*

  • şizofrengi'deki fatih altınöz'ün kitapları okumadan yaptığı eleştirilerini topladığı güzel kitap. keyifli, yazarın zekasını da okuduğunuz kitaplardan biri.

    gerçi bu sanatın duayeni doğan hızlandır ya.
  • bazi insanlarin yalnizca kapagina bakarak karar vermesi ya da sizin okudugunuz kitapla ilgili anlattiklarinizi orda burda insanlara anlatmasi durumu.
  • şahbaz'ın harikulâde yılı 1979

    1979 yılı, gerçekten de, göründüğü gibi 1 ocak pazartesi günü başlayıp 31 aralık pazartesi günü mü bitti? 1979’a, o yıl yaşananlara, bugün baktığımızda neler görmeliyiz? sadece “12 eylül”e varan süreci mi? yoksa “12 eylül sonrası”nı da mı?

    “size tuhaf bir hikâye anlatacağım.
    mevsimlerle ilgili; toprakla, zamanla, gece ve gündüzle ilgili;
    geçmişle ilgili; biraz da benimle ilgili.
    ben şahbaz...
    kuşlardan bembeyaz bir doğan, şahların şahı bir insan.
    size tuhaf bir hikâye anlatacağım. bir sürü küçük hikâyeden oluşan, kocaman tek bir hikâye...
    anlatacağım hikâyenin kahramanları gerçekten yaşadılar.
    belki adları farklıydı; yaşadıkları hayatlar ve geceleri gördükleri düşler de;
    bambaşka acılar çekmiş olabilirler, bambaşka şeylere sevinmiş belki.
    ama hepsi gerçekti.
    hikâyenin geçtiği şehir de gerçekten vardı, hikâyenin geçtiği zaman da. ben o şehirde, o zamanda, bazen bir şeylerden korkan küçük bir çocuktum;
    bazen her şeyi sezen yetişkin bir dost;
    bazen de kindar bir düşman.
    kimilerinin hayatını kurtardım, kimilerini yasaklı yollara soktum; elimden içtikleri şurupta kâh ağu kızılı, kâh derman beyazı.
    şehir o yıl topyekûn cinnet geçiriyordu.
    ama hayat, cinnetten bağımsız, kendi halinde, sanki her şey olağanmış gibi...akıp gidiyordu.
    yaşadığımız hayatın içinde şiddet ve korku vardı.
    tuhaftır; hemen yanı başında da umut.
    hayal kurmayı seven insanların zamanıydı.
    sanki evlerin bacalarından yas tütmez, sokaklardaki oluklardan kan akmazmış gibi; o yıl şehirde herkes birbirine, umutla korkunun sarmaş dolaş uyuduğu karanlık dehlizlerle ilgili öyküler anlattı.
    ölüm bir salgın hastalık gibi evlerden evlere bulaştı.
    bugün sorsanız, bazıları o yılla ilgili dehşetengiz şeyler anlatırlar.
    bense...harikulâde bir yıldı diyorum;
    şahbaz'ın harikulâde yılıydı.
    size anlatacağım hikâyenin kahramanlarını ben birer birer tanıdım. beni doğrulayacak hiçbir tanığım yok, ama biliyorum, o yıl...onlar...o şehirdeydiler. o yıl onların başına anlatacağım her şey, harfi harfine geldi.
    bugün belki size inanılmaz görünebilir ama...o zamanlar...o şehirde...hayat, tuhaftır, aynen öyleydi...anlatacağım gibi yani.”

    geceyarısı çocukları

    kahramanımız salim sina 15 ağustos 1947'de, tam geceyarısı dünyaya gelir: aynı anda hindistan bağımsızlığına kavuşmuştur. o gece büyülü güçlere sahip yüzlerce çocuk doğar. cadı parvati, tokmak dizli şiva ve niceleri... yeni doğan bir ulusun emekleme çağı, ergenlik sancıları, yetişkinleşme çabaları ile tam geceyarısı doğan bu çocukların maceraları gerçek anlamda içiçe geçmiştir.

    “ben bombay'da doğdum... evvel zaman içinde. yok, bu yetmez, tarihi söylemeden olmaz; 15 ağustos 1947'de doktor narlikar'ın doğumevinde dünyaya geldim. ya saati? saat de önemli. iyi öyleyse: geceleyin. yok yok, biraz daha ayrıntılı... aslına bakılırsa saat tam geceyarısını vurduğunda. ben dünyaya gelirken akreple yelkovan saygıyla tokalaştılar. söyleyiver gitsin, söyle hadi; tam hindistan'ın bağımsızlığına kavuştuğu anda yuvarlandım dünyaya. herkes nefesini tutmuştu. pencerenin dışında havai fişekler ve kalabalıklar vardı. bir iki saniye sonra babam ayak başparmağını kırdı ama onun başına gelen kaza, karanlığa boğulmuş o anda benim payıma düşenin yanında hiç kalırdı; çünkü o vurdumduymaz kutlama saatlerinin esrarlı zorbalıkları yüzünden ben garip bir biçimde tarihe kelepçelenmiştim, kaderim kopmazcasına ülkemin kaderine zincirlenmişti. bunu takip eden otuz yıl boyunca da o kaderden hiç kurtulamadım. kâhinler hakkımda kehanetler savurmuş, gazeteler dünyaya gelişimi kutlamış, politikacılar sahiciliğimi onaylamışlardı. bu konuda bana söyleyecek söz kalmamıştı, ben salim sina ya da daha sonra anılacağım adlarla sümüklü, lekesurat, keltoş, keskinburun, buda, hatta ay parçası, kaderle son derece sıkı fıkı olmuştum – en iyi koşullarda bile tehlikeli bir ilişkiydi bu. üstelik daha kendi burnumu bile silmekten acizdim.

    ama şimdi (benim için artık bir faydası kalmayan) zaman tükenmek üzere. yakında otuz bir yaşında olacağım. belki. eğer ufalanan, fazlaca hırpalanmış gövdem izin verirse. ama ne hayatımı kurtarmaktan yana umudum var, ne de bin bir gecem olduğuna güvenebilirim. niyetim bir anlam –evet anlam– ifade etmekse hızlı çalışmalıyım, şehrazat'tan bile daha hızlı. itiraf ediyorum: her şeyden çok anlam yokluğundan korkuyorum.

    anlatacak öyle çok hikâye var ki, bir sürü, birbirine geçmiş bir hayatlar olaylar mucizeler yerler rivayetler bolluğu, olanaksızla olağanın son derece yoğun bir karışımı! ben bir hayat yutucusuyum ve beni tanımak için, bir tek beni tanımak için sizin de bütün hepsini yutmanız lazım. tüketilmiş kalabalıklar içimde itişip kakışıyor; ortasına hemen hemen yirmi santim çapında dairemsi bir delik açılmış büyük beyaz bir çarşafın anısıyla, tılsımım, açıl-susam-açılım olan o delikli, yarılmış çarşafın hayaline sarılarak, otuz iki küsur yıl önce başlamış olan hayatımı yeniden, gerçekten başladığı yerden başlayarak, saatle lanetli, suçla lekeli doğumum kadar aşikâr ve mevcut kılmak üzere yeniden inşa etme işine girişmeliyim.

    (tesadüf eseri çarşaf da lekeliydi, üzerinde üç damla eski, solgun kırmızılık vardı. kuran'ın dediği gibi: oku, yaradan rabbinin adıyla oku, ki o seni bir kan pıhtısından yarattı.)”
  • ingiliz dili edebiyatı okuyanların bol bol yaptıkları iş. hemen hemen her öğrenci okuduğu bir kaç kitap şiir ya da ders gözlemlerine dayanarak eser hakkında yeterli fikir sahibi olabilecek olgunluğa erişir. zaten her öğrenci işlenebilecek theme leri üç aşağı beş yukarı tahmin etmektedir buna göre yol yordam bulunur seviyeli eleştiriler yapılır edilir.
hesabın var mı? giriş yap