtaran öğretmeni oynamak veya salt bununla yetinmek sorumluluktan kaçmak anlamına gelecektir.

    pennac eğitim hayatında dört harika öğretmenle karşılaştığı için çok şanslıydı. o ustalar onun içindeki yazarı keşfedip çıkardılar ve ona bir yol çizdiler. peki sayıları binde birler oranında olan mucize öğretmenlerle hiç karşılaşmadan zorunlu eğitim sürecinden geçip giden milyonlarca öğrenci ne olacak? veya az sonra zikredeceğim kırlangıç metaforunda betimlediği üzere, kurtarıcı öğretmen olarak baygın kırlangıcı eline alıp kendine getirdikten sonra tam uçurup özgürlüğüne kavuşturacakken kırlangıç diğer cama çarpıp düştüğünde yani kurtarıcı öğretmen, sonraki derse giren kötü öğretmenin öğrenciyi tekrar eski haline getirmesi karşısında ne yapacaktır? sınıfta muhatap olduğu öğrencinin çocukluğunun karanlık celladı haline gelen kötü öğretmenler hangi sistemin ürünü? tek suçlu, müebbet yemiş mahkûm gibi yıldıran bir tekdüzelik içinde birbiri ardına değişen sınıfların önünde sisypos misali sürekli baştan başlamanın robotlaştırdığı öğretmenler midir? kahraman olalım olmasına da sistem veya öğretmeni yetiştiren düzenek öğretmenin kahraman olabilmesine ve çocukla derinlikli bir ilişki kurmasına ne kadar müsaade etmektedir? romanın çeşitli yerlerinde yazarın belirttiği üzere sadece başarısız öğrenci değil başarılı öğrenci de çile çekiyor. başarılı olup diplomaya kavuşuyor belki ama günün sonunda neler yaşıyor ve neye dönüşüyor ona bakmak gerekiyor. tembeliyle çalışkanıyla tüm çocukları baskı altına alan bir düzeneğe neden mahkum olmak zorundayız? neden tek bir form dayatılıyor? neden tüketim toplumunun müşteri çocuğunun da kendini ait hissedeceği ve mutlu olacağı alternatif başka formlar üzerinde durulmuyor?
    pennac meselenin farkında bir eğitimci olmasına rağmen tüm bu sorgulamaları es geçerek tüm öğretmenlere mucize öğretmen olma çağrısı yapmakla yetiniyor. iyisiyle kötüsüyle tüm öğrencilere ulaşmanın kilidini açacak ana kavramın "sevgi" olduğunun altını çizerek kırlangıç metaforuyla bitiriyor eserini.

    her sene aynı tarihlerde göç eden kırlangıçların, evlerinin kuzey güney yönlü çatı katındaki çift kanatlı pencerelerindeki saydam camları fark etmeyip kafalarını bu camlara çarptıklarına üzülen pennac, her iki tarafın pencerelerini açar, kırlangıç filosunun odanın içinden geçişini izlermiş. fakat kanatlı pencerelerin yanlarındaki sabit ufak camlara her zaman birkaç aptal kırlangıç çarpmaktan kurtulamazmış. pennac, halının üzerine baygın düşen bu kuşları; kuralları bozan, sıradan çıkan, kenarda eğlenen, düz yoldan gitmeyen tembel teneke öğrenciler olarak görüyor. baygın kuşu yerden aldıktan sonra kendine getirip salıverdiğini, sersem sepelek uçan kuşun iyice dirildikten sonra zigzaglar çizerek güneye doğru pike yapıp geleceğine doğru gözden kaybolduğunu söylüyor.

    nitelikli öğretmenin işinin, kanadı kırık bir dizi kırlangıcı okul komasından çıkarmak olduğunu belirten pennac, her denemenin başarıyla sonuçlanmadığını, yolunu düzgün seçemeyenlerin yenilgiye uğradığını belirtiyor. bazı çocukların uyanamayıp halının üzerinde kalakalan, boynunu kıran ölü kırlangıçlar gibi vicdanımızda yaşamayı sürdürdüklerini ancak öğretmenler olarak her darbede her yeni öğrenciyle yeniden denemek zorunda olduğumuzu vurgulayarak bitiriyor:
    "baygın bir kırlangıç canlandırılması gereken bir kırlangıçtır, o kadar!"
  • "istatistiksel olarak her şey açıklanabilir, kişisel olarak her şey karmaşık bir hal alır."

    kendisi de okul yıllarında tembel ve geleceği umutsuz bir öğrenci olarak damgalanmış, babasının ifadesiyle üniversite diploması alabilmesi için bir devrim gerekmiş (pennac 1968 yılında almış diplomasını) ve sonunda öğretmen olup kendi gibi öğrencilere yardım etmeye çalışmış olan yazar, fransa'da da arka sıradakiler olarak adlandırılan çocukların ruh hallerini, bu çocukların anne babaların çaresizlik ve ihmallerini, öğrencilerine bir şeyler öğretebilmek için kendisinin uyguladığı yöntemleri, çok sevdiği ve unutamadığı öğretmenlerini anlatmış bu kitapta. konuya oldukça sağduyulu bir şekilde yaklaşılmış. suçlayıcı bir ton sezilmiyor anlatım dilinde. ana mesaj olarak aklımda; hem öğrencilerin hem öğretmenlerin ne olursa olsun çabalamaktan vazgeçmemesinin kaldığını söyleyebilirim.
hesabın var mı? giriş yap